Sarıyer - Dolmabahçe = Türkiye

Güncelleme Tarihi:

Sarıyer - Dolmabahçe = Türkiye
Oluşturulma Tarihi: Haziran 16, 2005 17:44

Yazacağım dedim ama, üç gündür elim gitmiyor inanın. O kadar bıktım ki ‘trafik’ yazıları(m)ndan... Hani bir fıkra vardır, anlatmıştım:

Kudüs’te görevlendirilen bir gazeteci, Ağlama Duvarı’nın önünden her geçişinde, yaşlı bir Musevî’nin orada durup dua ettiğini fark etmiş. Bir hafta, iki hafta... sonunda adamla bir röportaj yapmaya karar vermiş. İzin alıp teybini açmış, sormuş adama:- Adınız?

- David. Polonya Yahudisiyim. Yaşım 65. Smalla’da bir manav dükkânım var. Evliyim. İki çocuğum Tel Aviv’de bir çiçek serasında çalışıyor...
- Sizi her gün burada, Ağlama Duvarı’nın önünde, dua ederken görüyorum.
- Evet, her sabah dükkânı açmadan buraya gelirim. Dünya barışı ve insanların kardeşliği için dua ederim. Öğle tatilinde bu sefer insanların mutluluğu, acıların sona ermesi için Yaradan’a yalvarırım. Akşam da, eve dönerken, bu kez dürüst ve iyi insanların esenliği için dua ederim. Cumartesi günümü de burada, yine dua ederek geçiririm.
- Ne güzel! Kaç senedir bunu sürdürüyorsunuz?
- İsrail’e göçtüğümden beri, yani 40 yılı geçti.
Gazeteci çok etkilenmiş, heyecanla sormuş:
- 40 yıldır her gün dua ediyorsunuz. 40 yıldır yılmadınız. Bugün nasıl bir duygu içindesiniz, neler hissediyorsunuz?
Uzun uzun iç geçirmiş yaşlı Musevî; sonra bezgin bir sesle cevap vermiş:
- Vallahi artık bilemiyorum, demiş. İçimde, sanki duvara konuşuyormuşum gibi bir his var.

Trafik hakkında yazmak da böyle...

Düzelen hiçbir şey yok, bu kafayla, bu polisle düzeleceği de yok...

Babamla Boğaz’a yürüyüşe gittiğimizde, denizin pisliğini gösterirsek kızar bize, ‘Ben görmemeye çalışıyorum, Boğaz’ın güzelliğine bakmaya çalışıyorum, bana habire denizin ne kadar pis olduğunu niye gösteriyorsunuz!’ diye.

İkide bir - trafik toplumun aynasıdır - ilkelliğimizi, disiplinsizliğimizi, birbirimize karşı saygısızlığımızı, polisimizin zavallılığını (ne kadarı yetersizlik, ne kadarı umursamazlık, ne kadarı suça iştirak, bilemiyorum) tekrarlamanın, halimize üzülmenin anlamı var mı?

Cumartesi gecesi, Sarıyer - Dolmabahçe yolunda gördüklerimi uzun uzun anlatmayı istiyordum, elim gitmedi, derin bir bıkkınlık hissi kapladı içimi.

Neye yarar?

Siz bilmiyor musunuz bu gerçekleri?

Söylesem sanki düzelecek mi?

Cumartesi gecesi, Boğaz’ın en kalabalık saati. Bir defa Sarıyer’den Dolmabahçe’ye kadar sadece 2 trafik polis gördüm. Biri Ortaköy’de hiç ihtiyaç olmayan bir yerde durmuş hababam düdük çalıyordu (belki de âmirinin geçiş saatiydi), diğeri de bir gece kulübünün önünde park etmiş bir şoförle ağız dalaşına girmiş, kamuya değil, otopark mafyasına hizmet ediyordu.

Kırmızı ışıkta geçen yüzlerce araç, belediye otobüsleri, polis araçları dahil...

Karşıdan gelen (içini görebildiğimiz) 100 araçtan belki 95’inde sürücü ve yolcuda emniyet kemeri yok...

Kıç kıça halinde seyreden araçları sollamayıp kafadan dalmaya çalışan ‘uyanık’ hayvanlar, bir değil, beş değil, on değil...

Her yerden, zırt fırt önünüze koyun gibi atlayan yayalar...

Değnekçilerin Boğaz yoluna ikinci, üçüncü sıra park ettirdiği araçlar...

Ortaköy’de, Dereboyu’ndan sahil caddesine çıkış noktasında - zaten trafik kilit - yol ağzına park etmiş, kokoreç yiyen hayvan...

İki metre ötede düdük çalıp duran, ama bu öküze müdahale etmeyen trafik polisi...

Gecenin o saatinde trafiğe karışmış çimento harç kamyonu...

Hangi birini anlatayım size!

Türklüğümden utandığım manzara...

 

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!