Saygısızlık mı, ...lük mü?

Güncelleme Tarihi:

Saygısızlık mı, ...lük mü
Oluşturulma Tarihi: Nisan 25, 2005 21:58

Başlık sizi yanıltmasın, dil üzerine bir yazıdır aşağıdaki. Ciddi mi ciddi. Sadece, yazının sonundaki ‘şahsi yorumumu da içeren soruyu’ başlığa taşıdım, o kadar, hani ‘gel gel’ meyanında, yazı biraz daha iyi ‘satsın’ endişesiyle...

Le Monde’un birinci sayfasınının göbeğinde bir kutu yayımlanır. Tarifi biraz zor. İmzalı, ilginç konulara yer verirler, hani tek başına haber olmayacak, gözden kaçan ama her seferinde insanın dikkatle okuduğu haberler.

Diyeceksiniz ki Le Monde’un yeri bol, muhabirlerinin böyle orijinal haberlerine birinci sayfadan yer ayırabiliyorlar. Doğru, Fransızlar bizim kadar talihli değil, onların her gün ittirik bir bahaneyle sürmanşetten haber yapmak zorunda oldukları bir Hülya Avşar’ları yok, ‘Biri Bizi Gözetliyor Abuzettin’ yahut ‘Benimle Evlenir Misin Şaziye’ gibi dünya çapında şöhretleri, yahut da aybaşısını aysonusunu anlatacak köşe yazarları, kapıcısıyla sohbet etse birinci sayfadan duyurulan ‘büyük röportörleri’ yok... Sadece habere yer bulmak zorundalar, o kadar...

Ben de, her seferinde zevkle okuduğum bu haberciklerden ara sıra size de alıntı yapıyorum.

16 Nisan günü yayımlanan ‘16 nisan 1955 : Ordinateur’e ne dersiniz?’ başlıklı yazı yaramı kaşıdı üstelik.

Hani ‘Yeni bir papa seçilecek, benim diline saygısı olmayan meslektaşlarım işin kolayına kaçacaklar, zaten bütün işleri AP, Reuters, AFP gibi ajansların İngilizce bültenlerini tercüme etmekten ibaret olduğu için, yeni papanın adını İngilizce yazacaklar ve böyle kalacak...’ diye ağlıyordum da haklı da çıkıyordum ya bal gibi...

‘Hayatımıza yeni bir teknik, teknoloji, kavram vs gireceği zaman, ne olur bize eşzamanlı olarak ‘TÜRKÇE KARŞILIK’ önerecek bir kurum olsa’ diye dualar ediyordum...

Bu sorun bize has değil tabii ki, ama millet diline sahip çıkıyor, bizim gibi soysuz değil! (Sadece bugünden bahsetmiyorum, Türk milleti Çin’e gitmiş Türkçeyi bırakıp Çince konuşmaya başlamış, Hindistan’da Hintçe yahut neyse, batıya gelirken Farsça, Arapça... eh bugün de İngilizce haliyle!)

Neyse, söz konusu yazıdan alıntı yapayım, ne demek istediğim belki daha iyi anlaşılır:

8 Aralık 1954’te, piyasaya çıkan ilk IBM 650, Boston’da bir sigorta şirketi tarafından satın alınmış. Seri üretilen ilk bu model, diyor Eric Azan, ‘Otomobil sektöründe Ford T neyse, bilgisayarda odur...” Piyasayı ele geçirmek için önemli avantajları varmış IBM 650’nin:

- Fiyatı çok hesaplıymış: Sadece 500.000 $
- Ayrıca fazla da yer tutmuyormuş: Tek bir odaya sığıyormuş
- Hafızası da çok gelişmişmiş: 2.000 kelime alıyormuş

Gülmeyin, sene 1954, elli yılı aşkın...

Bu müthiş model, Fransa’daki bir fabrikada üretilecekmiş. (Hâlâ var mıdır bilmem, ben talebeyken, IBM’in ‘ikiz fabrika’ diye bir konsepti vardı. Yani yurtdışındaki bir fabrikanın mutlaka ABD’de bir ikizi yapılırdı.)

IBM-Fransa yöneticileri başlamışlar kara kara düşünmeye: ABD’de ‘computer’ denilen bu ‘makineye’ Fransa’da ne isim vereceğiz? diye. Henüz ‘bilgisayar’ kavram olarak bile yerleşmemiş Fransa’ya...

Fransızcalaştırıp ‘Computeur’ desek, Fransızcada bir anlamı yok.

Amerikanca ‘data processing machine’e benzeterek ‘machine processionnelle’ desek, bir tuhaf olacak...

Sonunda, şirketin reklam müdürü François Girard, üniversitedeki eski bir hocasına baş vurmaya karar vermiş. Sorbonne’un Latince uzmanı Prof. Jacques Perret’ye.

Peret, 16 nisan 1955’te, IBM-France’ın genel müdürüne yazdığı bir mektupta, ORDINATEUR kelimesini teklif etmiş.

Dilbilimci Loic Depecker diyor ki ‘Yeni bir sözcüğün böyle tarihli ve imzalı bir mektupla yaratılması pek nadirdir’. (Bizim ‘bilgisayar’ gibi ‘ordinateur’ de cuk oturmuş ve tutmuş, halen kullanılan kelime budur.)

Mektubunda Perret şöyle diyor:

Beyefendi,

‘ordinateur’e ne dersiniz? Yapısal olarak tamam bir kelime, ayrıca Petit Littré sözlüğünde de ‘Kainatın düzenini kuran’ anlamına, Tanrı’nın sıfatlarından biri olarak yer alıyor...

‘Combinateur’ olabilir ama ‘combine’ (tezgah, dümen) kötü şeyler çağrıştırıyor. ‘Congesteur’ veya ‘digesteur’ de ‘congestion’ (kanama) ve ‘digestion’ (hazım) kelimelerini çağrıştırıyor. ‘Synthetiseur’ de sizinki gibi yeni, özel, amacı belli bir makineyi iyi ifade etmiyor...

IBM-Fransa neticede ‘computer’in Fransızcası olarak ‘ordinateur’ kelimesini benimsemiş, bir ara marka olarak tescil etmeyi düşünmüş, ama terim tutunca, vazgeçmiş ve ‘ordinateur’ bir isim olarak Fransız diline girmiş.

Eric Azan diyor ki (özetle), bundan sonra da bazı kelimeler ‘ordinateur’ gibi tuttu, informatique (bilgisayar bilimi), logiciel (software) veya ‘bureautique’ gibi...

Evet ‘mouse’ girmedi Fransızcaya ‘souris’ (fare) diye karşılığı bulundu ama ‘courriel’ (e-mail), ‘pourriel’ (spam), ‘espiogiciel’ (spyware) henüz rüştünü ispat etmedi. Bir on sene beklemek gerek...

Bu arada İngilizcenin saldırısı da giderek güçleniyor: hacker, joystick, freeware, shareware, peer-to-peer, blog ve arkası gelecek belli ki!

*

Dilbilimci Loik Depecker ise önemli bir tehlikeden bahsediyor:

“Fransızlar yaratıcılıklarını kullanmamakta inatçı. Eşyayı (şeyleri) adlandıracak terim bulamazsanız, Fransızca dili bilimden ve teknolojiden silinir gider. İtalyanca ve İsveççe böyle bir felaketi yaşadı. Buna ‘alan kaybı’ deniyor. Bir bilimin kavramlarını açıklayacak terimlere sahip değilseniz, bu bilim başka bir dil - genellikle de İngilizce - konuşmaya başlıyor.”

Bizim Türkiye’de Allah’tan böyle bir endişemiz yok, zaten herhangi bir teknolojide veya bilimde iddiamız yok.

Nasılsa (kim buldu, kim icat etti acaba) ‘bilgisayar’ tutmuş, (tıpkı buzdolabı gibi) ama ya sonra?

Mesela e-posta yahut e-mek(tup) diyebilecekken niye ‘Geçen gün maillerime bakıyordum’ diye yazıyorlar?

Niye bal gibi ‘yazıcı’ varken ‘printer’ diyorlar?

Niye ‘yazdırmak’ değil de ‘print etmek’ yahut da ‘fare’ demek varken niye inatla ‘mouse’ diyorlar?

Dile saygısızlıklarından mı, yoksa dötlüklerinden mi acaba?

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!