Güncelleme Tarihi:
- Filmdeki tek Türk oyuncu siz misiniz? Nasıl dahil oldunuz?
- Murat Serezli de oynuyor. Çocuklarımı oynayanlarsa, Cumalıkazık’ta yaşayan çocuklardan seçildi. Film için bana teklif gelmedi. Bir mülakata girdim. Kaydı Amerika’ya yollamışlar. Beğenince de seçmişler. İki sene evvel yaptık çekimleri. Benim için çekim süreci bir hafta sürdü. Her gün de çalışmadım hem. Üç dört günde tamamladık.
- Film dünya prömiyerini geçen ekim ayında Liverpool’da yaptı. Geceye katıldınız mı?
- Hayır gidemedim. Çekimlerim vardı. Beni almaya çalıştılar ama her şey son anda belli oldu ve burada kaldım. Filmde küçük bir rolüm var. Ama vizyona girmesini iki senedir bekliyordum. Beni seçildiğimi söylemek için aradıklarında o kadar mutlu oldum ki... Çünkü iyi bir film olacağını biliyordum. Filmin görüntü yönetmeni de dünyaca ünlü Oliver Stapleton. Stanley Kubrick’le çalışmış bir isim. Gurur duyuyorum bu prodüksiyonda olmaktan.
HEM GARSONLUK HEM OYUNCULUK
- Rolünüzden bahseder misiniz biraz?
- Nina adında Boşnak bir köylü kadını oynuyorum. Ülkesindeki iç savaş sırasında trajik bir olay sonucu futbolu bırakan Bosnalı Alek karakterinin köyden bir arkadaşıyım. Bu köyde 10 sene öncesinde bir patlama olmuş. Savaştan kalma mayınlar benim bir oğlumu öldürmüş. Bunun travmasıyla baş edemeyen Alek de kaçıp gitmiş köyden. Çünkü kendini suçlu hissetmiş. Anladığım kadarıyla araları da böylece bozulmuş. Ama Alek seneler sonra yanında Will ile geri dönüyor.
- Uzun süre Amerika’da yaşadınız. Daha evvel yabancı bir yapımda yer almış mıydınız?
- 19 sene önce Amerika’ya gittim. 14 sene orada yaşadım. Tiyatro ve sosyoloji üzerine eğitim aldım. Sonra oyunculuk üzerine yüksek lisans yaptım. Oradaki her oyuncu gibi garsonluk yaparak geçimimi sağlamaya çalıştım. Küçük oyunlarda ve filmlerde oynuyordum. Televizyon dizilerinde de yer aldım. Bağımsız bir filmde küçük bir rol oynamıştım. O rolle bir ödül aldım ama küçük bir ödüldü. Hoboken Film Festivali’ndeydi. Ama oradaki tüm sanatçılar gibi, oyunculuk yapmak istememe rağmen, hayatımı garsonluktan kazanıyordum. Ta ki ‘Bıçak Sırtı’ dizisinden teklif gelinceye kadar. Türkiye’ye geliş o geliş oldu, kaldım burada. ‘Binbir Gece’ dizisinde, beni tanıyanlar biraz daha arttı. Ama asıl Behzat Ç. ile tanındığımı söyleyebilirim.
- Kariyerinizi yurtdışına taşımak ister misiniz?
- Bu filmi bunun için iyi bir adım olarak görüyorum zaten. Yapmak istediğim bir şey. Ama şu an için merkezim Türkiye. Türkiye’de yaşamaya devam edip yurtdışında da oyunculuk yapabilirsem, oh ne âlâ! Gerçi Amerika’da yaşadığım 14 sene boyunca, asla Türkiye’ye dönmeyeceğimi söylüyordum. İnsan büyük konuşmamalı...
KÖTÜ KADIN OLMAKTAN KURTULDUM
- Krek’in ‘Bayrak’ oyununda yer alıyorsunuz. Bir yandan Behzat Ç.’nin çekimleri sürerken, tiyatro çalışmaları nasıl gidiyor?
- Harika! Çünkü inanılmaz bir insanla tanıştım: Berkun Oya. Türkiye’de tiyatro yapmak için tanışabileceğim en harika insanı buldum ve dostum oldu. Dört senedir Krek’te Bayrak oyununu oynuyoruz. Bu sezon bitiyor ama... Bayrak’ı oynamaya Binbir Gece dizisi yayınlanırken başladım. Dizi bitince bir buçuk sene boyunca sadece tiyatro yaptım. Hep düzgün bir rol bekledim. Herkes Binbir Gece’den sonra kötü kadını oynatmak istiyordu.
- Kötü kadın rollerini üstlenen güzel kadınların kaderi bu sanki... Fena bir durum.
- Hem de nasıl! Ama bu yıkılabilen bir şey. Ah talihime küstüm deyip, ne rol verilirse oynamak kolay iş. Oyunculara bunu yapmamalarını tavsiye ederim. Çünkü o zaman tek bir yerde kalıyorsunuz. Bir buçuk sene boyunca bekledim. O sırada hayatımda sadece Krek’te oynadığım ‘Bayrak’ ve ‘Bomba’ diye iki oyun vardı. Sonunda beni doyuracak bir işe giriştim.
SEYİRCİ HATA ARIYOR
- Tiyatroda mı yoksa televizyonda olmak mı daha tatminkar?
- Vallahi televizyonda süper bir iş yapıyorsam, çok tatmin oluyorum. Her şeyin tıkır tıkır işlediği, oyuncuların harikalar yarattığı düzgün bir işten söz ediyorum ki, şu an Behzat Ç.’de bunu yapıyorum. Ama her zaman tiyatro tercihimdir. Çünkü o çok organik bir şey. Üstelik Berkun Oya ile Krek’te yaptığımız tiyatro bambaşka oldu. Çünkü önümüzde bir cam var. Tiyatro felsefesinde her zaman bahsi geçen dördüncü duvar Krek’te kurulmuş durumda. İçeride çok iyi bir ses sistemi var. O ses sistemi benim kalp atışlarımdan, afedersin geğirmeme dek her sesi algılıyor. O yüzden seyirciler ve sahnedekilerin yaşadığı his çok organik oluyor.
- Hiç ilginç bir olay yaşandı mı ‘Bayrak’ta?
- Oyunda 20 dakika boyunca yerde yatıyorum. Ya bayıldığım ya da öldüğümün düşünülmesi gerekiyor. Ama izleyicilerden cama kadar yaklaşıp nefes alıp almadığıma bakanlar oluyor. Allah aşkına, tabii ki alıyorum! Bu bana çok garip geliyor. Televizyon izleyicisi oyuncunun süreklilik hatalarını yakalamayı sever ya hani, onun gibi bir şey herhalde.
- Her zaman şu an konuştuğunuz gibi heyecanlı ve tutkulu musunuz?
- Enerjim yüksektir genelde. İnsanlara güzel enerji vermeyi severim. Ama tam tersi de olabiliyor. Eğer ben kötü hissediyorsam, etrafıma kötü enerji de saçabiliyorum. Ama genel olarak yüksek enerjili olmayı seviyorum. Neden olmayayım ki, hayat güzel.
EVLİLİK SAHNESİNİN RTÜK’LE İLGİSİ YOK
- Geçen bölümlerde Bir Erkek Bir Kadın’ın birlikte yaşayan çifti, RTÜK kararıyla evlendirildi. Behzat Ç.’de Savcı Esra ile Behzat’ın evlendirilmesini de buna bağladılar. Ne diyorsunuz?
- Behzat Ç.’deki evlilik sahnesi hiçbir dış etken sebebiyle çekilmedi. Bunu yazarlara yapılan bir hakaret olarak görüyorum. Adam bir ay evvelinden yazmış. Behzat Ç.’nin çok depresif olmaya başladığı ve toparlanması gerektiğini düşünmüş, evlendireyim demiş en iyisi. Bölümün yayınlanmasından iki hafta önce Bir Erkek Bir Kadın’daki çift, RTÜK kararıyla evlendirildi. Ama biz bu yüzden evlendirilmedik. Ayrıca, eğer mecliste bir dizinin gerçek olmayan hikâyesinin gerçek olmayan karakterleri konuşuluyorsa, ben ne diyeyim yani... Bu ülkenin çok daha büyük problemleri var.
- RTÜK Başkanı Davut Dursun verdiği bir röportajda, söylentilerin dizinin PR çalışmasının bir parçası olabileceğini söyledi halbu ki.
- Vay! Gerçekten mi? Aslında böyle şeyler düşünebilirler. Ama Behzat Ç. yapılan işle kendi reklamını zaten yapıyor. Üstelik böyle bir şey yapılırsa, işin ruhuna aykırı gelecektir. Kimse de buna evet, demez. Ne yönetmen, ne senarist ne de biz oyuncular...
HAYAL KURMAK İÇİN ASLA GEÇ DEĞİL
15 Haziran’da vizyona girecek ‘Babam İçin’, 11 yaşındaki Will Brennan’ı başrole alıyor. Will, ünlü İngiliz futbol kulübü Liverpool’un büyük hayranı. Öyle ki, futbol bilgisi ve aşkı okuldaki arkadaşlarının hepsinden fazla.
Annesini birkaç yıl önce kaybetmiş Will’in hayatı, bir süredir kayıp olan, sorunlu babası Gareth’in bir anda ortaya çıkmasıyla değişiyor. Üstelik babası Will’in kalbini kazanabilmek için, elinde İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nda oynanacak Liverpool – A.C. Milan, Şampiyonlar Ligi Final maçına iki biletle çıkageliyor.
Filmin İstanbul macerası da burada başlayacak oluyor. Ancak ikili Türkiye yolculuğuna çıkmadan önce, Will’in babası Gareth aniden ölüyor ve Will yine yatılı okulda kalıyor. Maç biletleri ise müdirenin odasındaki kasada kilitli. Ama Will isteklerine ulaşmak için risk almayı öğrenmiş bir çocuk. Tabii ki bu yolculuğu yapmaya karar veriyor. Babasının anısını yaşatmak ve çok sevdiği Liverpool FC’nin yanında olmak için biletleri kasadan alarak kendi başına yola koyuluyor. Yolculuk sırasında, ülkesindeki iç savaş sırasında yaşadığı trajik bir olay sonucu futbol oynamayı bırakan Alek adındaki eski bir futbolcuyla tanışıyor. Başlarda duyduğu isteksizliğe rağmen kendini Will’in hayaline kavuşmasına yardım ederken bulan Alek de sonunda çocuğun kahramanca yolculuğundan etkileniyor. Filmin sözünü şöyle özetleyebiliriz: “Hayal kurmak için asla geç değildir.”
Yapımcı Taha Altaylı
TIP MEZUNU İŞ ADAMI VE SİNEMA TUTKUNU
Taha Altaylı, 2010 yılında faaliyete başlayan Galata Film’in kurucularından. 12 milyon dolar bütçesi olan ‘Will/ Babam İçin’ filminin yapımcısı. Yani, Türk sermayeli ilk yabancı filmin. Aslında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu. Ama hiç mesleğini yapmamış. Okuldan sonra Almanya’nın Justus-Liebig Üniversitesi’nde psikiyatri dalında ihtisas yaptı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte eğitimini yarıda bırakarak, 1992 yılında Orta Asya’ya yerleşti. 1994’ten itibaren Orta Asya Cumhuriyetleri’nde, 2007’de de Türkiye’de faaliyete başlayan TA Grubu’nu kurdu. Sinemaya ise, ‘Anadolu’nun Kayıp Şarkıları’ belgeselinde ortak yapımcı olarak girdi. 2010 yılında Mustafa Karahan ve yapımcı, yönetmen Muharrem Gülmez ile birlikte GalataFilm’i kurdu. Halen TA Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yürütüyor. Son olarak, Yüksel Aksu’nun yönettiği ‘Entelköy Efeköy’e Karşı’ filminin yapımcılığını üstlenmişti.
‘YERLİ YAPIMLARI DA DESTEKLİYORUZ’
Taha Altaylı’ya sinema sevdasının evveliyatını sorduk. Fakültedeyken Tercüman gazetesinde tiyatro ve sinema eleştirileri yazarmış. Daha o yıllarda bugün sinema alanında yaptığı çalışmaların sözünü vermiş: “Bir gün imkânım olacak ve bir yerinden tutacağım bu işi.”
Şimdi diyor ki; “Uluslararası piyasaya filmler yapmak için kolları sıvadık.” Planlanan, her yıl Türk sinema seyircisine hitap eden en az bir film ve uluslararası sinema seyircisine hitap eden, belki Amerikalı bir yönetmenin çekeceği, Hollywood starlarının rol alacağı bir yapıma imza atmak.
HOLLYWOOD’UN HİKÂYELERİ TÜKENDİ
Şu sıralar, Los Angeles’a gidip geliyor. Zira Hollywood’un önemli yapım şirketlerinden Atlas Entertainment ile ortaklaşa omuzlanacak bir film projesi için görüşüyor. Başrolünde Hugh Jackman’ın oynayacağı 40 milyon dolarlık ‘Zincirsiz Tutsaklar’ adlı bir film için anlaşmaya varmak üzere olduklarından söz ediyor:
“Özellikle uluslararası projelerle dünyada Türk sineması markasını oluşturmak istiyoruz. Bunu da uluslararası piyasaya sunacağımız yapımlarla oluşturacağız. Çünkü Batı’da, özellikle Hollywood’ta hikâyeler sürekli tekrarlanıyor artık. Uluslarası zincire dahil olabilirseniz eğer, kendi hikâyelerinizi onların anlayacağı dilden sunabilirsiniz. Ben Türk sinemasının bir dünya markası olabileceğine inanıyorum. ‘Will/ Babam İçin’, Türkiye ve KKTC dışında, bütün dünya hakları Sony tarafından satın alınmış bir film. Bu Türk sineması için bir ilktir. Daha nicelerine imza atacağız.”