Sanat için film

Güncelleme Tarihi:

Sanat için film
Oluşturulma Tarihi: Nisan 22, 2009 10:54

Festival bitti. Şimdi biraz sudan çıkmış balığa dönsek de 16 gün boyunca gördüğümüz resimler bizi rüya gibi bir ülkeye götürdü yine. Bu yıl izlediğim filmler arasında öne çıkanları gerekçesiyle birlikte paylaşmak istiyorum.

Haberin Devamı

İsmail Türkmen / citizenoff@gmail.com

Geçen yıl festivalde gösterilen Kırmızı Balonun Yolculuğu’nu izlediğimde hissettiğim ve düşündüğüm şeyleri bu yıl da L’Heure d’été (Yaz Saati) başta olmak üzere birkaç filmde yine derinden duydum. Bunu kısaca “içimdeki uçsuz bucaksız okyanusa dalma” ve “sanat üzerine düşünme” şeklinde tanımlayabilirim. Kırmızı Balonun Yolculuğu’ndan sonra Rus ve Türk hikayeciliğinin öncü isimleri Anton Çehov ve Memduh Şevket Esendal’ı anmadan geçememiştim (http://www.hurriyet.com.tr/kultursanat/8899082.asp). Bu sene ise Türk şiirinin en büyük isimlerinden Ahmet Haşim’in şiir üzerine söylediklerini hatırladım:

“...Şair ne bir hakikat habercisi, ne bir belağatli insan, ne de bir kanun koyucudur. Şairin dili ‘düzyazı’ gibi anlaşılmak için değil, fakat duyulmak üzere yaratılmış, musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, orta bir dildir... Şairin hedefi, kelimelerin birleşmesinden doğan tatlı, mahrem, havai veya haşin sesi yakalamak ... dalgalı, akıcı, karanlık veya aydınlık, ağır veya süratli duygulara giden, tesiri sınırsız bir ifade bulmaktır.” (kısmen sadeleştirilmiştir)

Haberin Devamı

Eksileri artılarıyla “sanat için sanat” ekolüne yakın duran bu sözleri “şair” yerine “yönetmen” ve “kelime” yerine “imge”yi koyarak okuyabiliriz. Ancak burada iki şeyi gözden kaçırmamak gerekiyor. Ne kadar sanat için yapıldığı varsayılsa ya da iddia edilse de hiçbir sanat çalışması asla sadece sanat için değildir. Arka planda şu ya da bu oranda bir şeyler söyleme derdi mutlaka vardır. Dolayısıyla “sanat için sanat”ı aslında “öncelikle sanat için sanat” şeklinde okumak gerekiyor. Burada öne çıkarılan şey anlatımdır/biçemdir. Bunun tersini iddia edenlerin yaptığı ise “önceliği” anlatıya/içeriğe vermektir. Bunu örneklemek için iki filmden bahsetmem yeterli. Festivalde gösterilen Meksika yapımı Los Bastardos (Piçler) “sanat için sanat”ı önemseyen bir filmdi. Öte yandan geçen yıl gösterilen Türk filmi O... Çocukları bu ilkeyi asla kale almıyordu. Adları aynı anlama gelen iki filmin de benzer dertleri vardı ama gözü derdinden başka hiçbir şeyi görmeyen O... Çocukları maalesef bir felaketti.

Haberin Devamı

İkincisi, sanırım bir galatımeşhur olan “sanat için sanat” = “sembolizm” inancını bir kenara atmak gerekiyor. En azından sinemada bunun kesinlikle böyle olmadığını söyleyebilirim. Çıplak gerçekliği anlatan ve sembollere çok ihtiyaç duymayan filmlerin de sanat ilkesini ön plana alabildiğini görüyoruz.

KUZEYDEN GÜNEYE İÇİMİZİ ISITANLAR

Yaklaşık beşte birini izlediğim festival filmlerinden birkaç tanesini şiddetle önermek isterim. Türkiye’ye gelirse kaçırılmamasını ya da bir şekilde bulunup izlenmesini salık verebileceğim filmlerin neredeyse tamamında yukarıda anlatmaya çalıştığım ilkenin başarıyla güdüldüğünü belirtmeliyim. Ayrıca bu liste, komedinin de sanatı ön plana alarak başarılabileceğini gösteriyor.

Haberin Devamı

Kırmızı Balonun Yolculuğu’nda olduğu gibi başrollerden birini Juliette Binoche’nin oynadığı Yaz Saati, yeni nesil üyeleri dünyanın dört bir ucuna dağılmış ve “modernleşmiş” bir burjuva ailesinin asırlık mal varlığının dağıtılmasını (başka bir deyişle darmadağın edilmesini) anlatıyor. Tabii bu mal varlığı sadece maddi şeyleri kapsamıyor. Bu hikayeyi dinlerken içinize bakmamanız imkansız.

Claire Denis imzalı 35 Rhums (35 Tek Rom) yalnız yaşamlarını birlikte göğüslemeye çalışan bir baba-kızın küçük dünyasını melankolik bir ruh hali içinde anlatıyor. Ahmet Haşim’in neredeyse kendisi kadar ünlü “Melali anlamayan nesle aşina değiliz” mısraıyla da örtüşen bir atmosferi olan filmi izlerken zihninizin kendi deryasında büyük bir yolculuğa çıktığını fark edeceksiniz.

Haberin Devamı

Meksikalı yönetmen Fernando Eimbcke’nin içimizdeki hız dürtüsüne savaş açan filmi Lake Tahoe (Tahoe Gölü) yeni ergen Juan’ın yirmi dört saatini anlatıyor. Sekans aralarını uzun karartmalarla veren yönetmen, normalde hayatımız için önemli saydığımız olayları göstermeden komik ve hüzünlü şeyleri harmanlıyor.

Norveçli yönetmen Rune Denstad Langlo’nun ilk uzun metraj filmi olan Nord (Kuzey), depresyona girince başını alıp uzaklardaki sevdiklerine giden (ama tabii davetsiz misafir olarak) genç Jomar’ın yol hikayesini, kuzeyin serinkanlılığıyla tezat oluşturan bir sıcaklıkla aktarıyor. Mutlu sonları anlamlandırabilmek benim için çok kolay değil aslında ama Kuzey’deki örnek çok önemli bir istisna oluşturuyor. O bitiş tam bir usta işi.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!