Güncelleme Tarihi:
Video oyunundan beyazperdeye transfer olan filmlere bir yenisi daha eklendi: Silent Hill. Hiç oynamadığım için, söze söyleyenlerin ve oynayanların yalancısıyım, diyerek devam edeceğim. Oynayanları korkutup kaçırtan video oyunu denince herkesin aklına Silent Hill gelirmiş.
Ve film başlıyor.
MIRKELAM’A ÖZENMİŞ!
Konuyu, anladığım kadarıyla kısaca geçeyim.
Rose, Silent Hill diye bir yere gitmek istediğinden söz eden uyurgezer kızı Sharon’ı yanına alarak bu kasabanın yolunu tutuyor. Silent Hill’e vardığında karşılaştığı manzara ürkütücü.
Gökten küller yağıyor, etrafta tuhaf yaratıklardan başka kimse yok. Terk edilmiş gibi görünen bu kasabada bir anda ortadan kaybolan kızını arama başlayan Rose’a yolda karşılaştığı polis memuru (kaskını çıkarınca sarışın bir afete dönüşen Laurie Holden da filme ayrı bir görsellik katmıyor değil tabii) eşlik ediyor.
Rose, terk edilmiş kasabada “Sharon, Sharon” diye oradan oraya koşuşurken biz de filmin set tasarımı, sanat yönetimi gibi detaylarda ne kadar başarılı olduğunu görüyoruz.
Silent Hill’in büyük bir bölümü kızını bulmaya çalışan annenin ıssız kasaba, Türk popunda ‘koşan adam’ olarak tarihe geçen Mirkelam misali, bir sağa bir sola koşuşturmasıyla geçiyor.
ÇIKIP GİTMEK İSTİYOR İNSAN!
Siz de benim gibi video oyunundan bihaber olanlardansanız ilk yarım saatte sıkıntıdan patlama, salonu terk etmeye yeltenme ihtimaliniz çok yüksek.
Buradan yola çıkarak, kaçacak kadar korkmaya hazırlanmanın o kadar da iyi olmadığını sonucunu çıkartmak mümkün. Korkmayınca hayal kırıklığına uğruyor insan çünkü.
Korkmak, hadi o da olmadı oyunun fanatiklerinin anlattığı yaratıklardan bir kaçını görmek için beklediğiniz yarım saatte yönetmen ağır aksak bir tempoyla atmosferi yaratmaya çalışıyor.
İki saati aşan filmin fazlalıklarının büyük kısmı da filmin bu ilk yarısına denk gelen bölümler.
Ana karakter kül yağmuru altında dolaşırken biz de terk edilmiş kasabayı tanımak zorunda bırakılıyoruz.
Setleri kurdum, tadını çıkarıp, her detayı göstereyim derken izleyicinin sıkılabileceğini düşünmeyen bir yönetmen var karşımızda.
Ama bir süre sonra kaderimize boyun eğip, biz de ister istemez filmin akışına kaptırıyoruz kendimizi.
Sağdan soldan çıkan yaratıklar, ne olduğunu anlamaya çalıştığımız her sahneyle konunun içinde daha da kaybolmuş hissediyoruz kendimizi.
KONU KÜLLERİN ALTINDA KALMIŞ
Bir başka bilgisayar oyununun sinema uyarlaması olan Doom’u izleyenler hatırlayacaktır. İzleyiciyi filmin içine çekmek için özel bir kamera tekniğiyle olaylar birinci kişinin, yani kahramanın gözünden perdeye yansıtılmış ve biz de böylece iyice filmin içine girebilmiştik.
Silent Hill bırakın izleyiciyi konunun içine çekmeyi, hedef kitlesini kale alan bir yapım bile değil.
Filmin derdi izleyiciyle değil de, kendini ne kadar ve nasıl iyi gösterebileceğiyle ilgili.
Kurtların Kardeşliği’nden hatırlayacağınız Christopher Gans daha çok yarattığı atmosfere ve setlere aşık olmuş bir yönetmen havasında.
Küllerle kaplı, çoğu zaman karanlık, tekinsiz atmosferle uğraşırken konuya ve korku öğelerine yeterince eğilmiyor.
Ürkütücü olduğunu söylenen Silent Hill oyununun sinema uyarlaması beklendiği kadar da korkutmuyor.
Piramit kafanın iki kızı sıkıştırdığı sahne hariç, pek fazla geremiyor izleyiciyi.
Tam tersi seksi hemşirelerin titrek yürüyüşlerine gülenler bile olabilir.
Sean Bean’in filmde olması pek çok izleyiciyi sevindirecektir. Ne var ki onun hikayedeki varlık nedenini anlamak pek mümkün değil. Rose’un eşi olarak Silent Hill’e geliyor ama, başka bir alemde olduğundan olsa gerek, pek az görünüyor. Olaylar daha çok Radha Mitchel’in canlandırdığı Rose üzerine kurulmuş.
Film Rose’un tarafına yüklendiğinden Sean Bean’in karakteri arada sırada görünen işlevsiz bir detay olmaktan öteye gidemiyor.
OLMUYOR, OLMUYOR...
Silent Hill, Amerika’da sinema yazarlarına ön gösterim yapılmadan vizyona sokulmuş. Yapımcılar filmlerinden emin olmadıkları durumlarda bunu sık sık yapıyorlar.
Haksız da sayılmazlar aslında. Özellikle video oyunundan bihaber olan izleyiciler (bkz. ben) için Silent Hill, pek bir anlam ifade etmiyor.
Filmde neler olduğunu, hatta konunun ne hakkında olduğunu bile anlayamıyor insan.
Günah, intikam, cadı kelimelerinin bolca geçtiği klişelerle örülü açıklamalar ve finale doğru gelen, her şeyin bir çırpıda anlatılmaya çalışıldığı o didaktik sahne de pek yardımcı olmuyor üstelik.
Konu, senaryo ve diyaloglar konusunda sınıfta kalan Silent Hill’den akılda kalanlarsa kusursuz atmosfer yaratımı, etkileyici görsel efektler ve kan görmek isteyenleri kendinden geçirecek birkaç vahşi sahne oluyor.
kutu
Oyunun sonunu siz belirliyorsunuz
Silent Hill’in filminden bir şey anlamadık, biraz oyunu tanıyalım.
2006 yılı itibarıyla, bir tanesi sadece Japonya’da olmak üzere tam 5 adet Silent Hill oyunu bulunuyor. Oyunun başarısında sürekli olarak aksiyona yer vermesi, oynayanları bulmaca çözmeye, parçaları birleştirmeye itmesi, detaylı çizilmiş rahatsız edici atmosferleri ve karmaşık olay örgüsünün rol büyük.
Her oyunun farklı sonları olabiliyor. Ve finali oyuncunun kendisi belirliyor.