Güncelleme Tarihi:
İkili, kadın üzerinde kurulan ‘yaş ve güzellik baskısı’ hakkında sohbet etti. Oscar’lı oyuncu Philip Seymour Hoffman’la kamera karşısına geçmeye hazırlanan Alabora, röportajında bu sürpriz film projesini de anlattı.
Philip Seymour Hoffman ile aynı filmde yer alacağını duydum. Filmin konusundan, rolünden ve hislerinden biraz söz eder misin?
- Bir festival filmi olacak. Philip Seymour Hoffman ve Willem Dafoe oynuyor. Yönetmen Anton Corbijn. Film, 11 Eylül’den sonra dünyada Müslümanlara uygulanan şiddeti anlatıyor. Konusu şöyle: Çeçen uyruklu birinin Hamburg limanına inmesiyle, terör eylemi için geldiğini düşünen gizli bir servis harekete geçiyor. Ben, oturma izni olmayan Müslüman bir kadını oynuyorum. Bu çocuğu evime alıyorum. Eve gelince bütün gözler bize çevriliyor... John Le Carre’ın romanından uyarlanan bir film bu. Öyküsünü galiba bir İngiliz ajan yazmış. Aynı zamanda bir Türk, Guantanamo Hapishanesi’nde beş yıl kadar tutuklu kalıyor. Çeşitli işkenceler görüyor ve sonra serbest bırakılıyor. Biraz onun, biraz da İngiliz ajanın öyküsünün karışımıyla oluşan ve romandan adapte edilen bir film. Tabii romanı okumadığım için ne kadarı alındı, tam olarak bilmiyorum. Ama senaryo gerçekten çok güzel. İyi bir film olacağını düşünüyorum. Biraz heyecanlıyım. Film 24 Ekim’de gösterime girecek. İlk olarak da bizim sahnelerimizle başlıyor.
Normalde beşinci sınıf Hollywood filmlerinde iki dakika göründü diye sayfalarca demeçler veren oyuncularımız varken senin manşetlerde olman gerekmiyor mu?
- Türkiye’de böyle şeyler pek önemli olmuyor. Nuri Bilge, Cannes’da ödül aldı, bütün gazeteler kısacık geçtiler. Böyle şeylere pek değer vermediğimizi düşünüyorum. Bazı insanlar göz önünde olmaktan hoşlanıyorlar, tanıtım için kendileri uğraşıyorlar. Ama benim öyle bir yapım yok.
BU DÜZEN, KADINI ‘PAKET PROGRAM’ KABUL EDİYOR
Bir röportajında “40 yaşını aştığı gün kadın için sinema bitmiştir” demişsin. Sen böyle bir baskıyı hissettirecek ne yaşadın ya da gördün?
- Sadece bizde değil, kadının üzerindeki bu yaş baskısı, dünyanın her yerinde var. Kadına erkeğe ‘sunulacak’ bir şey olarak baktıkları için pürüzsüz, genç, alımlı ya da güzel kadın isteniyor. Yeşim Ustaoğlu yönetmenliğinde “Pandora’nın Kutusu” filmini yapmıştık. O filmdeki Belçikalı oyuncu 92 yaşındaydı. Vallahi herkes şöyle diyordu; “Ay ne bu, yaşlı bir insan oynuyor başrolde!” Bu tepkiler bana çok tuhaf geliyor. Sanki insanlar hayatın gerçeğiyle karşılaşmak istemiyorlar. Mesela bizim magazin basınına bakıyorsun, Pamela Anderson için, kadının yaşına göre vücudunun gayet iyi olmasına rağmen şöyle yazıyorlar: “Yıllar, ona da acımamış!” Ne istiyorlar anlamıyorum ki? Kadınlar sürekli aynı yaşta mı kalacaklar? Yaşlanmayacaklar mı? Ayrıca yaşlanmanın nesi bu kadar kötü? Hayatın gerçeği bu! Ne yazık ki erkek egemen toplum bunu, kadını aşağılamak için kullanıyor. Bu yüzden de hep daha güzel kadınları sunmaya çalışıyorlar. Ben tüm dünyanın bir ‘erkek toplumu’ olduğunu düşünüyorum ve bu düzen kadını ‘paket program’ olarak kabul ediyor.
Sözlerinin bilimsel dayanağı var. Şöyle ki; Uluslararası Medya Takibi Projesi kapsamında (2000) Prof. Dr. Ayseli Usluata’nın dünyada aynı gün ve aynı saatte incelenen tüm medya haberleri araştırması raporuna göre, ‘haber seçiminden sunumuna kadar medyanın evrensel olarak cinsiyetçi bir yaklaşım sergilediği’ sonucuna varılmış. Ne diyeceksin?
- İnsanları mayolarıyla çekiyorlar ve ‘selülitleri var’ diye yazıyorlar. Bu nasıl bir şey anlayamıyorum. İnsanın selüliti olur, olmaz. Boyu kısa olur, uzun olur. Şişman olur, zayıf olur. Bu fiziksel özellikler bizde aşağılama unsuru olarak kadına yapılıyor, erkeğe yapılmıyor. Ben bunu gerçekten ‘kadına şiddet’ olarak görüyorum. Judi Dench 85 yaşında falan, kadının kaç tane şahane filmini seyrettik. O yaşlardaki kadınların başrolde oynadığı o kadar güzel hikâyeler var ki. Bizde 85 yaşında bir kadın oyuncu var mı sinemada?
BEN DİŞLİ KADINIM KENDİMİ EZDİRMEM
Kadınların üzerindeki bir başka dayatma da güzellik. Bu dayatma ve baskılardan kendini nasıl koruyabiliyorsun?
- Pek girmemeye çalışıyorum. Ben biraz dişli bir kadınım, ezdirmem kendimi. Biri herhangi bir şey söylediğinde gayet güzel cevabını veririm. Belki ondan çok fazla yaklaşamıyorlar. Tarzım farklı, yaşam biçimim farklı. Kendilerinden zayıf, ulaşabilecekleri ya da ezebilecekleri insanlara daha fazla bulaşıyorlar. Ben aslında hiçbir zaman, bugün yaptığımız çekim tarzında bir kadın olmayı tercih etmedim mesela. Bu bir tercih meselesi.
Bazıları göz önünde olmaktan hoşlanıyorlar, tanıtım için kendileri uğraşıyorlar...
- Ama benim öyle bir yapım yok. Onu tercih etmiş olsaydım, gazetelerde çok hoş, sürekli güzel giyinen hallerimi görebilirlerdi. Ben hayatımda daha çok serseriliği sevdim. Bundan dolayı çok güzel olmak yerine, çok iyi olmayı, çok iyi oynamayı ve özgür olmayı seçtim. Böyle olunca çok makbul bir şey yapmıyor oluyorsun tabii. Ötekini yapsan eminim ki roller bile değişirdi, bambaşka roller gelirdi. Ben böyle mutlu oluyorum. Tabii ki ister istemez, daha bakımlı görünmek zorundasın. Halbuki benim hiç öyle bir ruhum yok. Ayağıma yırtık pantolon giyip dolaşabilecek kıvamdayım.
İNSANI GÜZELLEŞTİREN YÜZÜNÜN HİKÂYESİDİR
Yaşlılık ideolojisiyle savaşta dile yerleşen etiketlerle; örneğin yaşlanmak yerine yaş almak; “Kaç yaşına bastın?” yerineyse “Kaç bahar gördün” diyerek başlayamaz mıyız?
- Aslında enteresan olan kadınların birbirlerini yaştan dolayı aşağılaması. Erkek egemen toplum içinde kadın da iktidardan biraz pay alabilmek için hemcinsine bu şekilde davranıyor. Kadınlar hep birbirlerine bakarlar, kilo mu aldın diye! Kilo verdinse, neden? Üzüntülü müsün? Çok tuhaf ve dehşet verici sorular sorarlar. Doğrudan baktıkları şey senin fiziğin, yaşlanmış mı, yaşlanmamış mı, kilo mu almış, estetik mi yaptırmış? Ne güzel bir film yapmışsın, iyi oynamışsın gibi sorular hiç sorulmuyor. Seni biraz iyi görse, “Bir şey mi yaptırdın?” diye sorar. “Yok yaptırmadım” dersin, “Yok canım yaptırmışsın” der.
Senin televizyon ya da sinemada güzel kadınların kimler?
- Dünya sinemasından Cate Blanchette, Isabelle Huppert’i beğenirim. Kişilikli, ifadeli yüzleri ve yetenekli insanları beğeniyorum. Çok güzel olabilirsin ama eğer ki gözlerin anlamlı bakmıyorsa ve yüzünde bir yaşanmışlık yoksa, resim gibi bir şey oluyor benim için. Sadece bir fotoğraf. Derinliği olmayan bir şey. Derinliği olmalı insanın. Yüzünün hikâyesi olmalı. İnsanı güzelleştiren bu. Dünya sinemasına baktığın zaman da gerçekten bu tür kadınlar ön planda. Bir insan hem güzel ve hem yetenekliyse orada hiçbir sorun yok. Boş güzellik erkekte de hoşlandığım bir özellik değil.
ÇOK ŞEY YAŞADIM AMA HEP İLERİ BAKIYORUM
Oğlunuz Can Yücel de sinema eğitimi aldı, babasıyla birlikte çalışıyor. Anne-oğul ilişkiniz nasıldır?
- Çok iyi. Aslında güzel tarafı şu, hem ben onun arkadaşlarıyla anlaşabiliyorum ve vakit geçirebiliyorum hem de o benimkilerle. Çocukluğundan beri kendinden büyüklerle arkadaşlık kurmayı sever Can. Biraz benim de hafif zıpır tarafım olduğu için bazen aynı yerlerde dolaşıyor, aynı yerleri geziyoruz. Festivallere gidiyoruz, tatile çıktığımız oluyor; yani çok iyi bir anne-oğul ilişkimiz var.
Şair Can Yücel’e hayranlıktan ötürü mü böyle bir isim koydunuz?
- Biz de sonradan farkına vardık. Doğum sırasında Can olsun istedik, sonra baktık ki Can Yücel oldu.
İki erkeğe kendini adayan bir kadın olarak mı, yoksa yola devam diyen bir kadın olarak mı tarif ediyorsun kendini?
- Yola devam eden bir kadın olarak. Hep geçmişe bağlı kalırsak o çok obsesif bir durum. Ne yaşanırsa yaşansın ileri bakmak gerekiyor. Önümüze bakarak devam etmemiz lazım. O kadar çok şey yaşadım ki, acı-tatlı... Ama ben hep ileriye bakıyorum.
BİZ KENDİMİZE BAKMAZSAK BİZE HİÇ KİMSE BAKMAZ
Beden ve cilt bakımı konusunda hassas mısındır? Neler yaparsın mesela?
- Ben haftada üç gün pilates yapmaya çalışıyorum. Yürüyorum. Bedenime, yiyeceklerime dikkat ediyorum. Dikkat etmediğim dönemler de olabiliyor. Bizim mesleğimiz bedenle çok orantılı. Biz kendimize bakmazsak, bize hiç kimse bakmayabilir. 10 sene sonra sefil bir halde olmamak, ayakta durabilmek için bedenimize bakmalıyız.