Güncelleme Tarihi:
TUBA ÜNSAL VE KIZI SARE FOTO-GALERİ
Bir anda “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisinde rastladık size. Bizim için sürpriz oldu, peki ya sizin için?
- Bu kadar iyi bir dizinin ekibine dahil olmak benim için de çok güzel bir sürpriz oldu. Çünkü benim televizyon izleme kültürüm yok ama bildiğim, izlediğim, karakterlerine aşina olduğum tek dizi buydu. Hamilelik dönemimde mesela, Amerika’dan diziyi takip ediyordum.
Biraz havalı, burjuva bir karakteri canlandırıyorsunuz. Kolay oldu mu rolünüzü içselleştirmek?
- İlk set günümde çok gerildim ama yönetmenimiz Zeynep çok güzel oyuncu yönetiyor. Onunla birlikte çıkardık aslında karakteri. Biraz alternatifli bir rol yarattık.
Tuba Ünsal’ın pek çok şeyde parmağı var. Ya da 10 parmağında 10 marifet var desek daha doğru aslında. Model, sunucu, oyuncu, yazar, tasarımcı... Peki siz en çok hangisisiniz acaba?
- Ana işim ve mesleğim, oyunculuk benim. Diğerleri, hobilerim. Hobilerimin hayatıma profesyonel olarak yansıması diyebilirim.
Bu ‘hâlâ büyümeyen kız çocuğu’ algısı sizi rahatsız ediyor mu? Yoksa tam aksi mi?
- Yok, rahatsız olur muyum! Gayet memnunum ben. Genç kızlar için rol model oldum. Bir yanda anneyim, bir yanda başarılı bir iş kadınıyım, bir yanda da hâlâ ‘bizim kız Tuba’ durumu var. Bu algının olması için uğraşmıyorum ama bu benim. Kendimi gün içinde hepsine yakın hissediyorum. Toplantıda iş kadınıyım, Sare’yle oynarken çocuğum, onunla ilgili sorumluluklarımda anneyim. Biraz böyle multifonksiyonel bir kişiliğim var.
KENDİMİ BİLDİM BİLELİ ÜNLÜYÜM
Çocuk yaştan beri ünlüsünüz. Hiç, ünlü olmasaydınız acaba nasıl bir hayatınız olurdu diye düşündüğünüz oluyor mu?
- Evet, kendimi bildim bileli ünlüyüm. Aksi nasıl olurdu gerçekten bilmiyorum. Hani bunu şöyle analiz etmeye çalışıyorum; okul dönemime baktığımda, o zaman da insanların bildiği bir kızdım. Şanlıurfa’daki okul dönemimde renk olarak farklıydım, o yüzden insanların bildiği bir öğrenciydim. İzmir’deki hayatıma bakarsanız, çok aktiftim, voleybol takımındaydım, tiyatro kulübündeydim, yine bilinen bir öğrenciydim. Ama hiçbir zaman ortamda ben ben diye dolanan biri olmadım. Çünkü zaten biliniyordum.
Hep pozitifsiniz, derdiniz tasanız yok mu sizin?
- Ben hayata mutlu, pozitif ve pembe bir pencereden bakıyorum. Bütün sıkıntı, dertler hayatın içinde var, hepimizin oluyor... Ama ben dertli, tasalı durumlarımı bile çok çabuk atlatabiliyorum. Hemen parlayıp ardından hemen sönüp “Tamam o zaman ne yapacağız?” diyorum.
Bu piyasanın içinde sizi en çok ne mutsuz ediyor?
- Bu işin hâlâ bir piyasa olması, sektör olmaması. Hâlâ çalışma hakları yok, hâlâ 120 dakika süren diziler var. Geçen gün bir gazetede; “Bir futbolcuya sırf futbol maçları çok iyi reyting alıyor diye, 170 dakika maç yapacaksın diyebilir misin?” şeklinde bir yazı okudum. Bu da onun gibi bir şey. Bu sektörün git gide çöküşünü görüyorum ve çok üzülüyorum.
Diğer yandan da kimseyi takmayan bir havanız var...
- Evet doğru, kimseyi takmıyorum. Takacağım insanları seçiyorum, diğer durumları da takmıyorum.
“AMA SEN ŞANSLISIN” DİYEMEZSİNİZ BANA
Şans, hayatınızın neresinde?
- Öyle çok şanslı bir insan değilim. Ben şansını kendi yaratanlardanım. Hep çok daraldığım zamanlarda, “Neden hayat benim için bu kadar zor?” ya da “Neden başarılı olmak için bu kadar çok çabalayıp bu kadar emek sarf etmem gerekiyor?” derim hatta. Bana “Ama sen şanslısın” diyemezsiniz. Ben gerçekten şans bana geldiğinde hazır olmaya çalışıyorum, o kadar. Böyle olması gerekiyor. Çünkü bir sürü şey hayatımızda es geçiyor. Bir sürü şey karşımıza çıkıyor ama göremiyoruz. Geldiği zaman hazırsan eğer, sen dönüm noktanı yaratmış oluyorsun.
30’lu yaşlar umduğunuz gibi mi geçiyor peki?
- Yaşın rakamsal haline takılmıyorum. Benim için pek bir ifadesi yok.
Öyleyse şöyle soralım; kendinizde bir 10 yıl öncesi ile ne gibi farklar hissediyorsunuz?
- Çok daha bilinçliyim. Ayaklarım yere daha sağlam basıyor demeyeceğim, çünkü ben 16 yaşında ilk vergimi verdim. Ve ciddi vergiler ödedim. 16 yaşında da ayaklarım yere çok sağlam basıyordu; şimdi artık magma tabakasına ulaşmış durumda.
Peki bunca şey içinde kendinizle en çok hangi konuda gurur duyuyorsunuz?
- Sare’ye iyi bir anne olduğum için gerçekten kendimle gurur duyuyorum.
FELSEFEM: İYİ İNSAN OLMAK
Kendinizle çatıştığınız, çelişkiye düştüğünüz durumlar oluyor mu?
- Benim felsefem, olabildiğim kadar iyi insan olmak. Gücüm yettiğince herkese yardım etmeye çalışıyorum. Bu, hayatımdaki insanlar olur, hayatımda olmayan elimin yetebildiği insanlar olur, fark etmez. Mümkün olduğu kadar herkese güzellik katmaya çalışıyorum ama sonrasında da beklentim fazla oluyor. Bu ikisi birbiriyle çelişiyor. “Ben bunları bunları yaptım, peki neden benim başıma bu geldi” diyorum. Oysa “iyilik yap denize at” diyebilmek gerekiyor ama olmuyor. Çok emek veriyorum gerçekten iyi bir insan olmak için çünkü.
Çocukluğunuzla ilgili en çok hangi tabloyu özlüyorsunuz?
- Annem, babam, ablam, ben... Yani çekirdek aile olduğumuz zamanları. Ben çok şanslıydım; çünkü anne ve babayla büyümek bir sonraki jenerasyon için çok öteki bir durum olacak. Boşanma oranları çok arttı. Bizim ebeveynlerimizin bilinçaltı aile kurmak ve onu korumak yönündeydi. Şimdi bizde öyle bir bilinç yok. “Neden uğraşayım ki?” durumundayız. Bu yüzden biz anne babasıyla büyüyen, bunu yaşayan son nesiliz galiba.
Sare’ye bu konuda nasıl yardımcı olmaya çalışıyorsunuz?
- Biz yeni jenerasyon mutlu bir aileyiz. Sadece aynı evde yaşamıyoruz o kadar. Babasıyla mutlu bir hayatı var Sare’nin, benimle de ayrıca mutlu bir hayatı var. Aynı evin içinde mutsuz anne-baba ile yaşayan çocuklar büyük trajedi yaşıyorlar. Oysa Sare, mümkün olabilecek en mutlu şekilde büyüyor.
Ne zaman huysuzlaşırsınız?
- Sık sık huysuzlaşabilirim. Trafikte huysuzlaşırım örneğin. Bir de üzerime çok fazla sorumluluk almayı seviyorum. Başkalarının sorumluluklarını da alıyorum hatta. Böyle olunca bazen dolabiliyorum ve ‘dağılın’ oluyorum. O böyle beş dakikalık bir gerginlik süreci oluyor. Sonrasında hemen sakinleşiyorum.
SOSYAL MEDYA SAYESİNDE ARTIK HERKES KENDİ GAZETESİNİN YAZARI
Stiliniz, tarzınız hep farklı ve dikkat çekiyor. Özel tasarım ve tasarımcı kıyafetlerini sevdiğinizi de biliyoruz. Alışveriş rotalarınız genellikle nereler oluyor?
- Tasarıma harcanan parayı gerekli buluyorum, çünkü Chanel, Louis Vuitton gibi markaların tasarımlarına sahip olmak hoşuma gidiyor. Ama kendi stilimi yaratırkenki en önemli detay, o önemli parçalarla günlük hayatta herkesin ulaşabileceği parçaları kombinlemek. Bu yüzden her yerden alışveriş yapmayı seviyorum. Outlet’lerden alışveriş yapıyorum, çünkü sezon ve trend denilen şeyi takip etmiyorum. İnsanların bilmediği, görmediği tasarımları almak, satılmayan şeyleri keşfetmek daha heyecanlı oluyor. Onun dışında klasiklerim var. Superga ayakkabıları, her sezon her şeyle kombinlerim. Vintage kıyafetleri seviyorum, her Los Angeles’a gittiğimde vintage parçalar topladığım pazarlar vardır. İstanbul’da Pied de Poule var, oraya da sık sık uğrarım.
Siyaset, gündem... Bunlarla da ilgilisiniz Twitter’dan takip ettiğimiz kadarıyla...
- Ülkemde neler oluyor neler bitiyor takip ediyorum ve duyarlıyım bu konuda. Kapalı ve kendi kutusunda yaşayan biri değilim. Bu yüzden sosyal medyada beni takip eden insanlara, duyurabileceğim kadar kendi fikirlerimi duyurmaya çalışıyorum. Çünkü sosyal medya sayesinde artık herkes kendi gazetesinin yazarı ne de olsa.
Ne kadar başarılı olursanız olun, siz hep bir şekilde güzelliğinizle de anılıyorsunuz, anılacaksınız. Peki güzellik konusunda takıntılarınız var mı?
- Cildime özen gösteriyorum. Makyajlı uyumamaya çalışıyorum. İçeriğinde paraben ve hiçbir kimyasal madde olmadığı için Ren markasının ürünlerini kullanıyorum. Sağlıklı beslenme kısmı ise bende pek yok.
ENDLESS LOVE, İNSANIN ÇOCUĞUYLA YAŞADIĞIYMIŞ
Aşkta nasıl bir evredesiniz?
- Gerçekten ‘endless love’ (sonsuz aşk) denilen şey, insanın çocuğuyla yaşadığıymış. O bambaşka bir şey. Benim Sare’den sonra artık aşka bakışım bambaşka. Bu, gerçekten aşk.
UZAKLAŞMAK İSTEDİĞİMDE BAŞKA BİR KÜLTÜRE GİDERİM
Her şeyden uzaklaşmak istediğinizde sık sık kaçtığınız kaçış duraklarınız var mıdır?
- Sık sık. İki ay boyunca çok yoğun çalışıp iki ayda bir de bir hafta, 10 gün kadar ortadan kaybolurum. Başka bir kültüre, hiçbir şey düşünmediğim bir yere giderim. O süre boyunca da aklıma işin ‘i’si gelmez. Örneğin en son geçtiğimiz haftalarda Tayland’daydım.
Boşanma oranları çok arttı. Bizim ebeveynlerimizin bilinçaltı aile kurmak ve onu korumak yönündeydi. Şimdi bizde öyle bir bilinç yok. “Neden uğraşayım ki?” durumundayız. Bu yüzden biz anne babasıyla büyüyen, bunu yaşayan son nesiliz galiba.