Güncelleme Tarihi:
Kabadayı, pavyona girince müzik susardı. Hemen ön sırada bir masa boşaltılır; garsonlar ve pavyonun sahibi, masanın etrafında pervane olurdu. Mezeler, rakılar, mumlar ve meyve kabuklarıyla süslü gösterişli tabaklarla donanırdı masa.
Sahnedeki sanatçıdan şarkı, türkü isteme tekeli de kabadayıya aitti. Sanatçı, önce kabadayının çiçeğini okurdu. Alkış da kurala tabiydi; öbür masalardan tezahürat yasaktı. Bir pavyonda olay çıkınca polis, ‘‘Orada kim vardı’’ diye sorar, kabadayının adını öğrenince ona göre davranırdı. Kabadayı hesabı ister, pavyon sahibi para almaz. Ancak kabadayı, hesap kadar bahşiş bırakırdı.
Zamanla rakının yerini viski şişeleri, tek güllerin yerini gül demetleri aldı. Elma suyuyla dolu şişelerin hediye edildiği günler çabuk geçti. Kabadayılar, bol paralı babalara dönüştükçe, pavyondaki, bardaki eğlenme adabı da değişti. Viski yerini şampanya şişelerine, gül demetleri ise yerlerini gül yaprağı sepetlerine bıraktı. Babalar çok para harcadıkça, patlatılan şampanya şişelerinin sayısı prestij göstergesi sayıldı:
- Şampanyadan sahne yaptırır. Üç kat, beş kat dizdirir şampanya bardaklarını. O karizmasını gösterir.
‘Delikanlı alemi’ni yakından bilen Ankaralılardan Tinton Aydın (Özkaynak), böyle anlatıyor eğlence dünyasının yeni halini. O alemde kadının adı da çoğu kez domates, şeftali. Ya da uygun gördüğü başka bir tat! Beğendiği kadın için ‘‘Otele paket yapın’’ talimatı verebiliyor.
‘Karizma’ büyüdükçe, sanatçılara gönderilen hediyelerin miktarı da devleşiyor. Kimi zaman çiçek içinde pırlanta yüzük, kimi zaman bir daire ya da bir villa. Ünlü kadınları ‘metres’ tutmak, işin yeni kuralı...
Yeniliklerden biri de bu alemdeki bir ismin mekanı olan kulüp, pavyon, barların açılışları. Tören sonunda davetlilere boş zarflar dağıtılır, herkes ‘kariyerine göre’ para koyar zarfa. Bazı sanatçılar, bu törenlere ücretsiz gelir; ona karşılık babalar da o sanatçıya ‘ücretsiz’ koruma sağlar.
Artık ilişkiler ağı geniştir; babalar, toplumda en üst düzeyde kabul görmektedirler. Hatta aralarında bazıları, devletin istihbarat örgütleriyle bile içli dışlıdır. Ama yine de çoğu büyük birer işadamı görüntüsündedir...
HER KAZANIN VİLAYETİ VARDIR
Bu sıçramada, 12 Eylül dönemindeki ‘İkinci Babalar Operasyonu’ büyük rol oynamıştı. Siyasi mahkumlarla birlikte kalan babalar, 12 Mart'ta olduğu gibi itibar görmüşler; yeniden toparlanmışlardı. Özellikle ülkücü mahkumlarla cezaevlerinde başlayan ilişki, 12 Eylül dönemi sonrasında yeni alanlara açılmaya zemin hazırlamıştı; ‘Çek senet tahsili’.
Adalet sisteminin hantallığı, cezaevinden çıkan işsiz güçsüz ‘eskiler’in işine yaradı. Parmak kırma, ayağına kurşun sıkma gibi ‘mafya’vari cezalandırmalar başladı; ‘tetikçi’lik bir ‘meslek’ haline geldi. Tetikçilerin okulu da cezaevleri...
‘Baba’lar, artık nadir durumlarda, bellerindeki silahın tetiğine asılıyorlardı. Alaattin Çakıcı'nın 1986'da, Ankara Dedeman Otelinin girişinde iki kişiyi yaralaması da bu durumlardan biriydi. Birisi hedefiydi, ikincisi ise yanlışlıktı. Çakıcı, bacağından vurduğu Kaya Portakal'a sonradan haber gönderdi:
- Kusura bakma, kaza oldu.
Özürü kabul görmedi. Portakal, sert yanıt verdi:
- Her kazanın bir vilayeti vardır.
İntikamının büyük olacağını söylemek istiyordu. Ancak bir türlü bu sözünü yerine getiremedi. Çünkü dünyaları farklıydı. Çakıcı, adı bu alemde yeni parlayan bir İstanbulluydu. Portakal ise Ankaralıydı; Atıf Bey Mahallesindendi...
Bu mahallenin özelliği, Dündar Kılıç'ın da aralarında olduğu birçok eski kabadayıyı yetiştirmiş olması. Oradaki insanlar, hala o ruhu yaşattıklarına inanıyorlar. Mahallelerine tapıyorlar. Galip Aslangöz'ün küçük mekanının duvarındaki yazı da bunu gösteriyor:
- Benim hikayaye ihtiyacım yok. Atıf Bey benim kasabam.
‘‘Burası delikanlı alemi’’ diyor kimi, kimisi de ‘‘Atıf Bey, bıçkın mahallesi’’ tanımını yeğliyor. Onlara göre, kabadayılığın ölçüsü icraat. İcraattan kastettikleri de adam bıçaklamak, yaralamak, öldürmek! En çok hoşlandıkları, eski kabadayılarla ilgili hikayeler anlatmak...
Mahallenin eskileri için racon, mazide kalan bir güzellik! Nurettin Dilber, ‘‘Şimdi ya verirsin ya ölürsün. Kural yok’’ derken, eskilerin çoğunun düşüncesini dile getiriyor:
‘‘Babalık bir işkolu. Büyük rantlar sözkonusu. Bir Koç, bir Sabancı holdingi yönetir gibi teşkilatlar kurulmuş. Alpagon'un sistemi gibi.’’
Dönüm noktası olarak, 12 Eylül sonrasını işaretliyor...
RACON KESME RÜŞVETE BİNDİ
Gerçekten de Turgut Özal'ın iktidarıyla hızla liberalleşen Türkiye ekonomisi, mafyaya sonsuz olanaklar sundu. Kaçakçılığın yanısıra hayali ihracaat ve ‘Çek senet mafyası’ doğdu. Kolluk kuvvetleriyle, politikacılarla, yargıyla ilişkiler perçinlendi. Babaların ünleri kent sınırlarını aşıp, ülke düzeyine yayıldı. Başbakanın nezaretindeki ihalelerde bile söz geçirir hale geldiler!
‘Racon kesme’ adabı, babaların yüzde aldığı ‘ihale paylaştırma’, kulak çekme operasyonuna döndü. Rüşvetin ‘raconu’ da bitti; rüşvet eskisi gibi veresiye değil, peşin alınır oldu! Haraç işi ayyuka çıktı!
Uyuşturucu kaçakçılığının büyümesi ve kumarhanelerin açılması ‘Baba’ları, milyon dolarlara boğdu. Küçümseme tarzları bile yenilendi:
- O birkaç yıl önce 5 milyon dolara tenezzül edecek adamdı.
Ne de olsa paraları bol. Onlar, bir avukatın deyimiyle ‘kafalı gangsterler’. Her yerde parayı konuşturuyorlar. Ünlü markalardan giyiniyorlar, eğlence yerlerinde hesap ödemeden kalkmıyorlar, bahşişi bol tutuyorlar. Neden bu kadar ölçüsüz para dağıtıyorlar? Çok mu yardımsever tipler babalar? ‘‘Hayır’’ diyor Beyoğlu'ndaki Olimpia Pavyonunun yöneticisi, ‘‘Asıl amaçları korunmak.'
- Hamamda, meyhanede, kerhanede bahşişi bol tutacaksın derler. Çünkü mesela garson polis gelince haber verir; vestiyerdeki silahını saklar vs.
25 yıllık pavyoncu, ‘‘Eğlence dünyası kabuk değiştiriyor’’ diye yakınıyordu. Aslında kabuk değiştiren sadece eğlence dünyası değil. Tophane ve Kasımpaşa da artık eskisinden çok farklı. Zilan Lokantası, Sivaslılar Kahvesi tabelaları da değişimin dışavuran yüzü...
Eskinin böylesine silindiği bir ortamda raconlar nerede kaldı? Sadece kendi aralarındaki kavgalarda! Öldürülmeden önce kamu ihalelerinde sözsahibi olan İnci Baba, bir duruşmada açıkça söylemişti:
- Hakim Bey, devlet ne karışır? Biz vururuk vuruluruk, aramızda hallederik...
Raconun yerini, yeni kurallar aldı. Bu alemi yakından tanıyan Kadri Ergin'in penceresinde, bu kurallar ‘bataklığın raconları' olarak görünüyor:
- Bataklıklarda bataklıklara yakışır raconlar oluştu. Bugün yaşananlar, o civanmert kabadayılar ve onların raconları için kıyamet günü.
Racon artık içi boşaldıkça sözü çok edilen bir kavram. Bir nostalji...
BABALARIN AVUKATI: Artık oyunun kuralı farklı
Birçok ünlü babanın ve Alaattin Çakıcı'nın da avukatlığını yapmış olan Muhittin Yüzüak, yıllardır bu alemi yakından tanıyan bir isim. Savunmasını üstlendiği ‘Baba'ların arasında Oflu Hüseyin, Oflu İsmail, Hasan Heybetli, Malatyalı Hüseyin, İnci Baba, Hacı Çapan, Enis Karaduman, Sedat Peker, Nuri ve Vedat Ergin gibi ünlüler yeralıyor. Yüzüak, ‘üç kuşak'tan sözediyor:
‘‘1980 öncesi babalar; mahallenin delikanlıları arasından sivrilmiş, temarüz etmiş isimlerdi. 1980 ihtilalinde bu isimlerin 40'a yakını operasyona uğradı. Boşluk doğunca ihtilalin şartlarıyla yeni kuşak oluştu. Bu kuşak da 1990'da yerini yeni bir jenerasyona bıraktı. 1990 sonrasında oluşanların hemen hepsi şimdi hapiste. Eskiler, paylaşmayı bilmiyorlardı. Şimdikiler, Avrupai manada bölüşmeyi biliyorlar. Artık Sicilya, Amerika'da olduğu gibi örgütlüler. Eski kabadayılar, işlerini kendileri halleder; ceza sorumluluğunu üstlenirlerdi. Rahmetli İnci Baba'nın 18 yıl cezaevinde yattı. Şimdikilerin çoğunun cezaevi hayatı yok. Bunlar bilinçli hareket ediyor. İşlerini güvenilir adamlarıyla halledecek biçimde örgütleniyorlar.
Eskiler fesadı defetmek, bir menfaat sağlamaktan daha evladır derler. Artık bunun tersi geçerli. Şimdi racon değil ekonomik şartlar ön plandadır. Hatta artık siyasi ilişkiler de sözkonusudur. Herkes kurallarını kendisi koymakta, oyun bu kurallara göre oynanmaktadır.
Mafya ile kabadayılığın farklı
Tarih romancısı ve felsefeci İhsan Oktay Anar, bugünkü mafya ile geçmişteki kabadayılık arasında büyük fark olduğuna inanıyor:
‘‘Racon toplumun diğer kesimlerinde farklı isimlerde ortaya çıkar. Yüksek sosyetede görgü ya da adabı muaşeret; dinde günah-sevap, günlük yaşamda usul erkan olarak karşımıza çıkar. Racon zaten usul, yöntem demek.
Üsluplu bir yazar ile üslupsuz bir yazar arasında ne fark varsa eski kabadayılarla şimdiki mafya elemanları arasında böyle bir fark var. Eski kabadayılar için üslup önemliydi. Üslup bizi sonuca götürür ya da götürmez bir tarzdır. Ama şimdiki çetelerin faaliyetlerinde hangi yolu kullanırsanız kullanın sadece sonuca ulaşmak önemli. Her türlü üslubu çiğneyen, her türlü pisliğe bulaşmayı göze alan makyavelist insanın kendisini görüyoruz bu mafya üyelerinde. Onlar için artık sözkonusu olan racon değil sonuç.’’