Güncelleme Tarihi:
Evet, yaptığı işe tutkuyla bağlı bu isim Çağdaş Türk Resmi’nin yaşayan en önemli, güçlü peyzaj ressamı Naile Akıncı.
Yetmiş yılı aşkın süredir gittikçe artan bir tutkuyla resim yapan Naile Akıncı ile atölye evinde buluşup konuştuk. Geçirdiği iki ağır ameliyattan sonra altı yedi ay resim yapamamış ama sonra azimle her gün tuvalin başına oturmuş ve bu son sergisine hazırlanmış. Tuval’in başına oturduğunda tüm ağrılarını, acılarını unuttuğunu söylüyor.
Naile Akıncı’nın resim serüveni romanlara konu olacak kadar ilginç. İlkokulda okurken amatör ressam olan amcasına özenip resim yapmaya başlamış. Ortaokulda resme yeteneğini keşfeden hocaları onu Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmeye yönlendirmiş. Aynı günlerde yirmi gün arayla annesini ve kız kardeşini kaybedince iki yıl bu isteğini gerçekleştirememiş. 1938 yılında ilk kez açılan sınavı kazanarak nihayet akademili olmuş. Ama hastalığı yüzünden birkaç kez ara vermek zorunda kalarak akademiyi bitirmiş. Resim yapmayı, evlilik, çocuklarını büyütme ve öğretmenlikle paylaştığı koşuşmalı yılların ardından resimle arasına kimsenin girmesine izin vermediği dönem başlamış.
Eyüp çeşitlemeleri ile resim tarihine adını yazdıran Naile Akıncı kendini doğa ressamı olarak tanımlıyor. Doğayı izlemek veya yansıtmaktan ziyade doğanın özünü plastik açıdan hissettirmek, diğer bir deyimle doğayı ressamca yorumlamak ona mutluluk veriyor. Eyüp, Bebek ya da Ekinlik adası her hangi bir yöreyi konu alan peyzajlarını oluştururken “konuyu” sadece hareket noktası olarak ele alıyor, konuya hiçbir zaman saplanıp kalmıyor.
TUVAL BENİM MÜCADELE SAHAM
Birçok eleştirmen tarafından manzara ile kendi oto portresini yaptığı söylenen Naile Akıncı’nın en büyük özelliği belli bir konuyu ısrarla işlemesine rağmen tekrara düşmemesi. Estetik açıdan “çeşitleme” ile “tekrarlama” arasındaki ince çizgiyi her zaman korumuş yapıtlarında.
Akıncı son sergisinde yer alan yapıtlarında daha önceki dönemlerde sergilenen bazı yapıtlarını, 1950’de yaptığı oto portresini tekrar yorumlamış.
Sanatçı bunun nedenlerini “Yaşamım boyunca resimle hesaplaşmayı her zaman ilke edindim ve tuval daima benim mücadele saham oldu. Daha önce yarım bıraktığım ya da yeterli bulmadığım için tatmin olmadığım resimlerime geri dönmeyi, tekrar elden geçirmeyi ve geride beni yanlış anlatacak bir şey bırakmamayı amaçladım. Bu nedenden ötürü oğlumun müzayedelerden geri aldığı bazı yapıtlarımı da tekrar gözden geçirdim. 1950 tarihli desenimden yola çıkarak oluşturduğum oto portrede bendeki fiziki değişiklikten ziyade, ifademdeki değişiklikleri ve psikolojik duyarlılığımı yansıtmaya çalıştım” diyerek açıklıyor.
1938’den bu yana resim yapan, 70 yıldır sanatını spekülasyonların ve manipülasyonların dışında tutan Naile Akıncı son dönemde resim piyasasında olan bitene de mesafeli. Pek konuşmak istemiyor.
Ama bu konuda ısrarlı sorularımı “Türkiye’de hiçbir çağdaş ressamın “piyasa değerinin” ödenecek komisyon, vergiler ve hatta ödenmesi gereken sanatçı paylarıyla birlikte 2 milyon doların üstünde olabileceğine inanmıyorum. Çünkü Kapıkule’den dışarı çıkıldığında bu bedelin onda birinin dahi karşılanamayacağını düşünüyorum. Eğer bu satış gerçek ise, ne mutlu o sanatçıya ki, yapıtları Picasso’nun ortalama bir yapıtı ile yarışabiliyor” diyerek cevaplıyor.
Ayrıca bu spekülasyon ve manipülasyonların genç kuşağa faydası
değil, sadece zararı olacağını düşünüyor. Naile Akıncı’nın Evin Sanat Galerisi’ndeki sergisi 9 Ocak 2010’a dek görülebilir.