Gramofon ise Hálá Çalıyor'du. Kamelyasız Kadınlar'ı, Kırık Bir Aşk Hikayesi, Perisi Kaçmış Yazılar'ı vardı. Ayrıca İstanbul Yalnızlığı; ama Ay Hálá Güzel'di. Ve dahası... Senaryolar, televizyon sohbetleri, eski romancılarımıza vefa borcunu ödeyen Aşka Davet dizileri... Sonra, bu kez soframıza, Evimizin Tek Istakozu geldi. Selim İleri, şimdi de sevimli ve romantik bir ‘‘Oburcuk’’ olarak çıkıyor karşımıza: Sofralarımızı yeniden renklendiriyor, tatlandırıyor, ama bunu anıların, şiirin, edebiyatın içinden geçerek yapıyor. Sahlepten menekşe bonbonlarına, annesinin patatesli böreğinden Anadolu çorbalarına, etli kış ve yaz dolmalarından haşlamalara, hatırladığı turşulara, ablasının domateslerine... Oburcuğu sarıp sarmalayan sıcacık yemekler, sevgilisi kekik, alçakgönüllü nane, ‘‘Hani Bana Köftesi’’, vapurdaki şiir, mayonezli levrek, sofra bahçeleri... Reşat Nuri'den Comus Mascula'ya, hepsi, Doğan Kitap'tan önümüzdeki hafta piyasaya çıkacak olan Oburcuğun Edebiyat Kitabı'nda... Ama yayınevinin önemli bir hatırlatma notu var: Selim İleri Evimizin Tek Istakozu'nu yayımladığında yer yerinden oynamış, herkes mutfağa koşup bu yemekleri pişirmişti. Zehirlenme olaylarından elbette yazar sorumlu değildi!
Hayatımda bu kadar romantik bir ‘‘yemek kitabı’’ okudum mu bilmiyorum. Bir de siz anlatır mısınız; ne yapmaya çalıştınız Oburcuğun Edebiyat Kitabı'nda?
- İltifatınıza teşekkür ederim. Ben hep yemeklerin başlı başına bir romantizm olduğunu düşünürüm. Kırık aşk hikayelerinden sonra çoğu insan yemeklere sarılır. Şişman insanların, hele şişman kadınların, hakkı çok yenmiş romantizmlerini, gönül inceliklerini nasıl yadsıyabiliriz? Bu kitap bunları anlatmıyor ama, bu inanç ve duygudan yola çıkıyor. Edebiyatımıza göndermeler yapıyor yemek konusunda. Bugünün moda edebiyatına değil, asıl edebiyatımıza her konuda ne çok şey borçlu olduğumuzu da söylemeye çalışıyor.
Kitapta geçen ‘‘kişiler ve olaylar’’ın hepsi gerçek mi? O kadar tarifi hatırlıyor muydunuz, yoksa bir çalışma yapmanız gerekti mi? Ne kadar sürdü?
- Büyük çoğunluğu gerçek. Ama bazıları öyküsel bir kurgu içinde. Her yazı bir kurguyu gereksinir. Ben Oburcuğun Edebiyat Kitabı'nın çok sıcak bir kitap olmasını istedim. Hayatın umarsızlıklarına adeta itiraz eden, mutluluk vermek amacındaki bir kitap. Böyle bir yapıyı düşündükten sonra kitabı oluşturmaya koyuldum. Kimi tarifleri hatırladığım kadarıyla yazdım, kimi tarifleri kişilere sordum, kitaplardan çıkardım. Bir iki yıl içinde yazıldı hepsi. Ama yemek tariflerinin uygulanması sonucu ortaya çıkacak olaylardan kimse Selim İleri'yi sorumlu tutamaz.
Sizce hangi tür okuyucuya hitap edecek edebiyatsever Oburcuk?
- Evimizin Tek Istakozu çok değişik kesimlerden okurlarla buluşabilmişti, hanım okurlar çoğunluktaydı ama beyler de ilgi gösterdi. Aslında yemekten yola çıkarken anılara, öyküye uzanmak istiyorum her iki kitapta da. Mutfak dilinin inceliklerini yakalamak istiyorum. Türkçe'nin büyük ustası Refik Halid Karay'ın bu soy büyüleyici yazıları vardır. Onlardan esinlendim. Her okura ses yöneltir umudundayım.
Menekşeli bonbon ve şurubun olmadığı bir dünya, sahiden çok mu çekilmez?
- Bilmem; şu sıralar dünyaya umutlarla bakmak istiyorum. Ama bir yandan da menekşeli bonbonların, menekşe şerbetlerinin ışıklar, sevinçler getireceğine inanıyorum. Milyonlarca insanın açlık ıstırabı çektiği bu acı dünyaya savaşı değil, menekşe şurubunu daha layık görüyorum.
Zamanınızı genellikle evinizde geçirdiğinizi biliyoruz. Ne yer ne içersiniz gün içinde? Evde ve dışarda?
- Sağolsun, Gülsüm Hanım'ın emeğiyle, evde her zaman yemek düzeni varlığını koruyor. Eşin dostun sofrası, bir iki sevdiğim lokantanın yemekleri, idare edip gidiyorum. Ama şu günlerde oburluğumun sesini hiç mi hiç dinlemiyorum. O ne külbastılar, ne makarnalar, ne börekler istiyor! Fondonlar, çikolatalı pastalar, kremalılar... Bense, haşlanmış tavuk, yeşil salata veya balık, buharda pişmiş sebze yiyorum. Bu yüzden de gözümün önünden geçen yemek hayelleri için üçüncü bir kitap tasarlıyorum: Rüyalarımdaki sofralar!
Bu kitaptaki en favori yemekleriniz hangileri?
- Hepsini severek, tadını çıkara çıkara yazdım. Ama bir iki favori yemek, tatlı gerekiyorsa, önce mayonezli levrek, ardından ‘‘hani bana köftesi’’, sonra pırasa dolması, sonra annemin patatesli börekleri, sonra cevizli ve rokforlu ıspanak yaprağı salatası, sonra... Görüyorsunuz bitecek gibi değil! Bari en son peşmelbayı söyleyeyim...
KİTAPTAN ROMANTİK PASAJLARMENEKŞELİ BONBONLAR
Menekşeli bonbonlar bütün hayatım boyunca bir sanat eseri gibi yaşadı bende. Belki de ince bir pudra şekeri tabakasının örttüğü, buğulu eflatun renk daha görülür görülmez büyülerdi. Emmeye başladınız mı bir demet kır menekşesinin kokusunu duyardınız. Herhangi bir sebeple menekşeli bonbonu ağzınızdan çıkarırsanız, buğulu eflatunun ışıltılı mor kestiğini saptar, bu alaca, renk değişimine ayrıca gönül verirdiniz (...) Kadıköyü'nden Cihangir'e taşındığımız yıllarda, Comtesse Segur'un yazdığı İpek Prenses masal-romanını okuyacak, menekşeli bonbona bu kez bir masal-romanda kavuşacaktım (...) Hayatım ve duyan insanların hayatları günden güne tatsızlaştıkça, büsbütün acılaştıkça menekşeli bonbonların hatırası daha anlam kazanmaya başladı. Yoğun menekşe kokusunu daha çok duyar oldum.
ROZBİFLİ MUKADDER ABLA SALATASI
Bugünün minibüs yolu, apartman yığını Üst Göztepe'yi kırk yıl öncesinde düşlemeye çalışın (...) Mukadder Abla o köşklerden birinde oturuyordu. İri siyah gözlü, hep gülen, dudakları daima kıpkırmızı boyalı, kömür karası saçları ortadan ikiye ayrık topuz,
balık etinde, uzunca boylu bir genç kadın. ‘‘Şaşaa içinde bedbaht’’ yaşadığı söylenirdi. Kocasının Beyoğlu'nda bir garsoniyeri varmış. Mukadder Abla'ysa bu kocaya hala aşıkmış... Rozbifli salatayı Göztepe'deki köşkte yemiştik (...) Salata karışırken dağılacak, parçalara ayrılacak kadar incelinmiş söğüş rozbif, elle, adeta yaprak yaprak doğranmış yeşil salata, yuvarlak kesilmiş kırmızı turplar, haşlanmış yumurta dilimleri, tadımlık ölçüde
yengeç lopları; tümünü, zeytinyağı, limon, hardal, kalın öğütülmüş karabiber, tuz karışımı sosla terbiye edeceksiniz.
Mukadder Abla şaşaalı bir hayat içinde bedbaht yaşarken, alçakgönüllü evimizde annemle babamın ne ölçüde mutlu yaşadıklarını kestirmek güç. Belki de bunları düşünmezdim. Oburcukluğum başı çektiğinden, daha çok, annemin patates salatalarını düşünür, düşler dururdum. Annemin patatesli börekleri gibi patatesli salataları da lezzetliydi.
SALATA GEZİNTİLERİ
Baştan söylemeliyim: Günlerce sürebilir salata gezintileri. Ormanda, kırlarda, yeşil vadilerde gezer gibi salatalardan salatalara çekip gidebilirsiniz. Derin soluklar alın, içiniz açılsın! Önce şu çiğ yaprakların, çiğ sebzelerin güzelliğine doyun; şu renkler gözlerinizi okşasın: Kıvırcık salatanın yeşili, sahilde geri çekilen dalgadan arta kalmış bir deniz köpüğünü andırarak, deniz köpüklerinden fırfırlı bir dantela olup çıkıyor. Az berisinde yıkanmış rokalar, daha koyu yeşilleriyle hem yeşilin bir başka ayırtısını sunuyorlar, hem zümrüt gerdanlığı andırıyorlar.
Yeşilden gidersek; marul açılıp koyulaşıyor, lahana hafiften yeşermek isterken sararıyor, maydanozun yeşiliyle dereotununki güzellik yarışında ve nane olanca alçakgönüllülüğüyle kendi yeşiline bakılmasını bekliyor. Salatanıza neden çiğ ıspanak doğramazsınız ki? Onun yeşili zebercet taşları gibi ışıldar.
MENEKŞE TORBALARINA EFLATUN KORDELA
Bir tıp kitabından. Anlatım bilimsel soğuklukta: ‘‘Yarım gün süreyle üç avuç kokulu menekşenin taze çiçeğini, bir kilo şekerli bir litre su içinde demlenmeye bırakın. Benmari yöntemi bir saat ısıttıktan sonra şişelere koyun. Günde üç çorba kaşığı için. Anjinlere, nezlelere ve bronşitlere karşı gargara da yapabilirsiniz. Menekşe şurubu öksürük kesici niteliktedir. Bu şurubun kronik pekliklere de yaradığı görülmüştür...’’ Oysa Saraylı Büyükhanım geniş bahçeler anımsıyor, geniş set set bahçelerden geçip gidiyor. Geçip giderken ama hep sabahın erken saatlerinde, çiy taneli menekşeler topluyor. Bunları renklerini ve kokularını büsbütün yitirmesinler diye ille gölgede kurutuyor. ‘‘Bürümcükten menekşe torbalarım vardı. Kuruttuktan sonra menekşeleri onlara koyar, eflatun kordelalarla bağlardım.’’