Faruk Bildirici
Oluşturulma Tarihi: Ekim 03, 2010 00:00
84 yıllık bir kuruluş olan Doluca şaraplarının görünen yüzü Sibel Kutman. Şarapla bu denli bütünleşmesi çok doğal. Çünkü o da en az şarap kadar renkli, tutkulu, hayat dolu, keyifli bir kadın. 34 yaşında olmasına rağmen durmuş, oturmuş hal ve tavırları da hem şarabı hem de hayatı öğrenmeye geniş zaman ayırdığı geçmişinden kaynaklanıyor. Onu yeterince tanımak için şaraba olan aşkını öğrenmek yetmiyor; dansa ve hatta Porto Riko’ya kadar uzanmak gerekiyor
Hayatımda hep farklı yollardan gitmek istedim ama yolum dedem ve babamın yoluyla kesişti. Dansa olan merakım ufak yaşta başladı. Altı yaşından itibaren bale ve jimnastik kurslarına gitmeyi istemiştim. İlkokuldan evvel okumayı öğrenmiştim, bir gün Sait Sökmen’in Bale Sanat Merkezi açıldığı haberini gazetede gördüm. Anneme, “Buraya gitmek istiyorum” dedim. Böylece dans erkenden hayatıma girmiş oldu. Ama eninde sonunda şarapla olacağım hissi bende hep vardı. Babam, ne bana ne de abime bu konuda bir baskı yapmadı. Sadece üniversite seçimimde, “Dans okuyacağım” dediğimde “Lütfen bir de işletme oku ileride lazım olur” dedi. İyi ki öyle söylemiş. ABD’de Wesleyan Üniversitesi’ne gittim. Modern dans ve pazarlama üzerine eğitimler aldım. Sonra New York’ta gittim. Orada dans ederken New School’da da wine degustation (şarap tadım) kursları aldım. Arada Kaliforniya’ya gidip gelirdim. Abim Ali, orada şarapçılık okuyordu. Orada bazı tadım kurslarına katıldım, önoloji (şarap uzmanlığı) eğitimi almadım. Ama dedem ve babam Almanya’da şarapçılık eğitimi almış. New York’ta 2-3 sene sahneye çıktım. Sonra, “Bu nereye kadar? Hadi diyelim 35’e kadar sahnem olsun sonra ne yapacağım?” diye bir vicdan muhasebesi başladı bende. Bir teklif vardı, bir dans firmasıyla kontrat yapacaktım. Baktım öyle kalbim yerinden fırlamıyor, İstanbul’a geldim 97 sonunda. 22 yaşındaydım. Sarafin, piyasaya çıkacaktı o dönem. Ben de pazarlama ağırlıklı okumuşum. Benim için harika bir fırsattı. Farkında olmadan dönmüş oldum. Hızlı yaşandı çok iyi oldu, dans da kafamda bir soru işareti olarak kalmadı. Kilomu korumam dansın mirası. Daha gençken, araya dansı da sıkıştırabiliyordum. Ama 10 senedir olmuyor. Sorumluluklarım arttı. Bir sene önce anne oldum. Çocuğum, işim ve kocam var hayatımda. Bunları dengelemek ve hepsinin en iyisini yapmak istiyorsunuz. Evin alt katını stüdyo haline getirdim. Orada ayna karşısında egzersiz yapıyorum ama dans nankör bir şey. Bacağımı eskisi kadar kaldıramıyorum.
ONLAR YAPIYOR BEN SATIYORUM
Doluca’da başladığım ilk üç-beş sene hakikaten çok ciddi koşturdum. İlkleri yapmak, dünyada iyi yapılmış örnekleri Türkiye’ye uyarlamakla geçti zaman. Abim işin üretim tarafında. Babam, yönetim kurulu başkanımız. Ben pazarlama satış tarafındayım. Onlar yapıyor ben satıyorum. Mamullerimiz, bütün spektrumun şişeleri odamda pencerenin önünde duruyor. Onlara bakınca hem geçmişimizi hem de geleceğimizi görüyoruz. Aşkla şarabın ilişkisi var. Şarap romantik bir ortama girdiği zaman oradaki zevk katsayısını artırır. Amacımız hayata keyif katmak. Keyifli hayatta aşk da sohbet de muhabbet de olur. Kişiden kişiye değişebilir ama benim için şarabın tutku tarafı daha önde. Dedem de tutkulu bir insan. 1926’larda hiç garantisi yokken girmiş bu işe. Şaraba karşı bir tutku gerekiyor.
MAHALLE BASKISI:
İÇME HAKKI DA İÇMEME KADAR DEĞERLİ
Bu iktidarla birlikte bir sıkıntı yaşandı. En azından büyüme hızı yavaşladı. 2005’teki vergi ayarlamasından sonra sektörün kendini toparlaması 2007 sonunu buldu. Alkol satan nokta sayısında azalmalar oldu; ruhsat alımlarında problemler yaşandı. Mahalle baskısı, Türkiye’de birçok konuda olduğu gibi alkol konusunda da var. Şimdi bir tasarı var gündemde. Çok ciddi yasaklar getiriyor. Şu anki imkanlarımızı da elimizden alıyor. Satış noktalarına, restoranlara karışıyor. Gerçek anlamda demokratikliğin şaraba zararı olmaz. İçme hakkı da içmeme hakkı kadar değerli olduğu sürece bir sorun çıkmaz.
MÜREFTE:
BAĞ BOZUMLARI EĞLENCELİYDİ
Çocukluğum Mürefte’deki üzüm bağlarımızda geçti. Bağlar arasında saklambaç oynardık. Çok eğlenceliydi bağ bozumları. Üzümler, traktörlerle, eşeklerle gelirdi. Benim ilk işim küfeleri kancaya takıp elle tartmaktı. İlkokuldayken babam bana onların hesabını tuttururdu. 10 kere sağlamasını yapardım hata olmasın diye. Akşam da babam bir kez sağlamasını yapardı doğru mu diye. Ara ara İtalya’da, Fransa’da üzüm bağlarını da dolaşırdık. Geçen bayram Mürefte’deydik. Oğlumu fıçıların arasında yürüttüm. Orası çocuklar için çok heyecanlı.
KOKU:
12 YAŞIMDA FARKINDALIK BAŞLADI
12-13 yaşındayken yemekte bardaklarımıza tadımlık şarap konurdu. Herhalde 15-16 yaşında kadeh düzeyine çıkmıştı. Şarap hayatımızda hep oldu. Şarapla bu kadar küçük yaşta ilgilenmek kokular konusunda farkındalık başlatıyor. 12 yaşındasınız “Kokla bakalım kokusu nasıl?” deniyor. Ne için güzel dediğinizi bilmiyorsunuz ama beyin yavaş yavaş oraya yöneliyor. Beynin koku ve dil hafızası tamamen alıştırma meselesi. Ne kadar erken başlarsanız o kadar gelişiyor. Belleğimde hala bizim tesislerin şarap, fıçı, makina parkının kokusu var. Bazı şarapları tattığımda “Bunda fabrika kokusu var” derim.
OĞLUM BARAN
NE İSTİYORSA ONU YAPSIN
Ben ‘evlenmeliyim’ fikriyle yola çıkmadım. Ama Cavit (Oral) ile tanışınca doğal bir şekilde oldu. Aşk evliliği yaptım. Baran ismi fonetik olarak hoşumuza gitti. Yağan yağmurmuş anlamlarından biri. Her dilde telaffuz edebiliyor. Pratik bir isim. Onun için oğluma Baran adını verdik. Babasının iki ayrı işi var. Cavit, Adana’da büyük bir meyve üreticisi ve ihracatçı. Romanya’da da yatırımı var. Orada 24 bin dönüm arazide kanola, ayçiçeği gibi yağ bitkileri yetiştirip biyodizele çeviriyorlar. Bizde de şarap işi var. İnşallah ona miras bırakabilirsek oğlum üç toprak işinden birini seçebilir. Ya da gitsin ne yapmak istiyorsa yapsın...
DANSÇILIK:
AKITTIĞINIZ TERE DEĞİYOR
Türkiye’de Robert Kolej’de okudum. Babam ve annem de oradan mezun. Oğlumun da oraya gitmesini isterim. Mümkün olsa döner bir daha okurum. Okulu, arkadaşlarımı çok severdim. Basket takımındaydım. Orta üçteyken basketbolda İstanbul ikincisi olduk. Bir yandan bale yapıyordum okul dışında. Kolejin drama kulübünde her sene iki-üç oyun sergilerdik. Ben sahneyi hep sevdim. Hatta bir ara tiyatro ve dansı beraber mi okusam diye düşündüm. Hocalar, “İkisine birden vaktini verirsen birinde çok iyi olma şansını yitirirsin” dediler. Dansçılık biraz daha bastırdı. Dansla bireysel bir dünyayı tadıyorsunuz. Akıttığınız tere, didişmeye değiyor o sahne. Alkış çok güzel ama aslolan adrenalin. Şimdi de yeni bir işi lanse ettiğimde, tüketiciden beklediğimiz karşılığı bulduğumuzda mutlu oluyorum. Bu yıl Alçıtepe çıktı. Üst seviye şarabımız şu ana kadar ürettiğimiz. 2001’den beri üzerinde çalışılıyordu.
PORTO RİKO
KÖKLERİMİN UZANDIĞI YERE ÇOK SIK GİTTİM
Anneannem Ester ve gerçek dedem Sezer Rodrigues, Porto Rikolu. Genç yaşta evleniyorlar, anneannem, annem Estelle’i 17 yaşındayken doğuruyor. Sonra boşanıyor ama New York’ta yaşıyorlar. Dr. Ziya Sezgin, oraya bir hastaneye ihtisas yapması için gönderiliyor. Orada anneannemin departmanına denk düşüyor. Dedem olarak bildiğim Ziya Bey, birkaç sene kalıyor orada. Aşk başlıyor, beraber oluyorlar, evlilik teklif ediyor. 62-63’te buraya geldiklerinde annem 13 yaşında. Bir kültür şoku yaşıyor tabii. Annem de burada büyüyor, Robert Kolej’de okuyor; babamla tanışıp evleniyor. Annem Porto Rikolu. Ben de yarım Porto Rikoluyum. Oğlum dörtte bir Porto Rikolu oldu. Çünkü eşim Cavit’in annesi Alman. Porto Riko ile Türkiye basketbol maçında hangisi kazansa mutlu olacaktım. Ama final olsa farklı olurdu tabii. Anne tarafının köklerinin uzandığı Porto Riko’ya çok sık gittim.
FELSEFE:
ULVİ DEĞİLİM KARMAYA İNANIYORUM
Lisede ve üniversitede edebiyatla aram iyiydi. Üniversite ve dans aşamasında mitolojiye merak salmıştım. Dinler mitolojiden ne kadar etkilenmiş, oradaki bağlantıları nedir? Mitolojik dönemdeki inançları çok daha masum buluyorum. Uzun süre Yunan ve Roma klasiklerini okudum. Sonra onların modern versiyonları, piyesler, şiirler devreye girdi. Hala da Mısır falan bir şekilde mitoloji okumaya devam ediyorum. İnsanları anlamayı önemsiyorum. Hayatın anlamı konusunda çok ulvi yaklaşımlar içinde değilim. Hepimizin burada olmasının bir sebebi var. Karma felsefesine de inanıyorum. Siyasetle hiç ilgilenmedim. Kişiliğime göre birşey değil siyasetçi olmak.
ÖLMEDEN ÖNCE:
52 MADDELİK YAPILACAKLAR LİSTESİNİ UYGULUYORUM
İnsanları ikiye ayırabiliyorum. Bir direksiyonu elinde olmayanlar var bir de direksiyonu mümkün olduğu kadar istediği yere doğru çevirmek isteyenler... Hayatıma sahip olmak ve günün tadını çıkarmak isterim. Kendime en sık sorduğum sorulardan biridir; “En son neyi ilk kez yaptın?” ‘Hayatta Yapılması Gereken 52 Şey Listesi’ almıştım. 2005’te 15’teydik, Yunanistan’da küçük bir yerde beyzbol maçı izledik. Listenin 20. maddesine geldik duraksadık. Hamile kaldım, ben doğururken listeyi beraber yaptığım arkadaşım hamile kaldı. Onun çocuğu şimdi altı aylık. Yeniden başlayacağız. Şimdi yapmamız gereken okyanusa girmek. Hayatta keyfine varılabilecek, görülebilecek şeyleri yapmak istiyorsunuz. Listeyi tamamlayacağız.
TEKNOLOJİ:
CEP TELEFONLARI GÖBEK BAĞI GİBİ OLDU
Kendi fotoğraflarıma bakmayı çok sevmem. O belki de danstan kaldı. Dans, canlı izlenmesi gereken bir şey çünkü. Videodan izleyince o enerjiyi vermez, ‘Ne de kuru dans etmişiz’ hissi gelir bana. E-mail yazarken de düşündüğünüz tonlamayla okuyanınki aynı değil. Uzun cümle kurarım, noktalı virgül koyarım, tire atarım, iki nokta koyarım ki mümkün olduğunca konuşma dilime yakın bir yazı dili olsun. Teknolojiyle aram olması gerektiği kadar iyi. Gittiğim yerde internet yoksa bir iki gün sorun değil ama uzarsa dünyayla bağlantım kopmuş gibi olur. Cep telefonu zaten göbek bağının yerini aldı.
ŞARAP:
RUH HALİME GÖRE SEÇERİM
Şarap, çocuklarım gibi. Birini hüzünlü, birini romantik anınızda tercih ediyorsunuz. Öbürü piyasadaki başarısıyla, diğeri aldığı takdirle size keyif veriyor. Seçerken zorlanıyorum. Ama yeteri kadar içtiğimiz için hepsini içecek zamanımız oluyor. Arada şarapsız yemeklerimiz de oluyor. Şarabı ruh halime göre seçerim. Bazen bu şarabı, neyle içeriz diye yola çıkarız. Bazen de bir yere gidince yediğimiz yemeğe göre şarap seçeriz.
KRALİÇE LAKABI
BİZİM FİRMANIN YÜZÜ OLDUM
Biz kaliteli şarap pazarının lideriyiz. Doluca’nın geldiği noktadan mutluyum. Türkiye’nin en eski 20 firmasından biriyiz, 50’ye yakın ürünümüz var. Evet, iyi bir yoldayız ama gidecek çok yolumuz var daha. ‘Şarabın prensesi’, ‘Şarabın kraliçesi’ diye yazdılar. Onu söylemek bana düşmez. Bizim firmanın yüzü ben oldum. Bu bir ekip işi. 8-10 senedir çok uğraş verdik. İnsanların şaraba bakışı değişti, bilgisi arttı. Fakat Türkiye’de şarap tüketimi hala kişi başı yıllık bir litre ile bir şişe arasında değişiyor. Her şey dahil turizmde, gelen turist zaten bulduğu şarapla yetiniyor. Kayıt dışının yüzde 35-40’ı turizm sektöründe. Şarapçılıkta kalitemiz çok gelişti. Tüketici de son 10 senede kendini geliştirdi, seçicilik arttı. 98’de hala kırmızı-beyaz aşamasındaydık. Artık şarabı yılına kadar söyleyip sipariş verenler var.