Güncelleme Tarihi:
Okulları ziyarete devam ediyoruz, birbirinden fakir köyler (Ortaçağ derler ya, nerdeee, bronz çağını yaşıyor daha insanlar) ve birbirinden kahraman öğretmenler, okuma azmi dağları delen uyanık köylüler...
Mesela, Van’ın Güllüçimen Köyü. (Kimbilir asıl adı ne?) 2000 yılına girildiğinde, 80 senelik Cumhuriyet, bu dağ köyüne bir okul bile götürememiş. Biri 55 yaşında 7 köylü (erkek) azmetmişler, biz okuyacağız diye kafalarına koymuşlar, hergün 5 kilometre gidiş, 5 kilometre dönüş, komşu bir köydeki okula giderek okuma yazma öğrenmişler. Sonra da o kadar asılmışlar ki, ÇYDD’ye köylerinde bir okul yaptırmayı başarmışlar.
*
Çaldıran’daki Çağdaş Merkezi’ni geziyoruz, kara kara kızlar öpmek için Türkan Hoca’nın eline üşüşüyorlar. Hoca izin vermiyor ama kızları hep bir ağızdan “Okuyacağız, modern Türkiye’nin modern kızları olacağız” diye yemin edince gevşiyor...
Kızlar niyetli, okuyacaklar, kuma gitmeyecekler, kara çarşafa girmeyecekler, sekizer onar çocuk yapmayacaklar... ama ‘töre’ onlardan da, Dernek’ten de, hatta Devlet’ten de güçlü: Kaymakamın verdiği bilgiye göre Çaldıran’da 14 bin çocuk okula gidiyor. Okul çağında olup da töre diye, ya da ekonomik imkansızlıktan okula gönderilmeyen kız çocuk sayısı, sıkı durun... üç bin!
EN ÇOK DÖŞEĞİNİ SEVİYORMUŞ
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nın kırsal kesiminde yaşayan fukara çocukları eğitmenin tek yolu: YİBO’lar. Türkiye’nin geleceğinin, kalkınmasının, barışının anahtarı YİBO’lar...
Bir mutfağı gezerken ders çalışan 4 bıcırık kıza takılıyor gözüm. 7’inci sınıftaymışlar daha. “Okulunuzu seviyor musunuz?” diye soruyorum, başlarıyla onaylıyorlar. Biri hariç, dudaklarını sarkıtmış duruyor. “Acaba Türkçe mi bilmiyor?” diye tereddüt ederek soruyorum:
- Sen sevmiyor musun okulunu?
- I-ıh sevmiyor!
- Niye sevmiyorsun?
- Anamı özleeeyom!
Aynı soruları daha büyüklere de soruyorum. Adının ‘Güllü’ olduğunu söyleyen 12-13 yaşlarında bir Kürt kızı, “Okulun en çok nesini seviyorsun?” diye sorunca tuhaf bir cevap veriyor bana:
- Okulumda en çok döşeğimi seviyom!
Bölgeyi tanıdığımı zanneden ben, kafam basmıyor önce. Konuşurken anlaşılıyor ki, küçük kız köyünde tek göz bir evde (ev!) yaşıyormuş. Anası, babası, nenesi ve kardeşleriyle 15 nufüs tek göz evde yaşarmış. Kimsenin yatağı, hatta çocukların şiltesi bile yokmuş. Herkes gece oldu mu yere, bir köşeye kıvrılırmış. Onun için “okuldaki yatağı” çok kıymetlişmiş Güllü’nün!
*
Burçakalan Köyü’nün genç öğretmeni Ziver dertli, “Şurada bir 10-15 günümüz kaldı, sonra çocukları okuldan alırlar” diyor. Mayıs’tan Kasım’a kadar çocukları “çobana veriyorlarmış”. Yani 7-8 yaşından itibaren çocuklar kamyonlara yükleniyor, kaza bela olmaz da ölmezlerse, yaz boyu sürü sahiplerine çobanlık yapıyorlarmış. Ücret: sezon başına 7 kuzu!
Kızlar öğretmen, hemşire; oğlanlar polis, doktor olmak istiyor. Ama yüz çocuktan belki biri, o da çok şanslıysa, çok başarılıysa eğitimini tamamlayıp bir yerlere gelebilecek. Geri kalanlar mı? Kızlar tarla çapalayıp, 8-10 çocuk doğuracak, erkekler ya çoban ya ırgat olacak.
NİNESİNE İSTANBUL’DAN NE HEDAYE GÖTÜRMÜŞ?
Özellikle kızlarını okula göndersinler diye, Devlet ve sivil toplum örgütleri ana babalara ‘burs’ veya ‘yardım’ adı altında resmen rüşvet veriyor. Bir köyden ikisi kız pırıl pırıl 7 öğrenciyi bu şekilde ‘kurtarmışlar’. Burs verip okula yazdırmışlar. Bu arada çocuklar dünyayı görsün diye - en zor şartlarda okuyan YİBO çocukları genelde çok başarılı öğrenciler oluyor -
önce Van’a götürmüşler sonra öğretmenleriyle birlikte İstanbul’u gezdirmişler. Dönüş yolunda, ceplerine de burs parasını koyunca, kızlardan biri (öksüz ve yetimmiş) ‘aney’ dediği, kendilerine bakan ninesine İstanbul’dan bir hediye götürmek istemiş. Rehber öğretmenle çarşı pazar gezmişler, kız sonunda ninesine götürecek bir hediye beğenebilmiş:
Plastik bir çamaşır leğeni!