Serdar’ın Seyir Defteri

Güncelleme Tarihi:

Serdar’ın Seyir Defteri
Oluşturulma Tarihi: Ocak 02, 2004 09:12

İstanbul-Kars, Erzurum-İstanbul, İstanbul-Ankara-İstanbul uçarken, bir iki not almışım. Şimdi anlatmazsam üre yapacak, hissettim: (1) Airbus’un tuvaleti beni öğrencilik günlerime götürdü. (2) Esenboğa’da Türkiye’den renkler ve kokular (3) Amcam üşüdü (4) Uçakta yanımda oturan terörist (4) Ben olsam bombayı nerede patlatırdım?

Haberin Devamı

İstanbul’dan Kars’a uçarken, Allah’ın emri rötar dışında, uçağa, personele, servise söyleyecek laf yoktu. (Buzdolabından çıkmış, taze kaşarlı ve hıyarlı sandviçler hariç...)

Ancak, mesela İstanbul-Ankara uçan Airbus A-310’un tuvaleti... Boşken bile meşgul ışığı yanan tuvaletler çok nostaljikti, bana Hacı Abi’nin kahvesini hatırlattı.

Karaköy’de, Allah selamet versin, Hacı Abi’nin bir kahvesi vardı, bizim okulun lokali sayılırdı. Boş vakitlerimizde okula gider, ders saatlerinde okey oynardık. Merdiven altında bir alaturka kenefi vardı. Taşları sararmış. Kapısı (koku sızdırmasın diye) sıkı sıkıya kapalı dururdu. Tutamayacak kadar çişi gelen, başka çaresi yoksa, kararlı adımlarla tuvalete gider, dışarıya hava sızmasın diye hızla içeri girip kapıyı kapar ve ihtiyaç giderirdi. Ancak bu önemli bir antrenman isterdi. Hatta tekris gerektirirdi. Çünkü boğucu ve göz yaşartıcı amonyak kokusu yüzünden, içeride kaldığınız sürece (1) nefesinizi tutmanız (2) mümkünse gözünüzü de kapalı tutarak çiş etmeniz ve (3) en kısa sürede kendinizi dışarı atmanız gerekirdi.

THY uçağının tuvaleti işte bana bu güzel öğrencilik günlerimi hatırlattı. Hostesler de konuyla ancak Hacı Abi kadar ilgilendiler.

Haberin Devamı

Ankara-Kars uçağındaysa Türkiye’nin ne kadar ileri bir memleket olduğunu gözlerimle gördüm. Uluslararası havacılık kuralıdır biliyorsunuz, iç sefer, dış sefer fark etmez, anonslar en azından yerel dil artı İngilizce yapılır. Kars uçağında da riayet edildi bu kurala.

Ancak hostesler, malum gösterilerini (hani çıkış kapılarını göstermek, can yeleği takıp ipini çekmek filan...), güvenlik kuralları Türkçe okunurken değil, İngilizce okunurken yaptılar.

Görüntüde ufak bir kayma oldu yani...


*

OTANTİSİTE !

Ankara’dan İstanbul’a gelirken, senenin son günü, Esenboğa havalimanı bir Anadolu kasabasının otogarını hatırlatıyordu. Lastik ayakkabısını çıkarmış, iki kişilik bekleme koltuğuna yatmış, horultusu (ve sair hava çıkışları) meydanları inleten bir amcam, ayağını altına almış oturan iki kara çarşaflı teyze (dini çarşaf değil, örfî çarşaf), ayaklarını uzatıp oturmuş yün ören bir diğeri, ortalıkta bağıra çağıra oynayan sümüklü bebeler, bir tanesi X-Ray cihazının içine dalmaya teşebbüs edince havalimanının öteki ucundan “Necmiiiiiiiiiii, boynun devrilsin g..tü pohlu, gel len buraya!” diye bağıran annesi, “g..tü pohlu Necmi” laf dinlemeyince, durumdan vazife çıkarıp koşan ve bir kolundan tuttuğu bebe’yi eşek sudan gelinceye kadar döven ablası, iple bağlı tahta valizler, ayak kokusu...

Haberin Devamı

Benim bu söylediklerimden bir şikayetim olmadığını, şikayet etme hakkımızın bile olmadığını, hatta kalkıp, sırf “bunu” yaşamak için Anadolu köylerini, kasabalarını gezdiğimi artık biliyorsunuz...

... da, ben bu manzaraları, bu kokuları “yerinde” severim! Esenboğa Havalimanı, TC’nin başkenti Ankara’nın uluslar arası havalimanında, biraz tuhaf oluyor.

Eee, ne yapalım? derseniz, bilmiyorum.


*

POHUM DONDU...

Ankara buz gibi. Dışarıda hava -8 derece. Apronda, malum oranın adı “Esen”boğa, ayazda, muhtemelen hava -10, belki -15! Havalimanının alt katında yolcular otobüs, otobüsler yolcu bekliyor. Giren çıkan sebebiyle, otomatik kapılar sürekli açık. Donuyoruz.

Haberin Devamı

Derken, yukarıda tarif ettiğim (nereye gittiğini söylemiyorum) yolculardan biri, sonunda kendini tutamıyor, oturduğu yerden bağırıyor:

- Ula örtsenize şu kapıyı gatavlar, pohum dondu lan!

Kahkahalardan memnun...


*

HER ARAP TERÖRİST MİDİR, A SERDAR!

Ankara-İstanbul. Uçak yarı dolu. Ama hepimiz ön tarafta tıklımız. Airbus’un cam tarafındaki ikili koltuklarında bir yer vermişler bana. Komşum zaten iki kişilik, adamın değil göbeği, ayakları bile sığmıyor dar koltuklara.

İlk kez uçağa binmiş gibi bir hali var, biniş kartını bana gösteriyor, gak guklarla doğru numarada olup olmadığını soruyor. Olabilir.

Paltosunu üst bagaja koyabileceğini bilmiyormuş, etraftakileri yapınca taklit ediyor. Derken pişman olmuş gibi, fırlıyor yerinden, paltosunu geri alıyor, cebinde telaşla bir şey arıyor, bulunca rahatlamış gibi yerine oturuyor.

Kıllanmaya başlıyorum...

Haberin Devamı

Derken, uçak henüz yolcu alıyor, cep telefonunu alıp bir işler çeviriyor. Telefon çalıyor, alçak sesle “Yes, yes under plane, under plane” diyor (Evet, evet, uçağın altında!”) Sonra kendi kendine Arapça bir laflar ediyor.

Kıllarım iyice uzuyor...

Sürekli terliyor. Bir kapıya bakıyor, bir percereden dışarıya, bir telefonuna...

Neredeyse hostesi çağırıp, “Bey, El Kaide’den galiba” diyeceğim...

Telefonu bir daha çalıyor, fısıl fısıl konuşuyor, ama duyuyorum, ayıptır söylemesi kulak kabarttığım için. (Bir taraftan da ertesi günkü Hürriyet’i hayal ediyorum. Ya “Arkadaşımız Serdar Devrim, Ankara uçağını Kabil’e kaçıran teröristleri anlatıyor!” Ya da “Arkadaşımız Serdar Devrim, Bilmemne Kulesi’ne çakılan uçakta hayatını kaybetti.”)

Haberin Devamı

“Money? Put to the bank? Hamd, hamd...”

”Tamam, diyorum kendi kendime, Usame parayı hesaba yatırmış.”

Amcam gevşiyor, rahatlıyor... Konuşmasını şu cümleyle tamamlıyor:

“Yes, yes, I’m under plane. See you İstanbul...”

Gücüm yetse (herif zebella gibi) bir kafa atıp, “Ulan ona ‘under plane’ (uçağın altında) demezler, ‘on the plane’ (uçaktayım) derler, ödümü koparttın!”


*

BEN TERÖRİST OLSAM...

Rahatlayınca, diğer yolcuları dikizlemeye, dinlemeye başlıyorum. İki genç kız arkamdaki koltukta konuşuyor. Sanki biraz “birileri duysun” istiyorlar gibi. Konu Yılbaşı programı.

Biri, diğerine bu gece (31 Aralık) ne yapacağını soruyor. "Nişantaşı'ya” (lahavle) gidecekmiş, güzel bir “klap” bulmuşlar... Diğerine ısrar ediyor, sen de gel diye. I-ıh korkuyor beriki. Sebebini de psiko-sosyolojik olarak izah ediyor:

- Şimdi adam bombayı patlatacaksa Taksim’de patlatır, di’mi?
- E herald!
- Ama Taksim’de polis arama yapacak, adam aptal diil herhal, Taksim’e gidecek kadar di mi?
- Bilmem...
- Onun için, şimdi ben olsam, Nişantaşı’ya gider, orada patlatırım bombayı...

Lahavle...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!