Güncelleme Tarihi:
Film festivali denilince Güney Teyzem’in bir lafı aklıma gelir, sırıtmama hakim olamam. Festival filmleriyle ilgili çok özgün bir tespiti vardır Güney Teyze’nin: “Hiç hazzetmem. Filmde oda karanlıktır, kamera 15 dakika bir pabuç gösterir, peşinden bir vazoya kilitlenir, sonra da film biter”.
Hala sırıtırım çünkü o gün olmadığı gibi, bugün de bu sözlere verecek tatminkar bir cevabım yok.
Bildiğiniz üzere !F Bağımsız Film Festivali’nin bu yıl onuncusu yapılıyor ve yarın sona erecek. Sonra 2-6 Mart’ta Ankara’ya taşınacak festival. Hit filmler, 3D, fantastik filmler gibi alt bölümlerde bağımsız filmler izleyiciyle buluştu, buluşuyor. Bütün bunlar erbabınca zaten yazılıp çiziliyor.
Ama müsaadenizle ben, (yazının girişinde işaret ettiğim kültürel background’uma uygun olarak) fenomenin daha eğlenceli bir yanına dikkat çekmek istiyorum. Çünkü şehre ne zaman bir film festivali gelse keskin gözlerim hep benzer karelere takılıyor sağda solda...
SERAMİK SANATÇISI İŞGALİ
Riyavet olunur ki ünlü seramikçi Füreya Koral’la karşılaşan geçkin bir hanım, kendini tanıtırken seramik yaptığını söyleyince Koral’ın cevabı şöyle olur: “Siz de Maçkalı mağdur dullardan mısınız?”
Tuhaf biçimde her festival dönemi, ortam orta yaş ve üstü seramik sanatçısı hanımların da istilasına uğruyor. Benim sohbetim dönüp dolaşıp şöyle bağlanıyor:
... Peki siz ne işle uğraşıyorsunuz hanımefendi?
- Sanatçıyım efem.
Hımmm ne güzel. Sinema üzerine falan mı çalışıyorsunuz?
- Hayır efem, seramik sanatçısıyım...
Bu sözlerden evinde fena halde sıkılan bu hanımın iki yıldır seramik kursuna devam ettiğini anlıyorsunuz!
FESTİVAL KELEBEKLERİ
Festival ahalisini ikiye ayırmak lazım. Bir tarafta ben ve Güney Teyzem gibi kenarından tutanlar ve diğer yanda festival kelebekleri... Kelebek dediğime bakmayın hızlarına, organizasyon yeteneklerine hayran kalmamak mümkün değil, yoklama yapsanız hemen her gösterimde “burada” diyecekler. Yanlarında hep aynı insanlarla en az iki, en çok dörtlü gruplar halinde dolaşıyorlar. Onlara film öncesi/sonrası ya da iki film arasında Kaktüs ve Zencefil gibi festivalin resmi ve yarı resmi mekanlarında da rastlayabilirsiniz. Ayırt etmesi çok kolay: Bir masada dört kişi, dördünün de elinde festival kitapçığı, birbirleriyle konuşmadan okur, okur, okurlar.
KURT İŞLETMECİLER AVDA
Festival zamanları Beyoğlu’nun kurt işletmecileri de bir araya gelen bu kalabalıklardan nasiplenmek için ortalarda oluyor. Çünkü eğer bir film çıkışında ya da festival partisi sonunda doğru kişiyi mekanınıza çekebilirseniz, peşinden koca bir kitleyi sürükleyebilirsiniz kafenize/kulübünüze/barınıza...
İZLEYİCİ-MUHABİR SAVAŞLARI
Bu festivallerde gay-lezbiyen filmleri de oluyor. !f bu filmleri ‘Gökkuşağı’ bantında görüyor mesela. Aklı evvel bir-iki taze editör film çıkışına kamera gönderip çıkanlara “Gay filmi nasıldı, lezbiyen filmi nasıldı” türünden tuzaklı sorular sordurur. Bu cihetle taciz edilen izleyicinin haklı öfkesinin de gariban muhabirden başka akacak mecrası olmuyor, dolayısıyla tırmalanır, örselenir kendilerine verilen işi yapan insanlar.
MİSTİK SEKTÖRÜ HAREKETLENİYOR
Farklı merak ve ilgileri olan bu sinemasever kitlenin Beyoğlu ve Kadıköy gibi merkezlerde yoğunlaşması mistik işler sektörünü de birden hareketlendiriyor. Sinema çıkışlarında taodan, kabalaya kadar envai akımın el ilanları dağıtılıp; seminerler, toplantılar, dernek faaliyetleri duyuruluyor. İtirazım yok tabii... Ama benim sular seller gibi deham bu metafizik olaylar karşısında donar; hipnozmuş, çakraymış, ruh-periymiş, böyle şeylerden mazallah tırsarım.
Sultanahmet’te manyetik terapisi
Bilim adamları yeryüzünün manyetik bir haritası olduğunu söylüyor. Kuşlar, balinalar, deniz kaplumbağaları bu haritaları kullanarak binlerce kilometrelik şaşmaz rotalarda yol alıyor.
Peki ya insanların da kendilerine göre bir manyetik algıları varsa? Kimi yerleri daha çok sevmemizin böyle bir nedeni olabilir mi?
Sultanahmet Meydanı’nın arka sokaklarında yürüyorum. İstanbul’da manyetiği güçlü bir yer sorulsa hiç düşünmeden ‘Sultanahmet’ derim. Bir mıknatıs gibi kendine çekiyor, sanki insanın elektriğini alıyor burası. Epeydir gelmemiştim. Oysa 20’li yaşlarımın başında ne zaman kafaları çeksek kendimizi sabaha karşı bu meydanda bir arabanın içinde öylece konuşmadan dururken bulurduk.
Buranın bir hikmeti var ki, başka yer yokmuş gibi medeniyet üstüne medeniyet, anıt üstüne anıt dikilmiş. Düşünsenize Mısır’dan getirilmiş obelisk, Alman Çeşmesi, Sultanahmet Camii, aşağıda Ayasofya...
Bizanslıların dünyanın merkezi diye Sultanahmet’i işaretlemesi tesadüf mü yani?
Tamam, peki onca hippiyi buraya çeken neydi?
Yeniçeri isyanlarından kurtuluş mitinglerine kadar birçok önemli olay düşünüldüğünde, burası galiba Osmanlı’nın da Taksim’i.
HAFTADAN KALAN
Kokorece iadei itibar
Public’in yerine açılan Spoil’e gittik geçen hafta. Public’ten sonra daha samimi ve tatlı bir dükkan olmuş. Yemekler iyi, servis mükemmel, ben kalmadım ama saat ilerledikçe daha kulüp havasına kaçmadan gece mavisi ortam oluyormuş. Tekrar tekrar gidilir ama benim bahsetmek istediğim kokoreç. Eskiden Kuruçeşme’deki yerinde Ece Aksoy (Ece Bar) yapardı böyle sokak kokoreci geceleri ama mönüde sabit değildi. Spoil’de mönüye girmiş kokoreç. Pidenin üstünde getiriyorlar. Ama bence masada değil, barda yemek makbul. Fiyatı 18 lira. (530) 240 49 08.