Ersin KALKAN
Oluşturulma Tarihi: Nisan 14, 2007 00:00
Eğer siz "kardeşim ben değişik bir ürün istiyorum, kendi dizaynımı yaptım" diyor ve bunu somutlaştırıp çoğaltmak istiyorsanız buraya geliyorsunuz. Çizimleri ustalara verip dizaynınızı elle tutulur, gözle görülür hale getirebiliyorsunuz.
Ayrıca isterseniz, dükkanda altınıza bir sandalye çekip eserinizi ustalarla birlikte şekillendiriyorsunuz. Tabii bu şekillendirme özgürlüğünü müsrif bir biçimde kullanmamanız, ustalara saygılı davranmanız, bugüne kadar yeryüzünde oluşturulmuş cam tekniğinin sınırlarını zorlamamanız gerekiyor. Bunun dışında her konuda serbestsiniz.
Bayrampaşa’da, bir sanayi sitesinin içinde, ağır metal işleri arasında bambaşka bir atölye. 17 yıl önce kurulmuş. Paşabahçe kökenli üç kardeş. Yıllardır cam üzerinde maharetlerini konuşturuyorlar. Tasarımcılar kapılarını aşındırıyor. Adları Kanada’ya, İtalya’ya, Almanya’ya ulaşmış. Onların cam sevgisi ise hiç eksilmemiş.
Bayrampaşa’da Paşmakçılar Sanayi Sitesi diye bir yer var. Site, yanyana kurulmuş büyük hanlar topluluğundan oluşuyor. Daha çok ağır metal işleri yapan atölyelerle dolu. Çekiç gürültüleri, tornalarda rektifiye edilen çelik seslerine karışıyor.
Bu sitede farklı bir atöyle var. Üç kardeş ve bir yeğenden oluşan dörtlü, yanlarında birkaç işçiyle birlikte durmaksızın çalışıyor. Bu ustalar metalle değil tüm kainatın en ilginç maddesiyle uğraşıyor. "Katı mı, sıvı mı?" sorusuna henüz kimsenin tam anlamıyla cevap veremediği bir madde bu.
İnsanlığın, 6 bin yıl önce, bir kumsalda ateş yakarken keşfettiği camdan söz ediyorum. Aradan bunca yıl geçmesine rağmen bilim insanları bu maddenin sırrına vakıf olamadı.
Yıldız Cam atölyesinden girer girmez, Medeni Usta’ya yukarıdaki soruyu yöneltiyoruz. Diyor ki; "İkisi de doğru bence. Cam hem katıdır hem de sıvı." Peki nasıl olur diye soruyoruz. Bu konuyu tartışmaktan sıkıldığını belirten bir yüz ifadesiyle kestirmeden bir cevap daha veriyor: "O kadar ince fikir yürütemem ben. Sadece gördüğümü ve bildiğimi söylüyorum. Yıllardır hemen her gün ellerimle işliyor ve şekil veriyorum cama. Katı ve şeffaf olarak elime geliyor. Ateşe tutuyorum. Kor kırmızısı bir ırmağa dönüşüyor. Yani sıvılaşıyor. Biz ne istiyorsak ona dönüşüyor. Kırılmadığı ve kızgın ateşle temas etmediği sürece o şekilde kalıyor..."
Yıldız ailesine ait olan bu atölyede, büyükten küçüğe yaş sırasına göre Zafer, Aydın ve Medeni Yıldız adlarında üç kardeş çalışıyor. Atölyenin en genç elemanı ise Zafer Usta’nın oğlu Serkan. 60 yaşına merdiven dayamış olan Zafer Bey, ustaların ustası olarak kabul ediliyor. Üç kardeş de Paşabahçe kökenli. Topkapı Şişe Cam’da çalışıyorlarmış. Özelleştirme furyasından önce kanatlanmış, kendi işyerlerini açmışlar. Bundan tam 22 yıl önce küçük bir dükkanda başlamışlar işe. Her pazar günü de Ortaköy’de tezgah açmışlar.
Oksijen tüpüne bağlanan bir aparatın ağzından fışkıran alevle camı pişirip şekillendirdiklerinde, yüzlerce insan toplanırmış başlarında. Büyücü gibi bakarlarmış onlara. Büyülenip kalırlarmış.
Medeni Usta bu dönemi şöyle anlatıyor: "Eskiden, İstanbul’un çeşitli yerlerinde cam ocakları varmış. İstanbullular, Cibali’de, Balat ve Ayvansaray’da, Tekfur Sarayı’nın çevresinde, Samatya’da kapıları dışarıya açık olan bu ocaklarda görürlermiş camın işlenmesini. Bu yüzden eski kuşak bu işe aşina. Ama 1970’lerin başında bu ocaklar, ağır sanayi işletmeleri oldukları gerekçesiyle şehir dışına atılınca, yeni kuşaklar camı sadece mamul halde görmeye başladı. Ortaköy’de meydana çıktığımızda oluşan şaşkınlığın nedeni işte buydu."
MEVLEVİ DERVİŞLERİ BU ZANAATLA UĞRAŞIRDI
Bir cam ocağında birkaç saatinizi geçirdiğinizde, bu işin büyük bir sabır gerektirdiğini anlıyorsunuz. Bu yüzden olsa gerek, eskiden Mevlevi dervişlerinin bir kısmı bu zanaatla uğraşırmış. Padişah III. Selim, dünyada değişen cam biçimlerini ve cam yapım tekniklerini öğrenmesi için Mehmet Dede’yi İtalya’ya göndermiş. Eğitimini tamamlayıp İstanbul’a döndüğünde Beykoz’da bir cam ocağı açıp burada Çeşm-i Bülbül üretmeye başlamış.
Tıpkı eski zaman ustaları gibi Yıldız kardeşler de öyle pek konuşkan değiller. Kendilerini yaptıklarıyla ifade eden insanların sessizliklerini ve ağırlıklarını taşıyorlar. Medeni Usta’ya bir soru yöneltiyorsunuz, o hemen o sorunun cevabını içinde taşıyan bir ürünü gösteriyor. Çeşit çeşit işler yapıyorlar bu atölyede. Kandiller, bardak, kavanoz ve vazolar, laledanlar, avizeler, çay takımları, çiçekler ve unguentariumlar.
Bu dört usta, varlarını, yoklarını bu atölyeye yatırmışlar. Sermaye oluşturabilmek için Ortaköy’den sonra Antalya, Muğla gibi turizm merkezlerindeki beş yıldızlı otellerde, meydanlarda, çarşılarda yıllarca cam gösterisi yapmışlar. İnsanların gözleri önünde ürettiklerini satarak para biriktirmişler. 1990’da Paşmakçı’ya gelip bu loş atölyeye yerleşmişler. O gün bugündür sırt sırta verip çalışıyorlar. Türkiye’nin sayılı tasarımcıları, bu yolu izi belli olmayan işyerinin eşiğini aşındırıp duruyor. Son birkaç yıldır, ışıklandırma gereçleri üretenler çok sık gidip gelmeye başlamışlar. Yıldız Cam’ın ünü bu sektör sayesinde İtalya’dan Almanya ve Kanada’ya kadar yayılmış.
Ekibin en genç üyesi olan Serkan Yıldız, yakında Venedik’e gitmeyi planlıyor. "Murano’ya gidip 800 yıl önce kurulan ve bugün de harıl harıl işleyen ünlü cam ocaklarını görmek istiyorum. Bakalım bizden farklı neler yapıyorlar?" diyor. Genç usta, işin sanat yönüne ağırlık vermeyi düşünüyor. Aynı parçadan yüzlerce yapmak yerine bir tane yapıp eşsiz ve tek olanı ortaya çıkarmayı planlıyor.
Cam üzerine çıkan her yazıyı okuyor, her sergiyi izliyor, galerileri gezip ürünleri görüyor. Atölyeden ayrılırken kulağıma eğilip "Yakında kendi eserlerimi ortaya çıkarıp bir sergi açacağım. Gelir misin?" diye soruyor. Bu eski zaman atölyesinden bir sanatçının doğacağını hissediyor ve sergiye ilk gelenlerden biri olacağıma dair söz veriyorum.
Adı unguentarium
Roma günlük yaşamında sıkça kullanılan kokulu yağların, parfümlerin, merhemlerin yani unguentlerin saklanması için kullanılan cam şişelere unguentarium adı veriliyor. Şamdan, tüp ve makara diye üç çeşidi var. Günümüzde unguentariumlar daha çok dekoratif obje olarak kullanılıyor.