Güncelleme Tarihi:
Yine bir 3 Şubat günü onbinlerce insan; Gülpembe’sini geride bırakıp, “Kalk gidelim Küheylan” diyen o masal kahramanın ardından bir sevgi seli olup İstanbul sokaklarını dolduralı tam 15 yıl olmuş...
Bu pazar sabahı onun ‘Adam olacak çocuk’ları bir kez daha Beşiktaş’ta buluşup Barış Manço vapuruna binecekler ve mezarı başında anacaklar...
Lale Manço ise yeni bir hayat kurmuş kendisine ama geçmiş ile arasındaki köprüleri atmamış, tam aksine daha da sağlamlaştırmış... Barış’ın manevi mirası hâlâ ondan soruluyor...
‘Her başarılı erkeğin arkasındaki kadın’ tiplemesine hiç uymuyor Lale Manço...
Onunla uzun uzun konuştuktan sonra bu hikayenin şifrelerini daha iyi kavradım.
“Barış bende ne buldu da beni sevdi hâlâ anlayamıyorum” diyor Lale... Sorunun cevabı basit aslında... Özgüven ve zeka... Okuyun bakalım siz de katılacak mısınız bana...
* Madem bu konuşmayı banda alıyoruz o zaman banka çağrı merkezlerinin en favori sorusuyla başlayalım? Lale Manço’nun anne kızlık soyadı nedir?
Vallahi kullandığım isimleri sıralayacak olursam İspanyol adına benzer. İlk soyadım Çağlar. Barış’la evliyken ve programı yaparken Lale Çağlar Manço’yu kullanıyordum. Barış’ın vefatından sonra Lale Manço oldu. Yeniden evlenince Manço Ahıskalı oldum. Çağlar’ı da araya katayım mı katmayayım mı diye düşündüm ama çok uzun olacak diye vazgeçtim (gülüyor)
* Bu İspanyolluğa takmışınız galiba... Göbek adınızın da NATO olduğu duydum...
İşin aslı şu, babam NATO’da görevliydi. NATO, Napoli’ye taşındığı zaman orada doğan ilk bebek benmişim. Bu yüzden beni öyle çağırmaya başlamışlar. Babam; “NATO mato derken ileride başımıza iş alırız” demiş ve nüfusuma bu ismi yazdırmamış.
* İyi ki de yapmış çünkü bu kelime başka şeyleri de çağrıştırıyor...
Evet zaten ‘nato kafa, nato mermer’ lafını duyduktan sonra bana böyle hitap edilmesini yasakladım (gülüyor).
* Nasıl tanıştınız, ‘bir bahar akşamı mı rastladın’ Barış’a?
- Hayır ama çok komik bir hikayesi var tanışmamızın. İngiltere’den yeni dönmüştüm, ablamlarda kalıyorum. Barış da kapı komşularıymış. Aynı zamanda eniştemin Galatarasay’dan arkadaşı... Bir gün telefon etmem gerekti, bizimki arızalı olduğu için komşuya gittim ama o ana kadar Barış Manço’nun kim olduğunu bile bilmiyorum.
* İnsaf! Hangi galakside yaşıyordun o sıralar?
İngiltere’de öğrenciydim. Bana, ablamlar Barış’ın iyi bir müzisyen olduğunu söylemişlerdi. Hakkındaki malumatım o kadardı...
* Kaç yaşındaydın?
21 yaşındayım. Hint etekleri giyiyordum, ayağımda sabolar, hafif bir hippi görüntüm vardı. ‘Kozmik sister’ modasına uymak için makyaj da yapmıyorum. Anlayacağın bugünkü emo’ların bir gömlek üstü sayılırım. Kapıyı çaldım ve bir baktım Barış karşımda...
* Seni görünce ilk tepkisi ne oldu?
Yıl 1975, Barış askerden yeni gelmiş. ‘Dağlar Dağlar’ ile ortalığı yıkmış, geçmiş. Telefon etmek istediğimi söylediğimde “Benimle evlenmeyi kabul edersen telefonu kullanabilirsin” dedi.
* İyi ki hoş geldin ‘arkadaşım eşeği’ söylememiş...
O biraz güç... Ben de “Neden olmasın” dedim ve görüşmemi yaptım. Tam çıkarken “Ee telefonun parası ne olacak?” diye sordu, ben de “Evleneceğiz ya, daha ne” dedim. Komşu kızına şirinlik yapıyor işte kendince (gülüyor).
* Belli ki seni gözüne kestirmiş...
Sanırım öyle çünkü o gün stüdyoya gitti, dönüşte de ablamlara misafirliğe geldi. Sabah dörde kadar oturdu. Onun bu ilgisini fark edince çok tedirgin oldum. Benden neden etkilendiğini de bir türlü anlayamadım. Üstelik aramızda 11 yaş fark var. Benim için eniştemin arkadaşı, kocaman bir adamdı.
* 11 yaş çok büyük bir fark değil ki...
Ama o zamanlar 21 yaşındaydım ve böyle hissettim. Her neyse bu durum karşı kapının geliş gidişlerindeki artmaya engel olmadı. Zaten fazla sürmedi, biraz zaman geçtikten sonra ben de kendimi karşı dairede buldum (gülüyor).
Sen kendini karşı dairede bulunca o da ‘Gülpem-
be’sini bulmuş mu oldu? Peki hemen evlendiniz mi?
Üç yıl flört ettikten sonra 78’de evlendik...
* Daha önce Marie Claude isimli Belçikalı bir kızla evlenmiş...
Benim bundan haberim bile yoktu. Zaten çoktan ayrılmışlardı.
Ben ona 'cancan' diyorum, o bana 'kuş'
* Peki Barış Manço’nun ev hayatı nasıldı? ‘Halil İbrahim sofrası’ kurar mıydı?.. Bulaşık, yemek filan...
Keyfi yerindeyse her şeyi yapardı. Çok zarifti, kaprisine hiç şahit olmadım. Bir gün gömlek giyecek ama ütüsüzmüş. Bana ‘kuş’ diye hitap ederdi, ben de ona ‘cancan’ derdim... “Kuş, ütü nerede?” diye sordu “Ne yapacaksın ütüyü?” dedim. “Gömleğimi ütüleyeceğim, kırışmış” diye cevap verdi.
Koskaca Barış Manço tabii ki sahneye çıkmadan kendi gömleğini ütülemeyecek ama “Bu gömlek buruşuk, şunu ütüle” demeyecek kadar ince biriydi.
* Tam bir beyefendiymiş rahmetli...
Aynen öyle... Asla evde işi kadın yapar düşüncesinde bir adam değildi.
Hayatı müşterek yaşardı. Mesela canı istediğinde öyle güzel yemekler yapardı ki...
* Biz Barış’ı gece hayatında da hiç görmedik aslında...
Göremezdiniz de zaten. Her ne kadar dışa dönük biri olsa da; yalnızlığını ve özelini çok seven bir adamdı. Müthiş bir antika koleksiyonu vardı. Evde oturup antika vazolarını teker teker yıkamaya, kurulamaya, yerleştirmeye bayılırdı. Onlarla ilgilenmekten büyük keyif alırdı. Vakti olduğunda saatlerce resim çizerdi.
* Bir baba olarak nasıldı Barış Manço?
Onu çocuklara sormak lazım aslında. Tabii ki çok yoğun bir babaydı, ne yazık ki birlikte çok zaman geçiremediler.
Ama oğullarıyla beraber olduğu kısa anları da çok kaliteli yaşadılar.
* Çocuklar hiç heves etmediler mi şarkıcılığa?
Hiç etmediler... Bir de o dünyayı biraz dışladılar. Onları çekimlere götürmek istediğimde gelmezlerdi.
Evdeki provalarda enstrüman çalmaya hiç yeltenmediler.
Babaları ile aralarına müziğin girdiğini düşündükleri için ilgilerini çekmedi. Ama sonradan buna pişman oldular.
* Ne iş yapıyorlar şimdi?
Doğukan DJ’lik yapıyor ve çok iddialı. Müziğin başka bir tarafına tutundu. Batıkan 3D animasyon okudu ve şu anda bir müzik şirketinde çalışıyor.
* Öyle ya da böyle armut dibine düşmüş...
Doğru söylüyorsun, müzik artık hayatlarının bir parçası.
Batıkan’a ‘banker’ diyorum çünkü bir müzik bankası yönetiyor.
* Hangisi daha çok babasına benziyor?
Barış; “Batıkan benim küçüklüğüme çok benziyor” derdi. Doğukan’ı bana daha çok benzetiyorlar. Ama bir gün seyahatten döndü, saçlarını uzatmış.
Onu görünce bir anda nefesim kesildi. Karşımda sanki Barış duruyordu.
Saçlarını uzattığı zaman ikisi de çok benziyor babalarına...
* Şimdi bir de gelin katıldı aileye...
Evet Doğukan sayesinde...
* Kaynanalık nasıl?
Ben mi?
* Başka kaynana var mı?
Kendimi kaynanadan ziyade arkadaş olarak görüyorum.
Sadece erken ölümüne kızdım onun
* Müziğe başladığı yıllarda şişman bir gençmiş Barış...
Galatasaray Lisesi’nde okurken topalak bir çocukmuş. O dönem Rock’n Roll söylüyor. Yine derilere meraklı... Film setine çağırıyorlar. Sahneye atlıyor, Elvis gibi dizlerinin üzerinde kayacak... Ama şişman olduğu için pantolonu cart diye yırtılmaz mı... (gülüyor).
* Peki ne oldu da iğne ipliğe döndü?
Okumak için Belçika’ya gittiği zaman Henri Salvador adlı ünlü bir yapımcıyla tanışmış. Salvador ona Paris Olympia’da konser vermeyi teklif etmiş ama “Bu göbekle, kiloyla olmaz” demiş. Olympia’yı duyunca Barış, 2,5 ayda iğne ipliğe dönmüş.
* Olympia’ya kaç yılında çıktı?
62 ya da 63 olması lazım. Afişlerde Manço adı Mancho olarak yazılınca annesi çok kızmış, “Benim oğlumun adı Barış Manço, doğru yazın” diye kıyametleri koparmış.
* Yanılmıyorsam Fransa’da albüm çıkaran ilk Türk de o...
Yanılmıyorsun... Ama albüm değil, iki 45’lik plağı var Fransızca.
* Bir de Türkiye’de adı Barış ismi verilmiş ilk kişinin Barış Manço olduğu söylenir. Rivayet mi, gerçek mi?
Evet... Barış 1943 senesinde, 2. Dünya Savaşı’nın tam ortasında doğmuş. Babası da “Artık barış gelsin” derken, dünyaya bizim Barış gelmiş. Gerçekten de isminin verdiği manevi duyguyla barış saçan bir insan olduğunu ve bu misyonla doğduğunu düşünüyorum.
* Doğukan ile Batıkan da ilk kez konulan isimlerden...
Onlar da ilk, evet. Çocukların isimlerini Barış koydu. Doğukan’ın ikinci adı Hazar, onun da anlamı barış. Batıkan’ınki de Zorbey...
* Tüm bu isimlerin yanına NATO biraz garip kaçabilirdi...
Haklısın... Hazar, Doğukan, Barış derken, NATO durumu fena karıştırırdı.
* Genellikle yıldızlarla evlenen kadınlar köşelerine çekilir… Ama bu kural sizin için geçerli olmadı galiba...
Köşeye çekilmeye zamanım olmadı ki... Her erkeğin arkasında bir kadın vardır derler ama biz Barış’la beraber yaptık her şeyi. Barış Manço diye bir müessese vardı ve biz o müessese için çalıştık.
* Kendini bu müessesenin genel müdürü gibi hissettin mi?
Hayır, genel müdür her zaman Barış’tı. Hayatına girdikten kısa bir süre sonra kendimi onun özel sekreteri olarak buldum.
* 7/24 mesai...
Hem de nasıl... Hayran mektuplarını açmak, telefonlara cevap vermek, randevuları ayarlamak hepsi benim işimdi. Artık o kadar tecrübe sahibi olmuştum ki telefondaki kişiyi hiç tanımasam bile ses tonundan; iş mi istiyor, geyik mi yapacak hemen anlıyordum.
* Barış’a kadınların gösterdiği ilgi seni hiç rahatsız etmedi mi? Çok kıskandın mı?
Biliyor musun Barış’ı hiç kıskanmadım...
* Türkiye’nin hayran olduğu bir adamla birliktesin ama...
Kim bilir bu durumu Barış’ın zekası dengeledi belki de. Bana öyle bir özgüven, sevilme ve üstünlük duygusu aşılıyordu ki “Ben neymişim” deyip onun başka birisine ilgi gösterebileceği aklıma bile gelmiyordu.
* Yoksa akıllıca kurgulanmış bir tezgah olmasın bu? Ver eşine özgüveni, bak dışarıda dalgana...
(Gülüyor) Akıllı her erkek kadını aşağılayacağına ona özgüven verir. Ayrıca da her sahneye çıkanı, her çiçek vereni, her boynuna sarılanı kıskanmaya kalksaydım ömrün tükenirdi.
* Özel yaşamında nasıldı? Kızdığı zaman tepkileri ne olurdu?
Öyle bağırıp çağırması yoktu ama kızdığı zaman dondurucu bir sessizliğe bürünürdü. O sessizlik oldu mu, felaket başlıyor demekti. Yanına yaklaşamazdınız...
* Biz tabi onun bu taraflarını bilmiyoruz...
Düşünsene İzzet, tam bir oğlak burcu, hem de oğlağın hası... Sinirlenince hemen tepeye çıkar, keçi gibi durur orada... Ne sevebilirsin, ne yaklaşabilirsin. (gülüyor)
* Evliliğin boyunca en çok neyine kızardın onun...
Sadece erken ölümüne çok kızdım Barış’ın...
Barış Manço vapuru
* Barış Manço Vapuru gelenekselleşti mi?
Amacımız bu zaten. Bu yıl Barış’ın 15. vefat senesi. Barış Manço Vapuru bundan böyle her sene şubat ayının ilk pazarı, Beşiktaş iskelesinden sabah 10.30’da ücretsiz olarak kalkacak. Hep birlikte Barış’ın mezarını ziyaret edeceğiz.
* Neden gününde değil de şubatın ilk pazarı?
Barış; “Beni öldüğüm gün değil, doğduğum gün anın” derdi ama biz bu etkinliği tam gömüldüğü güne değil de ilk pazara denk getirerek yapıyoruz çünkü bir sebebi var. Geriye dönüp baktığımda Barış’ın cenazesi gibi bir cenaze daha Türkiye’de olmadı.
* Hatırlıyorum, o gün hayat durmuştu...
Öldükten sonraki üç gün, iskeleye kadar insan doluydu burası ve kimse yerinden kıpırdamadı. Evin arka bahçeyi açtık, gençler orada çaldılar, söylediler. Bir ay boyunca süren bir anma yaşandı. Asayişi sağlamak için gelen polisler bile kaldırıma oturup ağlıyordu. Din yok, ırk yok, cinsiyet yok. İnsanlar Barış sevgisi etrafında toplanmış, aileden birini kaybetmeninin acısını yaşıyormuş gibi ağlıyorlardı.
* Herkesin ağabeyi, babası, kardeşiydi...
Haklısın, hatta “Aynı gün eniştemi kaybettik ama Barış Manço’nun ölmesine üzülmekten kendi acımızı anlayamadık” diyenler bile oldu. PKK olaylarının tavan yaptığı dönemdi ama insanlar sevgi için her şeyi unutup, birleşmişti. O yüzden de Barış’ı gömdüğümüz gün olan 3 Şubat, ‘Barış ve Sevgi Günü’ olmalı.
* Müziği kıtaları aşmış biri için verilebilecek en güzel hediye...
İnsanların böyle bir güne ihtiyaçları var. Diliyorum ki insanlar her sene şubatın ilk pazarı Beşiktaş iskelesine gelsinler ve Barış Manço Vapuru’nun kalkacağını bilsinler. Biz bunu hiç söylemeyelim ve reklam yapmayalım kendi kendine gelenekselleşsin istiyorum.
Viagra kullanıp öldüğü haberi şehir efsanesi bile olamayacak kadar iğrenç
* Barış ile şaşaalı bir yaşam mı sürdünüz?
Dönemine göre zengin bir hayat sürdük. Çok iyi paralar kazanıp, çok iyi yaşadık ama şu an aynı şeyleri yapsak üç-beş kat daha fazla kazanırdık.
* Ve bir gün Barış gitti ve hayatınız altüst oldu...
Manço Tatil Köyü için alınan krediler zamanında ödenmeyince, üç kuruşluk borçlar koca koca rakamlara dönüştü ne yapacağımızı şaşırdık...
* Sonun başlangıcı o tatil köyü müydü?
Evet. Vefatının arkasından ödenemeyecek hale gelen krediler, hacizler, satışlar. Barış’ın bıraktığı para karşılamadı bu masrafları.
* O kadar sanatçı arkadaşınız var, bir araya gelseler ödenmez miydi borçlar?
Her şey yapılabilirdi ama olmadı maalesef... Doğukan’ın en büyük hayali bir gün çocukluklarının geçtiği bu evi yeniden satın almak.
* Suç, biraz da istemeyi bilmemen de galiba...
Kimden ne isteyecektim ki. Allah’tan öyle bir şey yapmamışım. Bak ne anlatacağım... Kuşadası’ndaki bir festivalde Barış Manço Özel Ödülü veren devrin Bakanı gaza gelmiş, “Barış’ın Moda’daki evini kurtarmak için bir hesap açıyorum 5 bin lira yatırıyorum, herkes bu hesaba para yatırsın” demiş...
* Neden miş’li, muş’lu konuşuyorsun?
Ben orada yokum da ondan... Sonra “parayı nereye yatıracağız” diye aramaya başladılar. Ben de işin gerçeklik payını öğrenmek için Bakanlığa telefon açtım... O kadar durumdan habersizim anlayacağın...
* Öykünün sonu kötü bitecek gibi görünüyor...
İyi bitmesi mümkün mü? Tam o günlerde gazetecinin biri “Biz bu paraları yatıracağız da Lale Manço sevgilisiyle mi yiyecek” diye bir yazı yazdı. Birbirimize girdik. Adamın biri bir festivalde zevzeklemiş, ceremesini ben çektim.
* Haciz gelip oturduğun evin kapısının önüne konulmak ne büyük bir acı...
Paramparça oldum... Devlet, hükümet, kültür bakanlığı varken kimse Barış Manço’ya böyle bir şey yapamaz diye düşünmüştüm ama çatır çatır yaptılar, herkes de seyretti.
* Barış’ın o çok ünlü araba koleksiyonuna ne oldu?
Arabalar haraç mezat birilerine gitti. Bir tane 57 model Rolls Royce, bir Jaguar, bir MG, bir tane de Ford Mustang’i vardı. İnan şu an kimlerin aldığını bile bilmiyorum. Açıkçası öğrenmek de istemiyorum.
* Peki Moda’daki oturduğunuz ev nasıl gitti elinizden?
Halk Bankası kendine aldı. Hayata bak, şu an eşyalar bana, mülkiyeti bankaya, müzenin işletmesi de belediyeye ait. Müze diyoruz ama bu kadar bölünmüş olmasından dolayı müze de olamıyor.
* Bütün bu olaylar maddi olarak nasıl etkiledi aile hayatını?
Biz hiçbir zaman uçmadık, bu yüzden küçülmek çok kolay oldu. Yaşantımda asla lükse yer vermedim. Marka giymem, mücevher sevmem, kürk almam... O kadar mütevazı bir hayatımız vardı ki; yeni duruma alışmak hiç de zor olmadı.
* “Ben Barış Manço’nun karısıyım. Bunlar benim başıma nasıl gelir?” demedin yani...
Hayır demedim. İki tane ev, Moda’daki köşk ve Kanlıca’daki kocaman ev ve personelleri vardı. Hepsi tıkır tıkır gitti. Diğer evi de sattık ve yaşamımıza öyle devam ettik.
* “Tüm bunlar para pul meselelerinden anlamadığım için yaşandı” diye düşünüyor musun?
Bilgisizlik mi bilemem ama hayatın içinde bunlar da var. O süreçte neler döndüğünü bilmiyorum. Tatil köyü de elimizden gitti. Baştan alacakları şey için neden hayatımızı bu kadar darmaduman ettiler anlamıyorum.
* Yaşananlar hayata bakış açını değiştirdi mi? Artık daha katı bir Lale mi var karşımızda?
Hayır sadece hayatta kalma içgüdüsü ile yaşadım. İki çocuk ve manevi miras var ortada. Hepsine sahip çıkarak devam etmem gerekiyordu. Barış’ı kaybetmenin acısını sindirmeye çalışırken bir de savcılığa çağrıldım.
* Barış’ın zehirlenerek öldürüldüğü iddialarıyla ilgili mi?
Bir gazetede haber çıktı ‘Barış Manço öldürüldü mü?’ diye. Zanlı da benim... Savcı ifademi, özür dileyerek “Bu haberi ihbar olarak değerlendirmek zorundaydık, lütfen kusura bakmayın” diye aldı.
* Onlar da inanmamışlar...
Tabii ki inanmadılar. Zaten dünyanın en garip cinayeti olurdu. Düşünsene bir kadın tutacaksın, kocanın koynuna sokacaksın, ona viagra içirteceksin, tansiyonu yükselecek ve ölecek. Bu anlatılanlar Barış’ın hatırasına saygısızlıktan başka bir şey değil.
* Gerçekten kullanmış mıydı?
Barış zaten tansiyon hastasıydı ve ilaç alırdı. Öte yandan kafası da çalışan bir adamdı. Bu tamamen saçmalık. Barış’ın viagra kullanıp öldüğü haberi şehir efsanesi bile olamayacak kadar iğrenç.
* Peki o zaman bu söylenti nasıl yayıldı ortalığa...
Mevlidini Dolmabahçe Camii’nde yapmıştık. Camiden çıktığımda biri yanıma geldi ve “Barış Bey viagradan mı öldü” diye sordu. “40 gün zor tuttunuz değil mi kendinizi” dedim. Düşün, arkasından konuşmak için kırkının çıkmasını zor beklediler... Ben dedikoduların kimden çıktığını biliyorum ama bu konuda konuşmayı kendime yakıştıramam.
* Çapkın bir adam mıydı Barış?
Çapkın demeyelim ama flörtözdü. Derdi asla yatağa atmak değildi. Güzeli, kadın gibi kadını severdi. Zaten beni ilk gördüğünde, o hippi halimle nasıl beğendi hiç anlamadım (gülüyor).
* Aşk için üç saniye yetiyor...
Yetiyor yetiyor da, hâlâ daha “Acaba neyime aşık oldu?” diye sorarım.
* Hissetmeden bu kadar güzel aşk şarkıları yazılabilir mi?
Aşk şarkıları yazan bir adamın flörtöz olmaması ya da duygularını beslememesi mümkün olabilir mi? Ya da yazdıkları yalan olurdu ki Barış’ın yazdıkları tamamen gerçekti.
* Şimdi burada, bu evde etrafına bakınca neler hissediyorsun?
İnsanın kendi hayatının seyircisi olmasının ne kadar enteresan bir şey olduğunu...
* “Eşyalar toplanmış, seninle birlikte, anılar saçılmış odaya her yere...” diye mırıldandığın olmuyor mu hiç?
Her eşya bir şeyleri hatırlatıyor. Üst kattaki odadaki yatağın komik bir hikayesi var. Barış’la evlendiğimizde, ablamlarla aynı apartmandaki dairesinde yaşıyorduk. 7 aylık hamileydim. Artık yer masasında oturamıyordum. “Bir masa alalım kendimize” dedik ve Kuledibi’ndeki Bit Pazarı’na gittik.
* Yine bir çapanoğlu çıkacak galiba altından...
Çıkmaz mı... Masa alacağımız yerde gittik bu yatağı aldık. Ama yatak büyük geldiği için odaya sığdıramadık. Biz de salondaki eşyaları odalara taşıdık, yatağı da salona koyduk. Kapıdan giriyorsun ortada koca bir yatak duruyor; insanlar bunu görünce “Ay pardon” deyip çıkıyor. Arkada teypler, bateriler; önde yatak odası. Yine de biz bu durumla çok eğleniyorduk.
* Şimdiki eşin Serdar Bey, Manço soyadını kullanmana bozulmuyor mu?
Bu kadar güzel bir soyadı için neden bozulsun ki? Son derece tatlı, anlayışlı ve medeni bir eşim var. Kendine güvenen insanların böyle şeylerle derdi olmaz zaten. Bütün bu facialar yaşanırken yanımda bir tek o vardı. Maddi manevi hep o destek oldu...
* Ne zaman tanıştınız?
Bana danışmanlık yapmak için geldi. O zaman Arabistan’da çalışıyor, gidip geliyordu. O ara tanıştık işte. Bankalarla müzakerelere hep o gitti.
* Avukat mı Serdar Bey?
Hayır, yönetim danışmanı. Baktı ki borçların sonu gelmiyor; çok kıymetli bir arazisi vardı, onu sattı, parayı masaya koydu, kefaletimi kaldırdı.
* Ondan sonra da hayatına girmiş oldu...
Böyle söyleyince para verdikten sonra birlikte olmuşuz zannediliyor. O parayı vermeden önce zaten çoktan evliydik. Çocuklar sorun yaşamasın diye böyle bir karar verdik.
Serdar’ın çok büyük katkıları oldu. Bütün bu direnci, kendime güveni bana veren odur.