Güncelleme Tarihi:
Bu, ömür boyu sürecek şarkıdan da öte birşeyin öyküsüdür. Acısı ve coşkusu ile kah bir tatlı kaçık, kah bir gönül dostu. Bazen içe kapanık nazlı bir çocuk, bazen bir şiir. Uçsuz bucaksız bir tünelden çıkış, umuda uzunan bir yolculuk.
İlk bakışta ay tutulması gibi, baktıkça parıldayan yıldız. Dokunmaya, koklamaya kıyamadığınız bir tomurcuk gül, narin bir çiçek. Sessiz, ürkek ve yalnız. Koyu bir sessizlik, sıcaklık, yaydan fırlayıp şen kahkahalarla hayatı yırtan delice bir ok. Yok, yok...
Tip-1 onlar. Diyabetik çocukları anlatmak istiyorum. Hani yeni bir güne başlarken, her sabah narin tenlerine iğne batıran çocukları. Aynı gün iki, üç; bazen dört kez iğne olan çocukları. Ertesi gün ve on gün, yüz gün sonra ve üç yıl, beş yıl sonra, bir ömür boyu iğne olacak çocukları.
An-la-tı-yo-rum. Bilinmez, tıp birgün der ki: ‘‘Yeter, atın iğneleri; zamanı geldi, bırakın şunları bir kenara.’’ Der ya da demelidir. Ya birgün deyiverirse! 2000'e iki var. Umuda başlayan yolculukta yerimi alıyorum. Çünkü, ben onlardan biriyim.
Türkiye Diyabet Tedavi ve Araştırma Vakfı'nın Diyabetle Güzel Yaşam Yaz Kampı, yine İznik DSİ sosyal Tesisleri'nde düzenlendi. Ürkek başladı.
Çocuklar sessiz ve kaygılıydı. Ama coşku çabuk geldi. Sevinç dalgaları ortasında, yine unutulmaz anılara kulaç atıldı. Kısa sürede kardeşliğe dönüşen arkadaşlıklar kucaklaştı. Ayrılık günü burukluğa, hareket anı gözyaşlarına dönüştü. Kamp bitti, telefon ve mektuplaşmalar başladı.
İki dönemde tanıdığım 80 çocuğun sevinç çığlıkları hala kulaklarımda. Bu dizi, umut yokuşuna azimle tırmanan çocukların hikayesidir.
Bu yıl yöntem değişikti. Çocuklar beş-altı kişilik gruplara ayrıldı. Her grup bir eğitmene bağlandı. Eğitmenler, deneyimli Tip-1 diyabetikti. Geçen yılın ele avuca sığmaz çocukları, şimdi abi oldular, ablalık yaptılar. İki eğitmen, bir doktora bağlandı. Doktoru, eğitmeni ve şekercikleri ile her ekipte en az 14 kişi vardı. Kamp 14 kişilik üç ayrı ekipten oluştu.
Birinci dönemin ekip doktorları Zuhal ve Fatih Salman ile Ahmet Şengül, diyet uzmanları Emel Özer ve Emine Akal, hemşireler Selda Gedik ve Şadiye Özbek'ti. Koordinasyonu uzman doktor Serpil Salman üslendi. Kampın üstteki sorumlusu ise Doçent Doktor Kubilay Karşıdağ idi. İki dönemde de çocukların göz kontrollerini Dr. Şehnaz Karadeniz üslendi.
Bu genç doktor ve uzmanları yıllardır tanırım. Çapa Tıp Fakültesi'nin diyabet bölümünde arı gibi çalışan özverili müthiş kadro. TV dizilerinde izlediğimiz doktorlar hikaye kalır! Kampta yoğun çabaları doruğa çıktı. Çok zaman sabaha yakın yatağa uzandılar. İlk günler eğitim ve öğretimle geçti. Diyet uzmanı Emel Özer, eliyle dilim dilim kestiği ekmekleri, günde altı kez usanmadan tarttı. Çocuk, o sabah 25 gramlık üç dilim ekmek alacaksa; eksiğini kendi tamamladı, fazla olandan parça kopardı. Ama tam gramaj da sağlandı. Bunlar karta döküldü.
Ve yiyecek içecek değişimleri uygulamalarla öğretildi. Bu, şekerler için kolay yaşam, güzel yaşam demekti. Çocuklar iki üç günde gördüler ki, diyete uymak deveye hendek atlatmak meselesi değildi. Uzmanlar da gördüler ki, diyete uyumsuzluk çocuğun yiyecek istismarından değil, bilgisizlikten kaynaklanıyordu.
Üçüncü gün işler değişti. Şekerler normale döndü. Çocuklar bunu kendilerinde görüp yaşadılar. Daha bir inançla ve daha bilinçle diyetin önemine sarıldılar. Bu olgu, bizim şeker çocuklarda öyle önemli ki, yazıyla antılamaz. Görmek, görüp anlamak lazım!
UYGULAYARAK ÖĞRENİNCE
Program yoğundu. Günde üç kez birer saatlik eğitim vardı. Ancak salona sokmadan yapılan uygulamalarda eğitim neşeli sohbetlere dönüştü.
‘‘Bu insülün enjeksiyonu. Şu da kalem enjeksiyon. Esra, sen nasıl yopıyorsun, gel göster bakalım..’’
Esra, bedeni üzerinde nasıl uyguladığını anlattı. Doktor Kubilay sordu:
‘‘Bu doğru mu Kemal? Gel bakalım sen nasıl yaptığını anlat.’’
Bir çocuğun dokuz yıldan beri şekeri hep yüksekti. Soruna anında el konuldu. Kollarında şişlik vardı. Çocuğun her zaman aynı yere iğne yaptığı ortaya çıktı. Ve bu, Lipo hipertrepi, yani şişlikler yaratmıştı. Vücudun diğer yerlerine; bacak, kalça ve karına iğne yapmayı öğrendi. Bu iğne, sadece deri altına insülün zerketmekti. derine değil. İki gün sonra şekeri düştü.
Öğleden sonraki eğitimlerde, ekibini alan doktor ya havuz başına ya da deniz kenarına çekiliyordu. Sohbetler şakayla karışık eğlenceye dönüyordu. Daha yumuşak geçen bir saat içinde konu yine de diyabetti. Ve video gösterileri... Uygulamalı filmlerle eğitim de çok yararlı oldu. Tüm eğitimlerde kan ölçüm cihazı, kan çubukları, glikoz ölçüm tabletleri, meyva suları freeck'te hazırdı. Yani seyyar ambulans sayılacak bir acil çanta her zaman yanlarındaydı. Ama hiç kullanılmadı. Bu çok sevindiriciydi.
Sponsor kuruluşlar, hemen her ihtiyacı karşılamışlardı. Roche Mannheim ve Life-Scan glikoz ölçüm çubuklarını, Mavi Jeans şapka ve tişörtleri, Algida diyet dondurmaları, Coca-Cola ve Pepsi diyet kolaları, Mis Süt tüm süt ihtiyacını, Yörsan peynirleri, Bayer çantaları, Abbozt diyabetik içecekleri, Uno kepek ekmekleri, Novartis kalem ve uçlarını verdi. Maddi destek veren ilaç firmaları ise şunlardı: El-Lilly, Life-Scan, Becton-Dickinson, İlsan-İltaş, Roche-Manheim ve Novo-Nordisk. DSİ Bölge Müdürlüğü ve tesis yöneticileri ile İznik ve Elbeyli Belediyeleri...
ŞEKERCİKLERİN İÇ DÜNYASI
Diyabetik mücadele
Şeker çocukların iç dünyaları değişkendir. O dünyaya girmek için, onları yakından gözlemek gerekiyor. Kampta bunu yaptım.
Amasya'dan gelen Aliihsan, yüzme bilmiyordu. İki gün kimseyle konuşmadı. Yüzme öğretmeni ile tanıştı. Üç günde suyun üstünde kalmayı, beş günde kulaç atmayı öğrendi. Havuz olayı iyi güzeldi de, dalıp çıkmalar sonrası çocukların çoğu hipoglesimi oluyordu. Hemen meyva sularını içiyor, kan şekeri yükselince titremeleri geçiyordu.
Çatalcalı İrfan, ülkücüydü. İstanbul'da bir eczanede çalışıyordu. Özgür, bilinçli bir sosyal demokrattı. Kampın ikinci günü atıştılar. Doktor Serpil hanım, İrfan ve Özgür'le ayrı ayrı görüştü. Kamp sorumlusu Dr. Kubilay devreye girdi: ‘‘Burası siyasi bir kamp değil. Burada barış ve kardeşlik, ortak payda için zorunlu. Bırakın siyasi mücadeleyi de, diyabetle mücadeleyi gerçekleştirelim. Siz diyabet kardeşisiniz.’’ Ilımlı ve uzlaştırıcı üslup ve çocukların iyiniyeti sonunda iki dost yarattı.
Emrah 11 yaşındaydı. İlk günlerde annesini çok özledi. Bir sabah dudakları sarkık, gözleri buğuluydu. Diyet Uzmanı Emel yanına yaklaştı:
‘‘Benim oğlum senin de annen burada yok, benim oğlum olur musun?’’
Tityeren sesiyle Emel'e sokuldu: ‘‘Oluyum.’’ Hıçkırarak başını Emel'in göğsüne yasladı. Yola çıkmadan bir gün önce Emel'e sokuldu:
‘‘Yarın kamp bitiyor mu? N'olur gitmeyelim..’’
‘‘İyi ama oğlum beni, annen seni bekliyor.’’
‘‘Eveeet... O zaman ağlamamam lazım di mi?.’’
EĞİTMEN GÖZÜYLE
Neydik, ne olduk?
Geçen yıl kamp dizisini okuyanlar; başedilmez, biraz şımarık ama her anları gırgır ve şamatayla geçen bir neşe çetesi olgusunu hatırlıyordur. Bizler, bu yıl daha farklı konumda, sorumluluk sahibi kamp eğitmenleri olarak kampa katıldık. İzmit'ten Çağrı Çakıcı, Duygu Gazeteci ve Ebru Ercanlı, Ankara'dan ben ve Serden Çıkman, İstanbul'dan Görkem Ercan. Bu yılki görevi bize verenler, inanıyorum ki, önce çok ürküyorlardı. Ancak, fazla seçenekleri olduğunu da düşünmüyorum. İddia ediyorum ki, kampa daha önceden katılanlar arasında bu işi daha iyi yapacak başka bir grup yoktu. Önemli olan, kamp süresince bu görevi hakkını vererek yapmamızdı.
Bizler, elimizden geleni yaptığımıza inanıyoruz.Sistem her yönüyle dört dörtlük işledi. Ve 40 çocuk; eğitim zamanı eğitimde, eğlenme zamanı eğlencede, yatma zamanı derin uykudaydı. Onların bu kadar uyumlu olması, aslında bizim ve doktorların işlerini çok daha kolaylaştırdı. Bu kampın bu kadar güzel geçmesinde asıl teşekkürü hakedenler, katılımcılardı. Bizleri en çok mutlu eden ise kampın bittiği günden bu yana susmayan telefonlarımız. Bu, başarımızın kanıtıydı. Kamp doktorlarımıza, diyet uzmanlarımıza ve hemşirelerimize seslenmek istiyorum; sizler bizlere güvendiniz, kampın işleyişini ellerimize teslim ettiniz. Umarız bu güveniniz daha da pekişmiştir ve yeniden birlikte yeni kamplar düzenleriz.
Yazan: ÖYKÜM