Scapolo uykularımı kaçırdı birden

Güncelleme Tarihi:

Scapolo uykularımı kaçırdı birden
Oluşturulma Tarihi: Nisan 27, 2005 22:39

Enrique Vila-Matas bir kurgu kahraman yaratıyor ve adına Scapolo diyor. Bunun, Franz Kafka’nın Bekâr’ı ile, Herman Melville’in Bartleby’sinin kesiştiği kavşakta bir melez olduğunu söylüyor. Ve bu Scapolo’yu tarif ediyor. İşte dostlar, bu Scapolo bana çok tanıdık geldi. Ve bu, fena halde keyfimi kaçırdı...

Doğan Kitap’tan bir arkadaşım uyarmasaydı, uyanmayacaktım. ‘Bartleby ve Şürekâsı’ kitabını alıp, okumayacaktım. (Doğan Kitap, 2005)

Edebiyatı sevenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap. ‘Roman’ adı altında yayımlanmış ama, bir romandan çok fazla: Ret edebiyatını, yani özetle şu veya bu sebeple yazmaya ara vermiş, yazmayı bırakmış veya hiç yazmaya davranmamış edebiyatçıların hikayesini anlatıyor.

86 yazar-yazmaz-yazamaz’dan bahsederken, kitabın yazarı son yüzyılın edebiyatını müthiş bir ‘erudisyonla’ (tebahhur mu deseydim yani, bilhassa tarih ile ilgili olarak, ‘konusuna en iyi şekilde vakıf olarak’ anlamında...) ve süratle gözden geçiriyor.

Zaten kitabın rengini, ilk sayfada yer alan, Jean de la Bruyère’in bir özdeyişi veriyor:

‘Bazı insanların ünü ve değeri iyi yazmalarındandır, diğerlerininki ise hiç yazmamalarından!’

Eğer bir sanat olarak edebiyat sizi ilgilendiriyorsa, Barselonalı yazar ve aydın Enrique Vila-Matas’ın bu küçük derleme-romanını mutlaka okuyun...

Not: Bu arada niye Bartelby ve Şürekâsı’ onu da söyleyeyim. Burada anlatılan, söz konusu yazmayan-yazamayan yazarların ortak noktası ‘Bartleby Sendromu’. Bartleby, Herman Melville’in bir kahramanı. Bir kâtip. Asla bürosunu terk etmez, pazar günleri bile kalır ve pencereden New York’u seyreder. Bir şey istendiğinde sadece ‘Yapmamayı tercih ederim’ demekle yetinir...

*

Gelelim size niye bu romandan bahsettiğime...

Uzun uzun anlatmak isterdim, ama (gerçekten) edebiyat sevenler, alıp okusun, anlatılır gibi değil.

Benim diyeceğim şu:

Yazar, kitabın bir bölümünde (24.paragraf) Franz Kafka’nın da bir dönem Bartleby Sendromu yaşadığını anlatıyor. Goethe’yi okumak böyle bir etki yapmış dahi yazar üzerinde.

Kafka’nın Bekâr adını verdiği bir kahramanı (Günceler’den) ile Bartleby’yi mukayese ediyor Vila-Matas, diyor ki:

“Bekâr için mutluluk, üzerinde durulan yerin, ayaklardan daha büyük olamayacağının anlaşılmasıdır”.

“Kafka’nın Bekâr’ı, her defasında daha da küçülen o yeri kabullenmeyi bilir, öldüğünde gereksinim duyacağı tek şeyin, tabutunun gerçek boyutları olacağının bilincindedir”.

(Mütercimin diliyle aktarıyorum.)

Vila-Matas ekliyor:

“Kafka’nın Bekâr’ı ile Melville’in yazıcısı (Bartleby) arasındaki kavşakta, şu anda hayal ettiğim ve Scapolo diye adlandıracağım bir melez ortaya çıkıyor ve Kafka’ya miras kalacak o tek hayvanla, ‘yarı kedi, yarı kuzu’ hayvanla bağını koruyor”.

“Peki Scapolo’nun ne düşündüğü biliniyor mu? Bana kalsa, içinden kopup gelen bir kayıtsızlık esintisi ortaya çıkıyor. (...) Bu kayıtsızlık esintisi onu, uç noktada olumsuz bir itkinin (?) merhametine bırakıyor. Bu olumsuz itki onu daima sesli bir HAYIR’a yöneltiyor. Bu kayıtsızlık esintisi, Scapolo’nun yaşayanlardan ne kadar çok uzaklaşırsa – ki onlar bazen köle, bazen kâtip olarak çalışıyor – başkalarının ona yeterli olacağını düşündüğü mekânın da o oranda küçülmesine yol açıyor”. (...)

“Ben buralı değilim!”

“İşte Scapolo’nun, Bartleby’ninkine alternatif olan formülü bu...”

(İtki nedir bilmiyorum. Dil Kurumu’na danıştım, cevap: İkti = Tepi. Bu kadar açıklayıcı bir cevap kesmedi, ‘tepi’ neymiş onu da sordum= Bir işi yapmak, harekete geçmek için duyulan ve bireyin engelleyemeyeceği kadar güçlü istek, içtepi. Eh, anlar gibi olduk...)

*

Şincüüük, Bartleby bize uymaz da, emin olun dostlar bu Scapolo, yazarınıza fena dokundu. Bu İtalyan isimli hergele, bana fena halde TANIDIK geldi.

Bir defa o ‘içinden kopup gelen kayıtsızlık esintisi’ ... Kaderine, geleceğine hâkim olmaya çalışmaktansa, kendini olayların akışına, rüzgârın esişine bırakmak gibi... Bir şey ummamak, ‘zaten...’ diye baştan kabullenmek...

Bir iş yapmak, harekete geçmek vakti geldiğinde, içinden gelen itki, tepi, her ne halt ise, onu ileriye iteceğine, frenlemesi, ‘HAYIR’ demesi...

Bu dünyadaki yerine ‘başkalarının belirlemesine’ izin vermesi ve o başkalarının Scapolo’nun bu dünyada hak ettiğine ‘karar verdikleri’ alanı giderek küçültmeleri...

Tolstoy’un ‘Bir insan işgal ettiği yerle değil, göz diktiği mevkiyle ölçülmelidir’ dediğini bile bile... içine düşürüldüğü bu İtalyan çukuruna ‘eyvallah’ demesi ve sıçrayıp çıkmayı denememesi...

Sonra da bu teslimiyetini – başkasına değil, kendine üstelik – ‘Ben buralı değilim’ diye yutturmayı yeğlemesi...

Yanlış yerde, yanlış zamanda gelmişiz, gün uğursuzun...

En güzeli de, bunun adına da zaaf değil ‘bilgilek’ demesi...

Oysa, özendiği o bilgelerin ‘yönetmek gerektiği zaman kararsız, itaat gerektiği zaman asi’ olduğunu bile bile...

*

Dedim ya, bu Scapolo fena halde tanıdık geldi dostlar.

Ne yazık ki bu kadar söyleyebilirim burada...

Ammma.

Gerisini O TANIDIK’la yüzyüze konuşmak, galiba daha dürüstçe olacak!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!