Güncelleme Tarihi:
Kimi baba parasıyla işi serseriliğe vurmuş, dersi mersi sermişti. Kimi kısa yoldan köşeyi dönmeyi kafaya koymuş, karanlık işlere girmişti. (Fransa’dan üç kuruşa hasarlı otomobil satın alıp, İstanbul’da tamir ettip, Suriye’de sahte evrak düzenletip, Lübnan’da satanı biliyorum mesela...) Kimi içsavaşta amcaoğlunu vurmuş, Beyrut’tan binlerce kilometre uzakta, elinde bir dürbünlü tüfekle bir stüdyoya kapanmış, otoyoldan geçen araçların lastiğine kurşun attığı için başı belaya girmişti...
Ama hiçbiri yüzündeki gülümsemeyi, iyimserliğini ve geleceğe umutla bakışını yitirmemişti.
Oysa ülkelerinde iki yıldır süren içsavaşın daha on üç yıl ömrü vardı. Barış ancak fiili Suriye işgaliyle sona erecekti. Ve Esad’ın askerlerinin geri çekilmesiyle birlikte kaos ve savaş da geri gelecekti.
Zaten daha o yıllarda bile, tanımayanlar için uzaktan bakınca Batılılar tarafından Ortadoğu’nun göbeğine kondurulmuş yapay bir devlet hatta İsviçre gibi bir şirket havası veren Lübnan, perişandı. O kadar ki, bir gün dolduruşa gelip Lübnan bayrağı açan ve milli marşlarını söylemeye başlayan arkadaşlarımıza, boş bulunarak ‘Aaa Lübnan’ın millî marşı
da mı var!’ demiştim de çok üzülmüşlerdi.Lübnan’dan bildiğim bundan ibaretti. Bir de içsavaştan kulağımıza çalınanlar.
Şimdi Lübnan İsrail saldırısı ve gönderilen Türk birliğiyle yeniden gündemde.
*
Alexandre Najjar 1967’de Beyrut’ta doğmuş Lübnanlı bir Hıristiyan yazar. İçsavaş patladığında 8 yaşındaymış, ‘Suriye barışı’ geldiğinde 23 yaşında!
Cep kitaplarından çıkan, 1999’da yazdığı L’Ecole de la Guerre (Savaş Okulu) adlı otobiyografik kitabının önsözünde Richard Miller şöyle diyor:
(İç savaş) “... bir çok kitaba konu oldu ama bunların pek azı içtendi / kişiseldi (tam karşılığı yok ‘intime’ sıfatının); zaten dünyanın bu coğrafyasında kişisel olan özel hayata giriyor ve Lübnanlı yazarlar özellerini ortaya dökmekten hoşlanmıyorlar. Onun için hayâ ve bundan bir kaçış yolu olan mizah, bu kısa ama dokunaklı çalışmada önemli bir yer tutuyor...”
Bu yaz çıkan yeni kitabında da (Le Silence du Ténor, yani Tenorun Sessizliği) yine böyle sıkılarak ve olup bitenlere gülümseyerek babasının hikayesini anlatıyor Najjar. Beyrut barosunun en gözde (deniz hukuku uzmlanı olduğu için zahir önce Amiral sonra Tenor lakaplı) avukatlarından biriymiş babası. Bir gırtlak ameliyatı sonrasında sesini kaybetmiş.
“Bir roman kahramanıydı” diyor oğlu, ülkesine aşık, ailesine düşkün, iş delisi... “eski moda” bir baba hasılı. Yemeğe içmeye ve eğlenceye düşkün Lübnanlılar’ın aksine, erken yatıp erken kalkan ve herkesi de kaldıran türden: altı çocuğuna her sabah zorunlu kültür fizik, akşamları ‘okuma’ seansı, Napolyon, de Gaulle, Lyautey... Klasik Fransız kültürü ile yetişmiş bu okuryazar Lübnanlı için “modernlik Victor Hugo’da takılıp kalmıştı” diyor oğlu: Alexandre’ın elinde Albert Camus’nün bir kitabını görünce fena halde kızmış mesela, ‘Bu bozguncuyu nasıl eve sokarsın!’ diyerek...
Ama, böyle deyince dünyaya at gözlüğüyle bakan, katı ve kabız bir insan sanılır, öyle değil baba Najjar. Alexandre onu “umut hocası” diye tarif ediyor, “hem otoriter hem duygusal, hem sert hem şakacı...” Çocukların katı kuralları delmek için neler yaptığını bilmez mi, yasakladığı filmleri (mesela The Texas Chainsaw Massacre yani Teksas Katliami) gizli gizli seyrettiklerini bilmez mi, görmezden geliyormuş...
Bu “roman kahramanı” babanın hikayesini anlattığı, içsavaş karşısındaki durnuşunu, evinin ve kitaplığının yıkılışı karşısındaki serinkanlılığını kaleme aldığı kitabının dibine şöyle bir not düşeceği elbette aklına gelmezdi yazarın:
“2006 temmuzunda, ülkemi yerle bir eden bombalardan kurtulmak için baba evine sığındım. Hizbullah’ın provokasyonuna Tsahal (İsrail Ordusu) missillemeyle cevap verdi, havalimanları, köprüler, limanlar bombalandı, yıkıldı... Lübnan asla barışa kavuşmayacak... Sedir ağaçlarının diyarı lanetli mi tanrım?”
Yine de Alexandre Najjar asla umutsuzluğa kapılmaması gerektiğini biliyor ve kitabında da anlattığı bir anekdotu asla aklından çıkarmıyor:
İçsavaş sırasında yanmış, yıkılmış evlerinin önünde herkes ağlayıp dövünürken, baba Najjar soğukkanlılığına yitirmez, oğlu Alexandre’ın doğduğu gün diktiği ağaçı gösterir:
- Bakın, sedir ağaçı hâlâ ayakta!
Not: Yukaradaki bilgileri Le Monde des Livres’de, Josyane Savigneau’nun bir kitap eleştirisinden aldım.