Güncelleme Tarihi:
Şu sıralar “Selam”daki rolünle gündemdesin. Öncelikle filmin konusundan biraz bahsedebilir misin?
- Film, üç öğretmenin hikayesini anlatıyor. Ben de bu üç öğretmenden birini, Zehra’yı oynuyorum.
Nedir bu öğretmenlerin ilginç hikayesi?
- Bu aslında Afganistan, Senegal, Bosna Hersek gibi yaşam koşulları zor ülkelerdeki Türk okullarında gönüllü olarak eğitim veren öğretmenlerin hikayesi... Yaşadıkları zorluklara rağmen asla yılmayan, ideallerinden taviz vermeyen, sorumluluklarının bilincinde olan insanlar bunlar... Tabii sadece bunları anlatmıyor film; içinde aşk da var, aksiyon da... Filmi tek kelimeyle özetlemem gerekirse, “fedakârlık” diyebilirim ama...
Neden?
- Ailelerini, sevgililerini meslek aşkı uğruna feda eden insanların hikayesi çünkü... Zaten film iki sevgilinin meslekleri uğruna aşklarını kalplerine gömüp vedalaşma sahnesiyle başlıyor.
Siz gerçekte o kadar fedakâr mısınızdır?
- Senaryoyu ilk okuduğumda, Zehra için “ne kadar fedakâr bir kadınmış” dedim. Açıkçası benim başıma gelse bu durum, durup bir düşünürüm. Gider miyim, emin değilim.
DÖRT KOSTÜMCÜMÜZ DE DİZANTERİYE YAKALANDI
Afganistan’da çekimler nasıl geçti?
- Çok zordu şartlar. Senegal’deki ekip daha da zorlanmış ama... Makyözün kolunu kocaman bir böcek ısırmış, resmen delik açılmış elinde.
Siz bu tür sıkıntılarla karşılaştınız mı?
- Biz de çok zorlandık. 60 kişilik ekiple gittik. Dört tane kostümcü vardı ekipte, son sahnelere doğru birini bile bulamaz olduk. Hepsi dizanteriden hastaneye yattı. Ama Afgan halkı Türkler’i çok seviyor. Çekim yaptığımız yerdeki öğrenciler bile bize reji konusunda destek oldular. Polisler sürekli yolumuzu kestiler. Yola devam etmemizi sağlayanlarsa oradaki Afgan hocalardı. İstanbul’a dönerken beni VIP yolundan, yani üst düzey bakanların geçtiği yoldan aldılar.
Niye?
- Yolda bir problem yaşamayayım diye. Gelen bütün Türkler’e yardım ediyorlarmış.
Dizanteri su ve gıda maddelerinden bulaşıyor bildiğim kadarıyla. Merak ediyorum, sen hastalıktan nasıl korundun? Ne yiyip içtin oralarda?
- Afganistan’da bir hafta kadar kaldım. O süre içinde hiç et tüketmedim. Sürekli meyve yedim, meyveleri de musluk suyuyla değil pet şişelerdeki sularla yıkadım. Dişleri mi de o suyla fırçalıyordum. Gittiğimiz dönemde Ramazan ayıydı. O bakımdan da çok zorlandık. Sette su içmek isteyenler su içemiyordu. Şeriat kuralları gereği herkes oruç tutmak zorunda orada. Ağzımız kuruyordu, su içemiyorduk. Biz de kurallara elimizden geldiğince uymaya çalıştık.
BEN HİÇBİR ZAMAN STAR HAYATI YAŞAMADIM
Filmde türbanlı bir kadını oynuyorsun... Nasıl hissettin kendini başörtüsüyle?
- Başörtüsü bir inanç meselesi... Her inanç da kutsaldır benim için. Başörtüsünü çok sevdim. Bana da yakıştığını düşünüyorum. Yakışmamış diyen olmadı (gülüyor). “Üvey Baba” dizisinde oynamadan önce “Parçalanma” diye bir sinema filminde oynamıştım. İlk sinema filmimdi ve onda da türbanlıydım.
“Üvey Baba”daki halinle kıyasladığında nasıl buluyorsun performansını?
- O diziyi izlemiyorum ki... Tekrarları yayınlanıyormuş, denk de gelmiyorum Allah’tan (gülüyor)... O zamanlar trend oydu, olaylar dramatikti. Yaptığımız iş kaliteli bir iş miydi, o sorgulanır. Ama sonuçta her bölümü reyting rekoru kıran bir diziydi. “Üvey Baba”daki performansım da öyle ya da böyle herkesin aklında. Şu anda insanlar beni tanıyorsa, sonrasında yaptığım işler değil “Üvey Baba”daki Lamia yüzünden tanıyorlar.
Çok küçük yaşlardan beri bu sektörün içindesin. Ama psikologlar çocuk oyuncularda ciddi psikolojik sorunlar olabileceği görüşünde... Senin bu tür sıkıntıların oldu mu?
- Ben bir star hayatı yaşamadım. Sanırım öyle bir hayat yaşayıp da sonrasında düşüşe geçenler bu tür sorunlar yaşar. Dediğim gibi benim öyle bir durumum olmadı. Hayatım okul, set ve ev arasında geçti.
Çok çalışkan bir öğrenci olduğunu duydum, doğru mu?
- Bir başarı hikayem oldu, evet. Liseyi birincilikle bitirdim. Sonra Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Fakültesi’ne girdim. Ardından okulda baş asistan oldum. Yetinmedim, Amerika’da bölümümün yüksek lisansını yaptım. Projeler, sunumlar peşindeydim. “Üvey Baba” sonrasında hayatımdaki boşluğu eğitimle doldurdum. Bunu yapmasaydım kendimi psikolojik bir problemin ortasında bulabilirdim.
BANKADA ÇALIŞMAYA DÖRT AY DAYANABİLDİM
Neden o boşluğu oyunculuk üzerine eğitim alarak doldurmayı tercih etmedin?
- Beş yıl boyunca zaten çok yorulmuştum. Çocuk yaştaydım. Eve gitmeden 48 saat çalıştığımı biliyorum. Çok zor bir süreçti. Oyunculuk dışında da bir mesleğim olsun istedim. Ailem de öyle istiyordu. Bir ara bankada da çalışmayı denedim.
Bankada mı çalıştın?
- Evet çok tanınan bir bankanın krediler bölümünde çalışmaya kalktım, ama olmadı, yapamadım. Dört ay kadar sürdü sadece. Onun da iki ayı hastanede geçti. Sürekli rapor alıyordum. İşten çok doktora gittim. İşe gidiyordum, başıma ağrılar giriyordu. Çünkü bana göre bir iş değildi. Oyunculuk ise öyle değil, sete seve seve gidiyorum. Bir ara akademik kariyer yapmak istedim. Kütüphaneye gidip araştırmalar yapıyor, durmadan yazıyordum. Şimdi insan bunu nasıl sever diyorum! Dönem dönem kendimden uzaklaştığım oluyor böyle (gülüyor)...
YERLİ POLİS AKADEMİSİ İLE YAKINDA EKRANDA
Yakında seni “Her şey Yolunda Merkez” adlı yeni dizide izlemeye başlayacağız. Orada nasıl bir karakteri canlandıracaksın?
- Orada polis okulundaki bir öğrenciyi canlandırıyorum. Komedi türünde... Biraz “Polis Akademisi”ni andırıyor, ama karakterler birebir aynı değil. O sette olmak çok keyifli çünkü neredeyse tüm oyuncular benim yaş gurubumda. O yüzden sette çok eğleniyoruz.
Çekimler nerede yapılıyor?
- Eski Beykoz Kundura Fabrikası’nda. Orayı çok seviyorum. Birçok dizi orada çekildiği için çekim arasında diğer setleri dolaşıyorum. Mesela “İşler Güçler” setini... Sade Celil Cengiz arkadaşım zaten, set aralarında makara yapıyoruz. Sonrada oradan çıkıp başka bir sete geçiyorum. Çok eğleniyorum sette özetle...
ÖZEL HAYATIM SORULUNCA RENKTEN RENGE GİRİYORUM
Geçen gün Taksim’de fotoğraflarınızı çeken muhabirlere “Ne yazarsanız yazın” diye çıkışmışsınız...
- Çıkışmadım, hayır... Aslında o gece çok şaşırdım ben ve içinizden ne geliyorsa yazın anlamında söyledim o sözü. Arkadaşlarımla yemek yedim akşam. Restorandan çıktık, bir baktım çekiyorlar. Ben de arkama bakıyorum acaba ünlü birisi mi var diye (gülüyor). Sonra Burçin Hanım diye bana seslendiler. Ben kalakaldım. Çünkü çok alışık değilim sokakta fotoğrafımın çekilmesine. Hakikaten içinizden ne geliyorsa yazın anlamında söyledim o sözü. Bir de ben özel hayatımla ilgili konuşmayı sevmiyorum. Bana özel hayatımla ilgili sorular soruldukça renkten renge giriyorum (gülüyor)...
YUNUS EMRE YILDIRIMER (Selam filminin Harun öğretmeni): Farklı renklerdeydik ama aynı dili konuştuk
Ben filmde meslek aşkı uğruna Senegal’e giden Harun adlı bir öğretmeni canlandırıyorum. Senegal’de Hollywood deneyimli, çok başarılı oyuncularla birlikte çalıştım. Farklı renklerdeydik ama aynı dili konuşabildik. Umarım bu enerjimizi beyazperdedeki izleyiciler de hisseder. Bence çok renkli bir film oldu. Oyuncu olarak “Selam” filmi gibi yaşanmış hikayelerin olduğu projelerde yer almayı çok seviyorum, o yüzden çok mutluyum.