Güncelleme Tarihi:
Herkesin acıyla baş etme yöntemi farklı.
Kimisi kendi etrafına bir koza örer, onun içine girer ve acı halinde hissettiği o "iç organlarının bile erimesi" hissini dibine kadar yaşar.
Acı bu, çekilmelidir. Her nasıl mutluluğu kollarını açarak karşılıyorsa, acıyı da son damlasına kadar yaşaması gerektiğini düşünür kişi.
Kimisi kendini uyuşturmak ister, acıyı kaldıramaz. Bünyesi acı çekme halini reddeder. Psikolojik destek alır, ilaç kullanır...
Kimisi de aklını, elini oyalamazsa, düşüncelerini odaklayacağı bir konu bulmazsa "acıdan delirme" sınırına yaklaşacağını bilir.
İşine odaklanmalıdır, bir başkasına faydalı olmalıdır...
İşlerin yolunda olmasa da yolunda giden bir taraf olmalıdır.
Her gün ne yaşıyor ve ne yapıyorsa, rutinlerini sürdürür. "Hayat aksıyor" duygusuna yenilmek istemez.
Aksayan tarafı, aksamayan tarafla dengelemek ister.
İnsan beyninin kendini koruma mekanizması kimilerinde böyle çalışır...
Acı "gitmek" ile eş anlamlıysa, içinde açılan boşluğu doldurmalıdır.
Acıyla ancak bu biçimde savaşabilecektir çünkü. İş yapmalıdır, aklını meşgul tutmalıdır.
Candan Erçetin, annesinin vefat ettiği gün konsere çıkıyor; konserini iptal etseydi buna itiraz eden olmazdı, eminim.
Fakat...
Bir insan büyük kayıplar sonucu işine devam ediyorsa eğer...
Vaziyeti "şov devam etmeli" olarak değil, sanatçının kendini, aklını koruma, acıyla savaşma yöntemi olarak algılamalıdır.
Belki klişe gelecek, gözlerinizi devireceksiniz ama...
Mutluluk, acı, karışık duygular, darmadağın olmuş fakat asla dışarı "çaktırılmayan" iç dünyalar...
Sonunda ölüm olmasa da iç dünyamızda türlü acılarla gevreyip sanki hiç bir şey olmamış gibi işimize devam etmiyor muyuz?
Aynı cümleyi popüler söyleyişle tekrar edeyim: Şov zaten hep devam etmiyor mu?
Zamanı durdurup "bir dakika mola" diyemiyoruz.
O hep akıyor, istesek de istemesek de bizi yanında sürüklüyor.