Güncelleme Tarihi:
“Ekran dışında Parisli olmayı tercih ediyorum. Mesela kız arkadaşım mini etek giyerse hiç karışmam. Onun özgürlüğü ve aklı yok mu?”
Hiçbir zaman bir Türk erkeği olamam
Henüz bir yıllık ıstanbullu, yani hâlâ “Tam bir Parizyen.” 28 yıl yaşadığı Fransa’dan aldıklarıyla Türkiye’yi, Türk erkeklerini, ilişkileri, Fatmagül’e tecavüz sahnesinin “tuhaf” sonuçlarını yorumluyor. Çoğunlukla şaşırıyor. Kendisine gelince; Fırat Çelik, tek kelimeyle özetlenebilir: Mükemmelliyetçi. Her adımı kontrol altında tutuyor ve çok yoruyor. Ama karşısındakine güvenince ipleri bırakıyor, gerçek yüzünü gösteriyor. Çelik, Tempo dergisine konuştu.
Hayatınızı değiştiren biri...
- Thierry Harcourt. Parisli bir tiyatro yönetmeni. Tanıştığımızda ben 21 yaşındaydım, o 45. Paris’te aynı mahallede oturuyorduk. O zamanlar, tiyatro eğitimi almaya yeni başlamıştım, ama hiç sevmemiştim.
Neden?
- Öğrencilik duygusunu sevmiyorum. Bir yere gitme zorunluluğunu, sana direktif veren hocaları... Ayrıca sınıfta kendimi yaşlı hissediyordum, herkes benden küçüktü.
Peki, Harcourt’a dönelim...
- Sonra bir gün Thierry’yle tanıştım. Yanıma gelip, “Bir oyunum var, orada oynamalısın. Seni eğiteceğim” dedi. Böyle başladık, gerçekten beni eğitti. Psikanaliz gibi bir süreçti. 1,5 yıl uğraştı benimle, her gün iki saat. Oyunculuğu anlamadan önce kendimi anlamam gerektiğini fark ettim. Tanımadığım bir adama travmalarımı, özel hayatımı, kıskançlıklarımı, mutluluklarımı anlattım. Ve ancak, o zamandan sonra tiyatronun ve oyunculuğun ne demek olduğunu kavradım.
İkisinin arasındaki bağlantı tam olarak ne?
- Kendini keşfetmemiş bir adamın önüne Hamlet’i koyup “Hadi oyna” dersen, oradan iş çıkmaz. Oyunculuk, insanın benliğini bulmasıyla alakalı bir süreç. Kendini bir enstrüman gibi düşün; çalmayı çok iyi öğrenmelisin ki, zor bir parçayı, hakkını vererek çalabilesin. Bu meslek, önündeki rolü oynamakla değil, canlandırmakla ilgili. Kişiliğini, role satıyorsun bir anlamda. Valizini açıp, içinde ne var ne yok bakıyorsun. Bulduklarını, olacağın kişiye, role yediriyorsun. Öfkeli bir adamı canlandırmak için, önce kendi öfkeni tanımalısın.
ASIL SUÇLU O ÇIĞLIKTAN FANTEZİ YARATANLAR
Fransa’dayken Türkiye’yle ilgileniyor muydunuz?
- İlgilenmiyordum. Annem ve babam Türk. Bazen evde Türkçe konuşuyorlardı ama anlamazdım. Türkçe’yi buraya gelince öğrendim.
Şimdi ilgileniyor musunuz?
- Olanlardan etkileniyorum. Türkiye’de çok büyük ve temel sorunlar var. Ama ben de tek kişiyim, elimden fazla bir şey gelmez.
Ama oynadığınız dizi bile buradaki mantaliteden etkileniyor. Mesela bir gazetede Fatmagül’ün şişme bebeğiyle ilgili haber, “ıster tecavüz et, ister koynuna al yat” diye verildi. Bu bile tek başına birçok sorunu anlatmıyor mu?
- Bu tip şeyleri anlamakta zorlanıyorum. Avrupa’da kimsenin aklına öyle bir başlık atmak gelmez. Ya da pazarda “Fatmagül iç çamaşırları” satmak. Dizide gerçek bir hikâye anlatılıyor. Binlerce Fatmagül yok mu bu ülkede? Üstelik tecavüz sahnesi gayet soft çekildi. Kadının gözyaşı, çığlığı ve acısı var orada. Kalkıp o çığlıktan fantezi malzemesi çıkarabiliyorlarsa, suç dizinin değil o mantalitenindir. Rahatsız olanlar için izlememek ya da çocuklarına izlettirmemek de bir seçenek. Zaten dokuz yaşındaki çocuk neden dizi izliyor?
O zihniyet nasıl değişebilir?
- Okullarda cinsel eğitim verilmesi çok önemli. Avrupa’daki okullarda çocuklar 12 yaşında, kadının ve erkeğin anatomisini, cinselliği öğrenir. Hem kendini hem de karşı cinsi anlar. 18’ine gelince kadınlara bakışı daha sağlıklı olur. Kadınla konuşabileceğini, çalışabileceğini, hoş vakit geçirebileceğini, onun da bir birey olduğunu daha rahat anlar.
TÜRK KADINLARI ÇOK TATLI AMA HEP BASKI ALTINDA
“Sanatın sınırı olur mu?” meselesine siz nasıl bakıyorsunuz?
- Bence sanatın sınırı olmaz, ama her şey de sanat olmaz.
Şükran Moral’ın, bir kadınla seviştiği performansı hangi tarafta?
- Bir galeride, insanların karşısında iki kadının canlı olarak sevişmesi, sanat kavramının içini doldurmayabilir. Çünkü ne işe yarıyor? Kime, ne veriyor? Ne demek istiyor? Yine de ben bir izleyici olsam, izlemekten rahatsız olmazdım.
Türk kadınları hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Türk kadınları çok tatlılar, ama maske takmak zorunda kalıyorlar. Baskı içinde yaşamak kadar saçma bir olay yok.
Üç kız kardeşiniz var. Kadınlar arasında büyümenin ne gibi artıları var?
- İki ablam ve bir kız kardeşim var; dertlerini, aşk acılarını, tepkilerini, beklentilerini biliyorum. Kadınları çok seviyorum. Karşımdaki kadını kız kardeşim yerine koyup, ne istediğini daha iyi anlayabiliyorum.
Türk erkekleri konusunda ne dersiniz?
- Hiçbir zaman bir Türk erkeği olamam sanırım; ancak ekranda başarabiliyorum. Ama bazen sinirlenmem gerekiyor, çok Avrupai çıkıyor o sinir. Yönetmen kesiyor, “Türk erkekleri böyle sinirlenmez” diyor. O zaman vurup kırmaya, bağırmaya başlıyorum. Geçenlerde Mustafa’nın ailesiyle vedalaşma sahnesi vardı. Tuttum anneme sarıldım. Hemen “Kes” sesi geldi yönetmenden. “Oğlum ne yapıyorsun? Burada öyle vedalaşılmaz anneyle, elini öpeceksin” dedi. Ekran dışında Parisli olmayı tercih ediyorum. Mesela kız arkadaşım mini etek giyerse, arkadaşlarıyla gece dışarı çıkarsa hiç karışmam. Onun özgürlüğü ve aklı yok mu?
SEVGİLİMİN MİNİ ETEK GİYMESİNE KARIŞAMAM
Kültürel bir ait olma, sahip olma saplantısı var. Bunlar onun dışa vurumu.
- Evet, ama ben aşık da olsam, bilirim ki o bana ait değil, ben de ona ait değilim. ıkimiz bir ilişki yaşıyoruz diye bakarım.
Sevgiliniz var mı?
- Yok. Ama basına göre bir sürü var. Açıyorum gazeteyi “Vay! Yeni kız arkadaşım da güzelmiş” diyorum. Bir hafta sonra başka gazete, ilişkimi bitirmeye karar veriyor. “Ooh! Yine bekârım, harika” diyorum. Özel hayatımla ilgili kararları onlar veriyor.
Heyecan mı? Huzur mu?
- Heyecan. Ölüm her an gelebilir ve bu düşünce bana hayata dair bir keyif veriyor. Ama kadının biraz huzur vermesi de gerekebilir. Bir kadın, her şeyi değiştirebilir ve bir erkeği ancak bir kadın dengeleyebilir.
Oyunculuk yeteri kadar heyecanlı mı?
- Bana müthiş bir heyecan veriyor. Ama bir gün bu duyguyu kaybedebilirim. O zaman bırakır başka bir iş yapmaya başlarım. Yönetmenliği denerim ya da çiçek satarım.
Yani oyunculuğu hayat olarak değil meslek olarak mı görüyorsunuz?
- Kesinlikle. Bunun bir meslek olduğunu unuttuğun anda mahvolursun. Sanatçıların depresyonu ağır olur. Bu, mazoşistçe bir iş. Çünkü yalnız olmadığın sanrısını iyi yaratır, ama çok fena hatırlatır.
KONUŞTUĞU ANDA SENİ SIKIYORSA OLAY BİTER
Avrupa’dakiler mi daha çok para kazanıyor, buradakiler mi?
- Buradakiler. Ama parayı boşver; herkesin ruh hali çöküyor. O haldeyken parayı ne yapacaksın? Ama Bu kadar yorgun insanların, bu kadar iyi işler çıkarmasına da hayret ediyorum. Demek koşullar daha iyi olsa bu ülkede mucizeler yaratılır.
Nasıl insanlarla daha rahat anlaşıyorsunuz?
- Bir insanın enerjisinin nasıl olduğu, neredeyse ilişkilerimin tüm kaderini belirliyor. Kötü bir enerji alırsam, direkt kapanıyorum. Kadınlarla da öyle. Karşımdaki insanı bir bütün olarak görüyorum ve oradan bir enerji alıyorum. O hisse güvenirsem sonrası kolay; benimle ünlü olduğum için mi tanışmış, kaşımı gözümü mü beğenmiş, bunları araştırmaya gerek duymam.
Enerjiden sonraki kriter güzellik mi?
- Güzellik bir yere kadar. Kız çok hoş bile olsa, ağzını açtıktan iki dakika sonra sıkılıyorsan olay bitmiştir.
HAYAT HEPİMİZİ FENA ÜZECEK
Yaşlanmaktan korkuyor musunuz?
- Hayır, çünkü oyunculuk yaşlanmaya müsait bir meslek; özellikle erkekler için. Ama mutlu yaşlanmak istiyorum, bunun için çabalıyorum. Çünkü hayat çok üzücü aslında. En büyük korkum annemi, babamı kaybetmek. Annemin ellerini görüyorum, yaşlanıyor işte. ınanılmaz korkuyorum. Bu kadar büyük bir acıyı yaşayacağın kesinken, o güne kadar olabildiğince mutlu yaşamalısın. Hayat seni zaten çok üzecek; gidip bir votka içip kafanı dağıtamayacağın kadar çok üzecek.
Tepetaklak olduğun bir dönem oldu mu?
- 28’inci yaşım. Geçen yıl yani. 20’lerin rahatlığı bitti, 30’ların stresi başladı. Kendimi resetledim. Artık şunu biliyorum: Dünyaya gelmeye değil ama nasıl yaşayacağına sen karar verirsin.