Senfonik pop, neden olmasın!

Güncelleme Tarihi:

Senfonik pop, neden olmasın
Oluşturulma Tarihi: Aralık 06, 1998 00:00

Haberin Devamı

3,5 yaşından beri klasik müzikle içiçe geçmişlik, Avrupa ve Türkiye'de klasik müzik kariyeri... Sonra Galatasaray Marşı ve Cumhuriyet Şarkısı bestelediniz. Son olarak da Türk pop sanatçılarıyla aynı sahnedeydiniz. Bu süreci anlatır mısınız?

- Hiçbir zaman klasiği bırakmayı düşünmüyorum. Kesinlikle tarz değiştirmedim. Sadece klasik birikimimi daha yeni bir tür ortaya çıkartarak kullanmak istiyorum. Başka bir yöne sapış değil bu, ‘‘senfonik pop’’ tarzında birşey. Türkiye'de ilk olduğunu sanıyorum. Bununla ilgilenirken çok eğleniyorum. Çünkü senelerdir bir Chopin, bir Beethoven çalmak, fazla yaratıcı gelmiyor bana.

Klasik alanda bir besteci olmayı düşünmediniz mi?

- Düşünmedim. Bazen gece oturuyorum, sabaha kadar bir söz yazıyorum, sonra da oturup besteliyorum. Tarzım popa kaçıyor. İçimden böyle geliyor. Babam caz severdi, pop severdi. Şamdan'dan çıkmazlardı. Bizim evde ben kendi egzersizlerimi yaparken, hep o müzikler dinlenirdi. Ben de derdim ki, niye bana bu müziği yaptırıyorlar da onu seviyorlar diye ve o müzikten, diskoteğe gitmekten nefret ederdim. Şimdi, içimde böyle birşey varmış ki o çıktı. Milyonlarca piyanist var Chopin, Beethoven çalan. Bana çok özel birşey yapıyormuşum gibi gelmiyor.

Türkiye'de de ‘‘milyonlarca’’ popçu var...

- Ama ben onların arasına girmedim. Benim bestelerim senfonik orkestra tarafından seslendirildi. Ben bunu sahnede yapmayı seviyorum.

BUNU BEN YAPTIM DEMEK

Ama pop furyasından etkilenmiş görünüyorsunuz...

- Kesinlikle evet. Türkiye'de ilk uzun kalmaya başlayınca, bundan bir yıl önce, akşamları pek dışarı çıkmazdım, evde televizyon seyrederdim. Klipleri, kimselerin beğenmediği Şımarık gibi parçaları beğeniyordum. Annem, ‘‘utanmıyor musun?’’ diyordu... Ama hoş şeyler yapılabilir diye düşündüm. Nilüfer'e hayranım. Sertab'la, Fatih Erkoç'la çalıştım, bizim dünyadakilerden çok renkli insanlar.

Klasikten sıkıldınız galiba...

- Hayır. Devam ettiğime göre... Bundan sonra bırakamam, devam etmeye mecburum. Ama kendimi zaman zaman patlamaya hazır, yaratıcı bir insan olarak görüyorum. Onu da klasik alanda yapamıyorum ve bu beni tatmin etmiyor.

Klasik müzik kariyeriniz neredeyse siz doğmadan önce programlanmış. 3,5 yaşında piyanonun başına oturmuşsunuz. Ben çalışırken ailem pop dinlerdi, diyorsunuz şimdi. Bütün bunlara tepki olabilir mi popa yönelmek?

- Olabilir. İstediğimi yapabilecek yaşa geldim demek gibi birşey. Tamam öğrendiklerimi bırakmak, o camiadaki ismimi kaybetmek istemiyorum ama bana dediler ki şunu içeceksin, demediler ki şunu şunu iç de birini seç! Önce kızmasınlar diye içtim, sonra kendim sevdiğim için, sonra alışkanlıktan. Sonra dışarda kabul ettirebilirsen kendini, birşeysindir, dediler. Takdir gördüm, devam ettim. Yıllardır konsere çıkıyorum, ilk kez Sertab'larla sahneye çıktığımız gün, ‘‘Bugün konserim var’’ diye zıplıyordum.

AYDA 10 KONSER

Klasik konserlere çıkarken böyle hissetmediniz mi hiç?

- Hayır. Yani bir Chopin'i bir sürü kişi yorumlamış. Acaba benim yorumum da ötekiler gibi beğenilecek mi, böyle bir tedirginlik var. Oysa burada kendi kendinizin yarattığı birşey var. Çalarken bunu ben yaptım, demenin heyecanı var. Bir tango yazmışım mesela, içimden onu o an çalmak değil dansetmek geliyor. Kendimi hayata daha yakın hissediyorum. Hislerimi, aşkımı ve öfkemi daha rahat ifade ediyorum. Derler ki klasik çalarken çalışından aşık olup olmadığın anlaşılır! Hayır hiç de öyle değil. Ama ben bir parça yazdığımda anlaşılıyor hemen ne mood'da yazıldığı.

Ne zamandan beri böyle hissediyorsunuz?

- İçim çok doluydu. Çok küçük yaşta dışarı gittim, genç bir kız için çok çabuk olgunlaştım. Birkaç yıl önceye kadar, düşüncelerimi yazacağım, kitap yapacağım diyordum. İçinde, mahrem ya da açık, yaşadığım tüm şeyler olsun, ben ölünce yayınlanır diyordum. Yazmaktan parmaklarım yoruluyordu, daha kısa olsun, dedim ve şiir yazmaya başladım. O da bana yetmedi. Müzikte de bu duyguları veremiyordum. Sonra şarkı yazmaya başladım, her şarkının öyküsünü, nasıl bir duygu anında yazıldığını da not düştüm. İçimdeki duyguları çıkardım. Bu da kitap yazma fikrinin yerini aldı.

Sizin sesiniz nasıl, şarkı söylemeyi düşünüyor musunuz?

- Konserde Cumhuriyet Şarkısı'na katıldım ama sesimi hiç dinlemedim, şarkıcı olmaya da hiç özenmedim. Yine de bilmiyorum. Şöyle diyeyim; en başta aileme, anneme ve babama çok müteşekkirim, çok iyi bir eğitim almam için beni motive ettiler. Ama gelin görün ki benim kişiliğim klasik dünyanın çok daha dışına fırlaması gereken bir kişilik. O yüzden şimdi demiyorum ki şarkıcılık yapacağım, ama kafama koyarsam, onu da yaparım.

Klasik müzik dünyasının size uymayan yanları neler?

- Klasik çalan biri çok disiplinli olmak zorunda. Mesela konserden önce erken yatacak filan... Ben iyi organize olmayı seviyorum ama disiplini değil! Sanki yakışmayan bir elbise giymiş gibi oluyorum. Yine de giyeceğim, Türkiye içinde ayda on konseri filan buluyor klasik konserlerim. Ama ara sıra çıkartıp başka şeyler de giymek istiyorum.

Londra'dan kopuşunuzun nedeni bu mu?

- Londra'daki insanlar da biraz konservatif. Bu yapmayı düşündüğüm şeyi de kabullenmeleri mümkün değil. Orada yalnızlık hissediyordum. Türkiye'yi, Türk insanını çok sevdim.

Türkiye'yi yeni keşfettiniz yani?

- Evet, ama şans vermemişim ki kendime. Özellikle 1990'dan beri, babamdan sonra, Türkiye'de benim için büyük bir eksik var, diye düşünüyordum. Şimdi babamın gittiği bir yerde yürürken, babama daha yakın hissediyorum kendimi, halbuki bugüne kadar kaçıyormuşum.

O, sekiz yıl önce, bugün hala ‘‘bilinmeyen’’ birilerinin silahından çıkan kurşunlarla öldürülmüş ünlü bir gazetecinin, Çetin Emeç'in kızı. Ama Türkiye'de ve batıda tanınmasının nedeni bu değil. Piyano koltuğuna ilk ‘‘çıktığında’’ üçbuçuk yaşındaydı. Yıllarca, babası değilse de ‘‘kuşları’’ onunla birlikte derse girdi ve tüm haberler Hürriyet'e uçtu! İstanbul Belediye Konservatuvarı'ndan sonra Avusturya hükümetinin bursuyla okumaya gittiği Salzburg Mozarteum Müzik Akademisi Mehveş Emeç'i Türkiye'den uzaklara düşürdü. Bir de babasının yokluğu... Konser piyanistliği ve pedagoji master'ı, Fransa Ravel Akademisi'nden en iyi Ravel yorumcusu ünvanı, Atina'nın konser sarayı Megaron'da sahneye çıkan ilk Türk, Londralı piyano hocası Maria Curcio'nun asistanı, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası solistliği ve şimdi de Devlet Sanatçısı; bugüne kadar çoğu yurtdışında geçen sanat hayatındaki bazı köşetaşları bunlar. Artık daha çok Türkiye'de ve geçen ay gerçekleştirdiği bir programla hem yakınlarını, hem dinleyenlerini biraz şaşırttı: 60. kuruluş yılını kutlayan IBM'in gecesinde yine klasik çaldı ama ikinci bölümde Sertab Erener ve Fatih Erkoç'la sahneyi paylaştı ve pop şarkıları seslendirdi. Hem de müzikleri ve bazılarının sözleri kendisine ait olan pop şarkılar! Galatasaray'ın dillerden düşmeyen marşının, Cumhuriyet Şarkısı'nın altında da onun imzası vardı. Babaya ithaf edilen, sevgiliye kızgınlıkları anlatan, hasretten sözeden şarkılar da yazmıştı. Bugüne kadar bestelediği şarkıların sayısı 30'u buluyordu ve o klasiği bırakmamak kaydıyla, başka bir tarz denemek istediğini yüksek sesle dillendiriyordu. Ve bundan dolayı çok mutluydu. İşte şimdiye kadar tanımadığınız bir yönüyle, piyanist Mehveş Emeç...

Babam Çetin Emeç

Babanız ne derdi yeni besteleriniz için?

- Babam katı kurallarıyla tanınır, bana karşı da öyleydi ama hoşgörülüydü de. Derdi ki o delidir, sanatçıdır, yapar!

Gazeteci, üstelik üst düzey yönetici ve yazarsa ailesine çok vakit harcayamaz. Sizin ilişkiniz nasıldı Çetin Emeç'le?

- Tabii ki bize aile hayatını özlettirmişti. Ben şimdi şu çalışma tempomla bir ailem olsa, başaramam herhalde. Çünkü daha yapmak istediğim çok şey var. Babam sevgi dolu bir insandı ama evlenmemesi gerekirdi bence. Ne kadar zor, tamam annemi sevmiş evlenmiş, sevdiği çocukları olmuş ama onu tatmin eden şey aile hayatı değil, işi.

Şimdi anlıyorsunuz onu, çocukken kızar mıydınız?

- Küçükken yalnız hissediyordum kendimi. Annemle yakın bağım vardı ama babam daha tutucu olmasına rağmen, sorunlarımı onunla paylaşıyordum. Beş yaşındayken pazarları baba kız çay içmeye gidermişiz. Sonra görüşmek iyice zorlaştı tabii, randevu alırdım.

Babanınızın sözü geçmişken... Türkiye'deki politik ortam, onu kaybetmenize neden olan olayların çokluğu, bütün bunlar gündeminizde ne kadar yer kaplıyor?

- Politikacılan dünyanın her yerinde aynı, şaşırmıyorum. Babamın davasına gelince, bunu kimse değiştiremez ki, arkasında çok büyük bir güç var bence. Kamufle edilmek istendi hep, sadece babamınki değil. Ama bu gizli gücün bir gün çıkacağına inanmak istiyorum.

Sanki bir ara bir çorap sökülüyor gibi oldu, bir bağlantı kurabildiniz mi, yaşadığınız olayla?

- Sanki çorap sökülüyormuş gibi olur ama ben çok iyi biliyorum öyle gitmeyeceğini. Onun için hiç ümitlenmiyorum. Belki çok seneler sonra... Birtakım şeyler bizim gücümüzle, öfkemizle hallolmuyor.

Cimbom Galatasaray!

Cimbom Galatasaray/ Galatasaray Şampiyon/ Cimbom Galatasaray/ Şampiyonum Cimbomum...

Son zamanlarda sık sık duyduğumuz bu marş da onun piyanosunun tuşlarında yaratıldı. Hikayesini şöyle anlatıyor: ‘‘Benim ailem dört kuşaktan Galatasaraylı. Hem okuldan, hem taraftar olarak. Benim futbola pek ilgim yok ama yenilgi olduğu zaman evde matem olurdu. Öyle bir atmosferde büyüdüm. Son şampiyonluğundan önce, Londra'ya Galatasaraylılar gelmişti. Aralarında İnan Kıraç vardı, bir de kızı İpek. Bir marş yazsana dediler. Ben de bunu ciddiye aldım. Oturdum yazdım. Söz lazımdı. Biz İpek Kıraç'la akşam kafa kafaya verdik. İpek, 14 yaşında çok yaratıcı bir kız, bana çok ilham verdi. Sözlerde ikimizin imzası var.’’

Neyi nasıl besteledi?

Uzak Bir Rüya. Babası Çetin Emeç'in doğum günü olan 14 Mayıs'ta besteledi: ‘‘Bir sabah uyansam, yanımda seni bulsam...’’

O Eski Şamdan Geceleri. ‘‘Geçmişi düşünürken o kusursuz günler geldi aklıma...’’

Tekrar Buluşuncaya Dek. ‘‘Artık oyun bitti, şimdi veda zamanı. İkimiz de rollerimizi mükemmel oynadık bence. Başka bir oyunda tekrar buluşuncaya dek... Elveda oyuncu! (Bu şarkıyı Reha Muhtar'a ithaf ettiği dedikodusu yapıldı. Oysa o bunu kabul etmiyor: ‘‘Bende iki erkek derin iz bıraktı, biri Çetin Emeç, diğeri ismini vermek istemediğim, çok sevdiğim biri ama Reha Muhtar değil!’’)

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!