Sayısız gencin istila ettiği ayrıcalıklı gezegen

Güncelleme Tarihi:

Sayısız gencin istila ettiği ayrıcalıklı gezegen
Oluşturulma Tarihi: Nisan 05, 2004 00:44

Perihan, Eskişehir’in gerçek anlamda yöresel yemekler yapan, tek restoranı Kazan’da, arkadaşlarıyla sohbet ediyor; ‘Üniversiteye geldiğim gün, bana ilk şunu söylediler; sakın uçak geçince havaya bakma, çömez olduğun anlaşılır...’ Hava ikmal üssünden kalkan uçakların gürültüsünden hocaların derse ara verdiği ve bilenlerin asla gökyüzüne bakmadığı bir kent, Eskişehir...

Heykel Parkı’ndan Anadolu Üniversitesi’ne doğru yürürken, telefon kulübelerinde, üst geçitte ve parkın parmaklıklarında, aynı kağıt gözüme çarpıyor; ‘Yemin ederim, seni çok seviyorum. Yağız.’ Anadolu Üniversitesi, kentin açık görüşlülüğünün, sosyal ve ticari canlılığının, sınırsız neşesinin kalbidir... Osmangazi Üniversitesi ile birlikte, 30 bini aşan öğrenci nüfusu, kenti her açıdan ayakta tutar.

Girer girmez, Eskişehir, gençlerin istila ettiği, yeryüzünün ayrıcalıklı bir gezegeni izlenimi verir. Kente yaklaşırken, İsmet İnönü Caddesi’nde, şehir dışına taşınmak üzere olan, kereste, kiremit ve bisküvi fabrikalarının yanıbaşındaki eski fabrikalar, çoktan Hayal Kahvesi, Doors ve Buda Bar olmuş. Sokaklar, stili, bakışı, hayat duruşu farklı, kendine güvenen, sayısız gençle dolu. Bu üniversiteli kuşak, farklılığı sevse de çoğu zaman öğrenci olmanın getirdiği ortak bir kaderi de paylaşır. Bu kentte öğrenci, okuduğu kadar eğlenir de... Elinize, kentte düzenlenen partilerin broşürlerinin tutuşturulması için, sokakta birkaç adım atmanız yeterlidir. ‘Vizeler bitti partisi’, ‘Bahar partisi’, ‘Finaller bitti partisi’, ‘Tanışma partisi’... Bir olay olmasa da ‘Salı partisi’, ‘Çarşamba partisi’ vardır ve bu haftanın geri kalan kısmında böyle sürer gider... Öğrenciler tek bir gün partisiz yaşar; Pazartesi. Sorunca da ‘Pazartesi sendromu’ demekle yetinirler.

ÖĞRENCİ VE ESNAF UYUMAZ

Bu kentte öğrenciler uyumaz... Evlerini, stratejik olarak barlara yakın yerlerden seçer, kimileri de gece hayatına yakın yaşayan arkadaşlarında konuşlanırlar. Onlar uyumayınca, esnaf hiç uyuyamaz. Tantuniciler, geceyarısından itibaren, cep telefonlarına gelen ‘Kod 52; üç tantuni, soğanlı’ tarzı mesajları yadırgamaz. Koda karşılık gelen adresteki aç öğrencilere tantuni yetiştirmek, iki taraf için de, pratik bir buluştur. Öğrenim kredilerini aldıklarında, kısaca Çarpa denilen Çarşamba Pazarı’nı ya da Bağlar Caddesi’ndeki ikinci el dükkanları ihya eden yine onlardır. Ay sonu gelince, başka bir yere doğru yönelirler. Bayat Pazarı’ndaki, yanyana rekabet eden, Yıldız ve Stad lokantalarına... Buralarda, çorba 400 bin, az çorba, 250 bin’dir... 1.5 milyona doyulur, ekmek ve su sınırsızdır. Öğrenciler arasında, bir yerlerde, ekmek arası çorba yapıldığına dair bir söylenti bile yayılmıştır. Kentin esnafı kadar, kültürel yaşamı da üniversiteden beslenir. Gezici Film Festivali, Rock Filmleri Festivali, İngiliz Kısa Film Günleri, Caz ve Blues Festivali, Uluslararası Pişmiş Toprak Sempozyumu ve birçok aktivite, üniversitelerden kente doludizgin yayılır.

Bu üniversite ve sanayi kentinin nüfusu, ilk bakışta, öğrencilerden oluşuyor gibi görünse de mozaik çok daha renkli. Eskişehir’in asıl yerlisi Manavlar, Rus Çarlığı’nın yıkılmasından sonra, Kırım ve Orta Asya’dan gelen Tatarlar, Çerkezler ve Yörükler, kültürlerini ve yemeklerini birlikte yaşatırlar. 19. yüzyıl gezgini G. Perrot burası için şunları söylemiş; ‘Batıda hiç görülmeyen bir olgu burada mevcuttur, bu imparatorlukta her biri başka din ve dilde, yedi sekiz ırk yanyana yaşar. Sivrihisar’da Nahiye Müdürü, Ermeni cemmati reisiyle çok iyi dosttur ve beraberce rakı içmektedirler...’

PORSUK KIYISI PARİS GİBİ

Öğrencilerin olduğu kadar, Eskişehirliler’in çoğunun gün batmadan hemen önce soluğu aldığı yer, kentin ortasından geçen Porsuk Çayı’nın kıyılarıdır. Yalaman Adası ya da Porsuk Bulvarı olarak bilinen bu yürüyüş alanı, Porsuk Çayı’nın balçık yatağı olmaktan kurtulmasının ve Eskişehir’in yeniden doğuşunun bir simgesi gibidir. Etrafını çevreleyen beton yığınlarını ve yerlerdeki çekirdek kabuğu deryasını görmezliğe gelebilirseniz, belediyenin kararlı çalışmalarıyla, burasının Seine Nehri kenarındaki dünya güzeli Paris’i andırdığını düşünebilirsiniz. Porsuk Çayı’nın üzerinden geçen küçük köprüler, iki yanına dizilmiş kafeler ve su üzerinde yolcu taşıyan yepyeni gezinti tekneleriyle, Eskişehir’in bu yüzü insanı gerçekten etkiliyor.

Hamamyolu’na doğru, kentin bambaşka bir yüzü var. Buraya aynı zamanda Sıcak Sular da deniyor. Çünkü çarşının altı, olduğu gibi termal su... Baharatçıları, Köprübaşı Kıraathanesi’nin önünde oturan delikanlıları, bir ve iki yıldızlı termal otelleri geçince, tarihi Bahçeli Şengül Hamamı’na varıyorum. Hemen yanındaki tezgahta hamam tasları, taraklar, sabunlar satılıyor. Girişinde, ‘hayatın sizden alıp götürdüklerini, Bahçeli Hamam’ın şifalı sularıyla yeniden kazanın’ yazıyor. Hamamın herkesin bildiği bir diğer adı, Şengilcik...

LÜLETAŞI VE UÇAKLAR

Lületaşı Müzesi’ne girebilmek için, görevliye dil döküyorum... Protokole açık müzeyi, halkın ve kente gelen turistlerin görebilmesi için, önceden izin almak gerekiyormuş. Peşimde bir görevliyle, müzeyi gezmeye başlıyorum. Vitrinlerdekilerin her biri birer sanat eseri ve adeta bir koleksiyon parçası. Avustralya’daki opal madencilerini hatırlıyorum... Kazacakları yere karar vermek için, şunu söylerlerdi; ‘şapkanı havaya fırlat ve düştüğü yeri kaz.’ Çok uzaklardaki bu hayalcilerin aksine, bir lületaşı ustasının dediği gibi, ‘bu toprağın köylüsü doğuştan madencidir. Kışın lületaşı çıkarır, yazın çiftçilik yapar. En iyi tarlayı bildiği gibi, lületaşını nerede bulacağını da bilir.’ Eskişehir köylüleri, lületaşı bulabilmek için, yerin metrelerce altına inerler. Tepelerin yamaçlarına gelir, 1.20’ye 2.5 bir dikdörtgen çizer, üç metre iner, direklerle sağlamlaştırır, on metreye basamak yapar, sonrası için halatlı merdiven kurar. Eskiden ocaklar 300 metreye kadar iner, uzun yeraltı galerilerinde çalışılırmış, şimdi ancak 35- 40 metreye kadar iniliyor. Baba oğluyla, amca yeğeniyle çalışıyor. Emek istiyor, günde ancak on pipo yapılacak kadar taş çıkarılabiliyor. Lületaşı eskisi kadar iş yapmasa da hálá bir köye adını verecek kadar önemli; Beyaz Altın Köyü...

Uçaktan anlamam, üstelik korkarım da... Oysa bir uçak müzesi, özellikle emekli Hava İstihbarat Astsubayı Arif Akkır eşliğinde, bambaşka bir serüvene dönüşebilirmiş. Benim gibi, uçakların sadece içindeyken korkudan heyecanlanan biriyle, onları çocuğuymuşcasına anlatmaktan heyecan duyan bir başkası biraraya gelirse, ‘zıtlıkların uyumu’ diye bir etkiye inanmak gerekir sanırım. Eskişehir’in Havacılık Parkı, kentin en keyifli noktalarından ve bu büyük ölçüde Arif Bey’in sayesinde...’Bak, 1956 yapımı bombardıman uçağı F100 ile şurada gördüğün 1951 yapımı keşif uçağı RF 84 F, Kıbrıs Harekatı’na katıldılar. Şuradaki F104’te, gördüğün roket bomba değil, benzin tankı. Biz buna Uçan Tabut da diyoruz. Amerika ve Avrupa’da, bununla yeterince kaza yapıldığından, biraz da biz yapalım diye, bize hibe etmiş olmalılar.’ Kentin ünlü fast food zinciri Pino’nun restoranlarından biri, müzede C74’ün içinde. Bir zamanlar, nakliye, paraşüt indirme, THY’nin yolcu taşıması gibi amaçlarla kullanılan, 1942 yapımı uçakta, şimdi hamburger yeniyor.

Eskişehir, çoğu zaman, Tren Garı’ndan terk edilir... Burası bir demiryolu kentidir çünkü. Tren Garı’nın sıradışı binasının, ön cephesi ışıklandırıldığında, İstasyon Köftecileri de müşterilerini ağırlamaya başlar. Köftecilerin, neon ışıklarıyla çevrili küçük dükkanlarında, eğlence yerlerinden çıkan öğrencilerle, tren yolcuları biraraya gelir. Bu gece, ben de bir tren yolcusuyum... Eskişehir’den aklımda kalanlarla, tıpkı Porsuk Çayı gibi, kentten geçip gideceğim...

BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIM

Frig Vadisi’nde, mezar, kale ve kümbetlerle içiçe yaşayan köyleri dolaşmak

Odunpazarı’nın dar sokaklarında gezinmek

Porsuk Çayı üzerindeki, üstü açık gezi teknesiyle, köprülerin altından geçmek

Genç ve modern Eskişehir’i dolaşmak

Odunpazarı Aynalı Kahve’de, meşe odununda pişen simidin yanında çay içmek

Hamamları ve tamircileriyle, Sıcak Sular’da bambaşka bir Eskişehir’le tanışmak

Işıklandırılmış Midas Anıtı altında, bir gece konseri izlemek

Yalı Ekber Kıraathanesi’nde, Eskişehir’in yerlileriyle sohbet etmek

Seyyid Battal Gazi Külliyesi’ndeki sekiz metrelik türbeyi görmek

Matrakçı Nasuh’un 16. yüzyılda yaptığı Eskişehir minyatürlerini incelemek

Günübirlik Sivrihisar’a gidip, Ulu Camii’yi, kiliseyi ve Gavur Hamamı’nı görmek

Trenle seyahat etmeseniz de Eskişehir Garı’nın atmosferini yaşamak
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!