Sibel ARNA
Oluşturulma Tarihi: Ocak 29, 2006 00:00
Hem tasarımcı hem çağdaş sanatla ilgileniyor. Hem kıyafet tasarlıyor hem kısa film çekiyor. Moda ile sanatın arasındaki sınırları kaldırmaya çalışıyor. Bu yüzden zor anlaşıldığını düşünüyor. "Türkiye’deki birçok insan beni etekten sehpa yapan tasarımcı olarak biliyor. Tasarımlarımın giyilebilir olmadığını zannediyorlar. Halbuki ben yüzde 95 giyilebilir şeyler yapıyorum" diyor.
Hüseyin Çağlayan (36), geçtiğimiz hafta İstanbul’da iki sergi birden açtı. Dört videosu 21 Ocak’tan itibaren Galerist’te. 18 Şubat’a kadar sürecek sergide 51. Venedik Bienali’nde gösterilen Tilda Swinton’lı ’Olmayan Varolan’ın yanı sıra ’Place To Passage’, ’Temporal Meditations’ ve ’Anaesthetics’ adlı videolar da gösterilecek. Garanti Galeri’de ise Çağlayan’ın ’Şefkat Yorgunluğu’ isimli kısa filmi gösteriliyor.
Siz resmi formlarda mesleğiniz hanesini nasıl dolduruyorsunuz?
- Ben hem tasarımcıyım hem sanatçıyım. Bu başlıklar önemli değil. Fikir insanıyım. Sanatçıyım. Ama tasarımcıyım da. Tasarım sanatçısıyım diyelim. Ne bileyim işte öyle bir şey!
Sanatçı olmanız, tasarımcı yönünüze zarar veriyor mu?
- Veriyor galiba. İnsanlar beni avangard bir paranteze sokuyorlar. Sanatla ilgilendiğim için tasarımlarımın giyilebilir olmadığını zannediyorlar. Halbuki ben yüzde 95 giyilebilir şeyler yapıyorum. Fikrim doruk noktasına ulaşınca üretiyorum. Bu bazen bir kıyafet oluyor bazen kısa
film.
Bu konuda bayağı dertlisiniz değil mi?
- Bu Türkiye’ye has bir sorun. Avrupa’da, Amerika’da ya da Uzakdoğu’da böyle bir derdim yok. Türkiye’deki moda camiası beni uzaktan izliyor. Benim asıl işim tasarımcılık. Vaktimin çoğunu moda işlerim alıyor. Çağdaş sanatla ilgileniyor olmam yurtdışında bir avantaj. Kısa filmlerim sayesinde kendimi daha iyi ifade ediyorum. Mesela Japonya’daki mağazamda filmleri de gösteriyoruz.
Türkiye ile aranızdaki iletişimsizliğin nedeni koleksiyonunuzun burada satılmaması olabilir mi?
- Tabii, kesinlikle. Ama artık değişiyor. 2006 ilkbahar-yaz sezonundan itibaren Hüseyin Çağlayan markasını Beymen’de satmaya başlıyoruz.
Gerçekleştirdiğiniz projelerle moda tasarımı ve çağdaş sanat arasındaki sınırları yok ettiğiniz söyleniyor. Amacınız bu mu?
- Amaç demeyelim. Ben kendime ait bir dil yaratmanın peşindeyim. Özgeçmişim modayla ilgili olduğu için sanat yaparken giyim ve bedeni kendime malzeme olarak seçiyorum. Bence sınırlar gerekli değil. Önemli olan heyecan verici şeyler yapıyor olmak, ilginç fikirler üretmek, esinlenmek.
Kısa filmlerinizin sayıları hayli arttı. Günün birinde uzun metraj film de çekecek misiniz?
- İlle de olsun diye tutturmuyorum, çünkü uzun metrajlı film için büyük masraf gerekiyor.
Beğendiğiniz Türk yönetmenler var mı?
- Nuri Bilge Ceylan’ın yaptığı işleri büyüleyici buluyorum. Ferzan Özpetek’i de seviyorum. Ama ben onlardan farklı bir yerdeyim. Her şeyden önemlisi yılda iki defile yapıyorum. Dünyanın dört bir yanındaki özel butiklere mal veriyorum. Kısa filmleri son dört yıldır çekmeye başladım. Önceleri koleksiyonumun filmlerini başkalarına çektirirdim. İşi öğrendim ve artık kendi filmimi kendim çekiyorum.
Anneniz Sevilay Salko, Vogue dergisine "Hüseyin’in bakış açısı çok sayıda kadının bulunduğu büyük bir ailede yetişmesinden etkilendi" demiş. İlgi alanlarınızın bu kadar dağınık olmasının kadınlarla bir ilgisi var mı gerçekten?
- Küçükken annemle çok fazla vakit geçirdim. Ondan ve etrafındaki kadınlardan etkilendiğim bir gerçek. Ama daha sonra farklı şeyler ilgimi çekmeye başladı. Küçük yaşta İngiltere’ye taşınmak da hayatımı etkiledi mesela. Kıbrıs’a gidip gelmeler, bir adadan başka bir adaya yapılan seyahatler... İlgi alanlarımın oluşmasına sebebiyet veren tek bir şey yok. Karakterimin ve beğenilerimin nasıl şekillendiğini bilmiyorum. Bilmemem de çok doğal. Siz neden kırmızıyı sevdiğinizi biliyor musunuz?
Tom Ford geçtiğimiz aylarda bir moda dergisine soyundu. Tasarımcıların böyle aykırı çıkışlar yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Öncelikle şunu söyleyeyim soyunmaya falan niyetim yok. Ben modacıların şöhret olduğunu kabul etmiyorum. Ama Tom Ford, Karl Lagerfeld, John Galliano gibi insanlar bir şekilde ünlü. Onlar koleksiyonlarını kendilerini de tasarlayarak satıyorlar. Karşı değilim. Bu da bir yol. Soyunmak isteyen soyunsun. Kim bilir belki ben de o kadar yakışıklı olsam ben de soyunurdum.
Bohem olduğunuzu söyleyenlere ne cevap vereceksiniz?- Kendimi bohem olarak görmüyorum. Doğalım. Kendim olmaya çalışıyorum. Yeri geldiğinde çok sıradışı partilere de katılıyorum ama zamanı geldiğinde uzun saatler deli gibi çalışıyorum. Haftalar boyu dağların arasındaki fabrikalarda yatıp kalktığım oluyor.
ORTAK ARIYORUM
Hüseyin Çağlayan markasını bir şirket haline getireceğim. Bu aralar düşündüğüm tek bir şey var. Yeni bir adım atmak. Moda işlerimde kendime bir ortak bulacağım. İşin ticari kısmını omuzlarımdan atmak istiyorum. Artık tek başıma olmak istemiyorum. Görüştüğümüz birkaç isim var. Yakın zamanda bir karar vereceğiz. Üç dört yıl önce Gucci ve Prada ile görüştüm ama markamı satmadım. İlerlememiz için yatırıma ihtiyacımız var. Şu anda kısıtlı hareket edebiliyorum.
Tilda da Bennu da erkeksi ve çok seksi
Olmayan Varolma adlı video işinizde ’Narnia Günlükleri’ isimli filmle gündeme gelen Tilda Swinton’la birlikte çalıştınız. Onunla nasıl tanıştınız?
- Tilda yıllardır benim elbiselerimi giyer. Çok beğenirim. Böyle bir proje gelince "Neden onunla çalışmayayım" dedim. Beni tanıdığı için kabul etti. Çok kolay çalıştık. Çünkü çok doğal ve kendi halinde.
Siz "Palace To Passage" adlı kısa filminizde de Bennu Gerede ile çalışmıştınız. Tilda Swinton ile Bennu Gerede’nin bir ortak özelliği var mı sizce?
- Var tabii. Birbirlerine benziyorlar. Hem insani anlamda hem fiziksel. İkisi de tipik feminen olmayan kadınlar. İkisinin de vücut yapısı heykele benziyor. İkisi de çok erkeksi ve çok seksi. Tabii bunlar tamamen benim düşüncelerim.