Güncelleme Tarihi:
SEREN SERENGİL VE EŞİ (FOTO GALERİ)
"Eğer beş yıl içinde çocuğum olmazsa, eşimin hayatında olmak istemem. Bebeğimi kaybettiğim gün
hastanede Musa'ya, 'ayrılalım' dedim. Çünkü o çok üzüldü. Hıçkıra hıçkıra ağladığına şahit oldum. O babalığı hak ediyor. Bu durumda ne yapmalıyım bilemiyorum."
Beş yıl içinde çocuğum olmazsa eşimin hayatında olmak istemem
Üç yılda tam üç kez hamile kalan ancak bebeklerini daha doğmadan kaybeden Seren Serengil, yaşadıklarını Kelebek’le paylaştı. Hayatla bağını koparmamaya çalıştığını belirten Serengil, yeni görüntüsüyle ilk kez Zeynel Abidin
Ağgül objektifine poz verirken, çarpıcı açıklamalarda bulundu: “Hiç çocuğum olmayabilir. Eğer beş yıl içinde olmazsa, eşimin hayatında olmak istemem.
Çünkü o, babalığı hak eden biri. Bunu ona yapamam.”
2006 yılında dokuz aylık hamileyken bebeğinizi kaybettiniz. Ardından geçtiğimiz yıl, 1,5 aylıkken düşük yaptınız ve 40 gün önce de 5,5 aylık hamileyken üçüncü bebeğinizi kaybettiniz... Bunların sebebi kan pıhtılaşması mı Seren Hanım?
- İlk hamileliğimde, dokuz aylık hamileyken bebeğim karnımda öldü. Bunun üzerine doktorlar benden genetik test istediler. Bu testte hem benim hem de eşim Musa’nın kromozomlarına bakıldı, tam teşekküllü kan tetkiklerimiz yapıldı vs... Fakat ben ilk bebeğimi kan pıhtılaşması nedeniyle kaybetmedim. O tamamen kordon dolanması yüzünden vefat etti.
Kan pıhtılaşması rahatsızlığınız, ikinci bebeğinizi kaybettikten sonra mı ortaya çıktı?
- Evet... Ama bu, ileri safhada değildi. Bunun seviyeleri var. Benimkisi dördüncü seviyedeydi. İkinci bebeğimi 1,5 aylıkken düşürünce, nedenlerini araştırmaya başladık. Ve ortaya kan pıhtılaşması çıktı. Bundan sonraki hamileliğimin normal gitmesi için ilaç tedavisine başladık. Dokuz ay boyunca karnımdan kan sulandırıcı iğne olacaktım, çocuk doğduktan sonra da üç ay bu iğneye devam edecektim. Üçüncü kez hamile kalınca hemen iğneye başladık. 5,5 aya kadar her şey çok normaldi.
Peki, tüp bebek yöntemiyle üçüncü kez hamile kaldığınızı duydum. Bu doğru mu?
- Evet, doğru. Üçüncü hamilelikte çok titiz davrandık. Yani kromozomlarda bir şey çıkmasın, her şey sağlam, sağlıklı olsun diye tüp bebek istedim. Bunu yaparken de bana çok hormon verdiler. Hormonlarım değişince birden 75 kiloya çıktım. Dört aylık hamileyken enteresan bir şekilde ellerim, ayaklarım su topladı ve his kaybı yaşamaya başladım.
Bunun nedeni kan pıhtılaşması mı yoksa size verilen hormon mu?
- Gebelik zehirlenmesindenmiş... Ben şiştikçe şiştim ve 90 kiloya çıktım. Çok stresli ve sinirliydim. Normal değildim. Son zamanlarda artık yürüyemiyor, ellerimi kapatamıyordum. Yüzüm, gözüm şişmişti. Fil hastalığına yakalanmış gibiydim. Çocuk doğsaydı, 120 kiloya kadar çıkacaktım. Kontrole gittiğimde çocuğun suyunun azaldığını söylediler. Bende tansiyon da nüksetmeye başladı. 20’lere kadar çıkıyordu. Bunları yaşarken Amerika’daydım. Musa ve ailem ise iş nedeniyle Türkiye’deydi. Son kontrole gittiğimde doktorlar, bebeğin gelişiminin durduğunu ve hayatımın tehlikede olduğunu söyleyince, apar topar İstanbul’a geldim. Bir gün evde otururken fenalaştım ve eşim beni Amerikan Hastanesi’ne götürdü. Tansiyonum 24’e çıktı, beni hemen ameliyata almak istediler. Beyin kanaması geçirme riskim vardı. O an tek düşündüğüm çocuğumdu. Ve hemen sezaryenle doğum yaptım. Bildiğiniz gibi kızım sadece dört gün yaşadı.
BİR KEZ DAHA DENEYECEĞİM
Hamileliğiniz boyunca kan sulandırıcı iğne oldunuz. Buna rağmen neden erken doğum yaptınız, iğneler yetersiz mi kalmış?
- Evet, yetersiz kalmış. Bunda da hiçbir doktoru suçlayamıyoruz. Çünkü kan sulandırıcı iğnenin ölçüsünü fazla vermeleri de tehlikeli. Bu sefer mide kanaması geçirme riskiniz var. Burada bana düşen sakin olmaktı. Oysa ben çok stres yaptım.
Neden peki, bebeği kaybetme korkusundan mı?
- Evet. Üçüncü hamileliğimi yaşıyordum ve bebeğimi kaybetmekten çok korkuyordum. Gergin, sinirli olmak doğal olarak tansiyonumu tetikledi. Ameliyata giderken söylediğim tek şey şuydu; “Ben öleyim ama bebeğimi yaşatın, küçük doğsa da yaşatın!” Narkozun etkisi geçip, gözümü açtığımda da ilk kızımı sordum. Yaşadığını söylediklerinde o kadar mutlu oldum ki! Onu kuvöz içinde yatarken gördüm. Küçücüktü. Çok güzeldi. Burnu, ağzı, elleri çok güzeldi. “Kuzum” diye sevdim, saatlerce. (Ağlıyor) Orada benim canım yatıyordu. Ve ben onun her türlü şeyine razıydım.
Nasıl her türlü şeyine razıydınız?
- Tam gelişmediği için kör, otistik, zeka geriliği olabilirdi. Felçli olma riski de yüksekti. Doktorlar beyin kanaması geçirme riski olduğunu da söylemişlerdi. Zaten beyin kanaması geçirdi ve öyle kaybettik. Ben onun her haliyle yaşamasını istiyordum. (Ağlıyor) Doğum günümde kızım beyin kanaması geçirdi. Doğduğum gün, kızımı kaybettim. Bunun acısını size anlatamam...
Londra’ya gidip, bu kan pıhtılaşması için birtakım tetkikler yaptırdınız. Sonuçlar geldi mi?
- Geldi. Bende kan pıhtılaşması olduğunu söylediler. Ama bunun önceden bir tedavisi yok. Bu ölümcül boyutta da değil. Ben hamile kalabiliyorum ama çocuğu karnımda taşıyamıyorum. Bir kez daha deneyeceğim. “Baba” olmayı hak eden bir eşim var. Bir kez daha anne olmayı deneyeceğim. Ama bir ya da iki yıl içinde değil. Buna gücüm yok. Şu anda daha loğusayım ve bir kadının çocuksuz loğusa dönemini yaşaması kadar anormal bir şey olamaz. Bu anlamda benim ikinci loğusalığım. Ama ben biliyordum, biliyor musunuz?
Neyi biliyordunuz?
- Bebeğimi kaybedeceğimi... 5,5 aya girerken Musa’ya, “Çocuğumuzu kaybedeceğiz, o ölüyor, altımdan bir şeyler geliyor, rüyamda gördüm” dedim. Bu beni strese soktu, stres damarlarımın daha çok büzüşmesine neden oldu, bu tansiyonumu yükseltti. Bir de kan pıhtılaşması eklenince, bebeğimi kaybettim . Bir daha hamile kalırsam artık hayatımda strese yer yok. Ama şunu da kabul ettim, belki benim hiç çocuğum olmayacak! Kahvaltı masasına Musa’yı çağırırken, çocuklarımın isimlerini de sıralamak istiyordum. İşte bu beni çok düşündürüyor.
Hangi anlamda düşündürüyor?
- Bebeğimi kaybettiğim gün hastanede Musa’ya, “ayrılalım” dedim. Çünkü o çok üzüldü, yıprandı. Hep teselli eden oydu. Ama onu teselli eden kimse yoktu. Gece yarıları hıçkıra hıçkıra ağladığına şahit oldum kaç kez. O yüzden onun bu kadar yıpranmasına dayanamadım ve bir sabah, “İstersen ayrılalım” dedim. Baba olmak onun en doğal hakkı. Sanırım ben ona bunu yaşatamayacağım. (Ağlıyor) Bir evlilik çocuksuz, ne kadar evlilik sayılabilir ki? Ben boşanalım dedim, o da bana, “Ben çocuksuz yaşayabilirim ama sensiz yaşayamam, zaten sen benim çocuğumsun” dedi. Eğer beş yıl içerisinde çocuğum olmazsa, hakikaten onun hayatında olmak istemem. Ben eşimin bir ömür boyu çocuk olmadan benimle yaşayabileceğine inanıyorum. Ama ben ona bunu yapabilir miyim, bunu bilmiyorum. Allah umarım iyi yazı yazmıştır bana.
NEREYE DEFNEDİLDİĞİNİ BİLMİYORUM
Nasıl öğrendiniz, size nasıl söylediler bebeğinizi kaybettiğinizi?
- 6 Nisan sabahı erken uyandım. Direkt çocuğun yanına gitmek istedim, kapıdan sokmadılar. Sonra bir baktım Musa geldi. Bizi bir odaya oturttular. Doktor Musa’yı çağırıp beni çağırmayınca anladım. Sonra Musa dışarı çıktı ve “Seren, kızımızı kaybettik” dedi. Yıkıldım... Kızımın yanına bir daha gidemedim. Eğer gitseydim, şu anda hiç kendime gelemezdim. (Ağlıyor) Musa ile birbirimize sarıldık, ağlaya ağlaya odamıza çıktık. Başka ne yapabilirdik ki... Sonra Musa kızımızı aldı, defnetti. Ama ben nereye defnedildiğini bilmiyorum. Bilirsem, günlerce o mezarlıktan çıkmam. Evde şu an bebek konusu açılmıyor. Zaten bebek görmeye, bebek reklamları izlemeye bile dayanamıyorum. Özellikle şu haziran ayının gelmesini hiç istemiyorum. Çünkü haziranda doğum yapacaktım. Bu benim için çok büyük bir travma. Her gün “Bugün ayın kaçı?” diye soruyorum.
BEBEK EŞYALARINI SANDIĞA KALDIRMAKTAN YORULDUM
Kızınızı gördünüz, kokladınız, sevdiniz. Tabii ki onun acısı çok daha farklıdır...
- Evet... Kızımı görmüş olmasaydım, ona dokunmasaydım, o annelik hissini hiç bilmemiş olmasaydım, bu kadar yıkılmazdım. Üç yıldır herkes bana hep taziyeye, başın sağ olsun demeye geliyor. Ve ben bir loğusalık dönemi geçiriyorum, evime çocuksuz dönüyorum. O loğusalık döneminde sütüm geliyor, göğüslerim şiş ama ben sütümü veremiyorum. Çünkü kucağımda çocuk yok. (Ağlıyor) Bunun acısını tahmin edemezsiniz, ki ben bunu üç kez yaşayan bir kadınım. Allah sevdiği insanları sınarmış. Ben de böyle düşünüyorum. Acıların karşısında duvar gibi durmayı öğrendim. Allah bana çok iyi bir eş verdi. Sabahları uyandığım zaman bana sarılır ve “seni o kadar seviyorum ki bu kadarı fazla değil mi” der. Banyodan çıkarım, saçımın arkalarını kurutamıyorum, ıslak kalıyor diye, hastalanırım endişesi ile saçımı kurutur. Ayağıma çorabımı giydirir. Böyle bana çok düşkün ve sevgi dolu bir eşim var. Karısına bu kadar şefkatle davranan bir eş, kim bilir ne kadar iyi de bir baba olur. O yüzden Musa çocuğu çok hak ediyor. Çok iyi baba olur. Yani ben, kendini geliştiremeyen bir kadın gibi utanmaya başladım. Psikolojik olarak beni yıprattı. Devamlı bebeklerin eşyalarını kaldırıp, sandığa koymaktan yoruldum.