Sakin gördüğünüz yaradılışımın altında yakıp yıkmak tutkusu şiddetle var

Güncelleme Tarihi:

Sakin gördüğünüz yaradılışımın altında yakıp yıkmak tutkusu şiddetle var
Oluşturulma Tarihi: Mart 13, 2004 20:02

Selim İleri’nin üç yıldır üzerinde çalıştığı ve iki lezbiyenin aşkını anlattığı Yarın Yapayalnız adlı kitabı Doğan Kitapçılık’tan yayınlandı. Operacı orta yaşlı bir kadınla, 20’lerinde bir terzi çırağı kızın ilişkisini konu alan kitapta, Selim ileri en acı ve imkánsız aşkı anlatmaya çalışmış.

Biz de onunla yeni romanını konuşurken daha açık, daha dobra, daha cesur, daha itirafçı, daha neşeli bir Selim İleri yakaladık. Ve onunla tanıştığımıza çok memnun olduk... Bakalım bu Selim İleri’yi siz nasıl bulacaksınız?

Müsekkin gibi bir adamsınız. Bu kadar mülayim, bu kadar mütevazı olmak sinirinizi bozmuyor mu? Kendinizi sıkıcı bulmuyor musunuz?

- Dişçim çok sağlam dişlerimi, gece gıcırdatmaları sonucunda harap ettiğimi söylüyor. Kendimi sıkıcı bulmanın ötesinde fevkalade aşağılık kompleksi olan biri olarak görüyorum. Hiçbir girginliğim yok. Evimde başka birinin üstüne kayıtlı bir telefon vardı. Telefon müdürlüğüne gitmeye cesaretim olmadığı için en sonunda telefonu iptal ettiler. Mağazalara girmeye çekindiğim için uzun yıllar üstümü başımı başkalarına aldırttım. Yolda çevirip, ‘ne kadar iyi yazmışsınız’ deseler yerin dibine girerim, karşılık veremem. Belki de bir nevi megalomanidir bu.

İçinizde hiç mi şiddet yok? Yakıp, yıkmak, kırmak size çok mu uzak kavramlar?

-
Çok örtbas ettiğim, çok anarşist bir yanım var aslında. Asiyim. O sakin gördüğünüz yaradılışın altında yakıp yıkmak tutkusu şiddetle var bende.

O şiddeti ne zaman ortaya çıkaracaksınız? Kim ya da ne o şiddeti içinizden çıkarmayı başaracak?

- Hiçbir zaman hiçbir kimse. Mr. Hyde olamıyorum. Dr. Jeykıl’da takılıp kalıyorum.

Komplekslerinizi rahatça konuşuyorsunuz. Eskiden beri böyle miydiniz? Son yıllarda mı kendinizle barıştınız?

- Ortaokul yıllarında çok şişmandım ve etüt esnasında herkes bahçedeyken ben sınıfta tek başıma kalırdım. Şişmanlığımı hep kompleks yaptım. Beden eğitimi dersleri benim için büyük bir ıstıraptı. Hep alay ederlerdi. Galatasaray Lisesi’nden ayrılınca İstanbul Erkek Lisesi’ne geçtim. Orada edebiyatla olan ilişkimi öğretmenlerim keşfetti ve okulda biraz popüler hale geldim. Onun getirdiği güvenle komplekslerimi biraz aştım. 50 yaşıma geldikten sonra komplekslerin başkalarıyla mutlaka paylaşılması gereken büyük sınavlar olduğunu keşfettim. Benim konumumda olan bir yığın insan vardı ve onlarla bunu paylaşmam gerektiğini düşündüm. Komplekslerimi ondan sonra açık seçik olarak söylemek için kendimi çok zorladım.

Yazar her şeyi yazabilmeli

Kitaplarınızda (Her Gece Bodrum, Cehennem Kraliçesi vb) genellikle farklı cinselliklik anlayışı var. Bu kitabınızda da iki lezbiyenin aşkını anlatıyorsunuz. Niye?

- Başlangıçta orta yaşlı evli bir adamla, küçük bir terzi kızın aşk hikayesiydi. Sonra asıl yapmak istediğimin en imkánsız, en acı ve en yalnız aşkı anlatmak olduğunu fark ettim. Adamın yaş ve evlilik faktörünü aradan çıkardığınız zaman, o imkánsız bir aşk olmaktan hayli çıkacaktı. Ama birbirine kavuşsalar bile, aslında onun bir kavuşmazlık olduğu lezbiyen aşkı anlatmak daha ağır bastı.

Bir kadını yazmak, üstelik lezbiyen kadını yazmak zor olmadı mı?

-
Çok zor bir işe giriştiğimin farkındaydım. Hata yapacağım diye çok korktum. Birçok kadın arkadaşımdan yardım aldım. Ayrıca edebiyatta kadını öyle iyi yazan yazarlar var ki, onları çok iyi okudum. Tolstoy, Anna Karanina’yı yazarken, romanın ortalarına kadar hafif meşrep bir kadın olarak onu küçümsemiş. Sonra Anna’nın acısını anlayıp, romanın başına dönüp bir kez daha yazmış. Ayrıca yazarın, yazarken çok fazla cinsiyeti olduğuna inanmıyorum. Empati diye bir şey var.

Kahramanlarınızdan biri orta yaşlı bir operacı, diğeri 20’lerinde bir terzi çırağı. Niye bu kadar iki uç tipin aşkını anlattınız? Eşit kültüre sahip olmamak bu tür ilişkilerin cazibesini mi arttıyor?

-
Bu tür ilişkilerin fırsat rantını kullanmamaya çok dikkat ettim. Terzi kızı daha alt sınıftan almanın çok daha trajik sonuçlar yaratacağını düşündüm. Kadın erkek aşkında da bir imkánsızlık var. Birisinin kadın, diğerinin erkek olmasından kaynaklanan bir imkánsızlık. Oldum bittim bana aşkı yazdığımı iddia ettiler. Oysa ki, bir ömür boyu aşkın olamayacağını yazmaya çalıştım ben. Aşk olur ama biter. Çoğu kez seven taraf acı çeker, fakat sevmeyen taraf sevmediğini sanmışken, bittikten sonra neyi yitirdiğini fark eder. Ama yine de Colette’in bir sözü var çok sevdiğim; Her aşk sonu acı bitse bile mutluluktur.

Sizce bu tür ilişkiler mahrem mi kalmalı, açık açık yaşanmalı mı?

-
Mahremiyet uygar görünümü korumak anlamındaysa, onu her ilişkide aramak gerekir. Bu tür ilişkiler neden insanlık tarihi kadar eskiyken, bu kadar örtbas edilmiş, bu kadar insanlara acı haline getirilmiş. Bu beni yaşamım boyunca çok düşündürdü. Ben yaşamım boyunca kaybetmişlerden, toplum dışına haksız yere itilmişlerden yana olan biriyim. İnsanlar özgür bir ortamda acılarını daha kolay atlatabilirler.

İlişkilerini deşifre eden yazarlar oldu. Sansasyonel edebiyata nasıl bakıyorsunuz? Sizce bu moda mı, edebiyat mı yoksa daha fazla satış için bir taktik mi?

-
Ticari bir kaygısı yoksa bir yazar her şeyi yazabilmeli. Bence kıstas, o kitapların edebi değerinin olup olmadığıdır. Edebiyat değeri varsa, belki merhametsiz bir iş yapmıştır ama ne yapalım ki edebiyata katkıda bulunmuştur. O vakit ona hoşgörüsüz yaklaşamıyorum.

Kadının iç dünyasına el atan erkek yazarlar oldu. Sizce samimiler miydi yoksa potansiyel okuyucuları kadın olduğu için bir tavlama yöntemi miydi?

- Ben hiçbir arkadaşımızın, ‘şimdi bunu böyle yapayım da şöyle satayım’ diye düşündüğünü sanmıyorum. Belki yazdıktan sonra bazı reklam kampanyalarında bu havaya girdiler ama yazma aşamasında bunu düşündüklerini sanmıyorum. Yazarlar yeteneklerinin üstünde bir şey yapamadıkları gibi, yeteneklerinin altında da bir şey yapmaya tahammülleri yoktur. .

YANLIŞ EVE NASIL DALDIM EV SAHİBİ NASIL KOVALADI

Arsen Gürzap’la birlikte bir arkadaşımızın evine gidecektik. Bana evi tarif etti. Evi buldum zili çaldım. Evin hizmetlisi kapıyı açtı. Kompleksimden Ertuğrul Bey’ler burada mı diye soramadım, direkt içeri daldım. İçeride iki kişi oturuyordu beni görünce telaşlandılar. Ben onları Ertuğrullar’ın misafiri zannettiğim için onlara da hiçbir şey söylemeyip ceketimi çıkarıp, hizmetçiye verdim. Adam ayağa kalkıp, ‘kimsiniz’ diye bağırdı bana. Öyle hiddetli bağırınca bir halt ettiğimi anladım. Ertuğrul Bey’in evi değil mi diye sordum. ‘Ne münasebet, ne Ertuğrul’u, siz kimsiniz’ dediler. Herkes panik içindeydi. Ceketimi aldığım gibi titreyerek Arsen’i aradım, ‘Ertuğrullar burada oturmuyor’ diye feryat ettim. Bir paralel sokaktaki aynı isimli apartmana dalmışım meğer.

Tarzım için klasik değil demode desek daha doğru

Siz tarz olarak biraz klasik kalmadınız mı?

- Nezaketinizden böyle söylüyorsunuz herhalde. Demode desek daha doğru olur. Ama bu benim yaradılışımda da var. Gençliğimde, toplum hayatına daha yakındım. Yaş ilerledikçe bütün bunlardan uzakta durmak daha hoşuma gider oldu. Başkalarının acısını daha fazla anlar oldum. Bencillik biraz daha azaldı.

Bu kadar ‘demode’ bir yazarın genç okuyucuları var mı?

-
Bir dönem hemen hiç kalmadığını düşünüyordum. Son yıllarda üst üste kitapların çıkışı ve iyi tanıtım yapılmasıyla yeniden genç okurlarım oldu. Yine de asıl okuyucularımın 30 yaş üstü olduğunu düşünüyorum. Roman ve hikayelerimde daha çok kadınlar, yemek kitaplarımda ise erkekler okudu beni.

Her şeyde bir dram arayarak dünyayı kendinize zindan etmiyor musunuz?

- Yaradılış olarak acıya yatkın bir insanım. Başka türlü yaşayamıyorum. En büyük mutluluklarda bile hemen hüzünlenecek bir şey yaratıyorum. Böyle olunca bunu peşinen kabul edip, üstüne gitmek ve onunla kardeşlik kurmak, kişiliğinin bir parçası olduğunu kabul etmek gerekir.

Helák olur insan böyle yaşamaktan?

- Yoo domuz gibiyim.

Siz domuz gibisiniz de, sürekli acı kıvamda yaşayan birine yakınlarınız nasıl katlanıyor?

- Bunu aslında sadece yazı yoluyla aksettiriyorum. Sosyal çevremde sanıyorum sevilen biriyim. Hatta eğlendiririm, bazen iyice azıtıp şaklabanlık noktasına kadar getiririm.

Yapmayın! Neredeyse kahkaha da atarım diyeceksiniz!

- Binde bir de olsa kahkaha atarım.

Sizi kahkaha atarken gören şanslılar kim? En yakın arkadaşlarınız kimler?

- Edebiyat çevresinden arkadaşlarımı bir kenara koyarsanız, Türkán Şoray ve Arsen Gürzap en yakın arkadaşlarımdır. Türkán Şoray hayatta en sevdiğim insanlardan biridir. Onun çekingenliği, alçakgönüllülüğü o popülerliğe erişmiş insanlarda pek görülmeyen şeylerdir.

TÜRK FİLMLERİNDEKİ GİBİ ARABADAN LÜKS EVLERİN ÖNÜNDE İNERDİM

Yalan hayatınızda ne kadar var. Edebi yazarlıkla mitomani arasında akrabalık olduğunu söylediğinizi hatırlıyorum. Yalan söyler misiniz?

-
Eskiden anormal derecede yalan söylerdim. Ama artık şahsi hayatımda yalan söylememeye çalışıyorum. İster istemez yazarlık insana bir özgüven getiriyor ve utanıyorsunuz kendinizden. Ne gerek var yalan söylemeye diyorsunuz. Yalan söylemenin altında da bir sevilmemişlik var aslında. Benim yalanlarım hep acıklıydı. Yalanlarımı hep kendimi sevdirmek için söylerdim. Ortaokul yıllarında, dar hayat şartları altında büyüdüm. Arkadaşlarım daha varlıklıydı, onlarla aşık atmak için yalanlar uydururdum. Öyle ki, Türk filmlerindeki gibi asıl oturduğumuz evin önünde inmez, caddedeki lüks evin önünde dururdum. İyi ki yalan söylemişim. Bakın bunları yeniden şöhret olmak için son kez kullanabiliyorum!

BEĞENDİĞİM GENÇ EDEBİYATÇILAR

Bazı hikayecileri beğeniyorum. Ama hiçbiri bugünkü popüler ortamda varlık göstermiyorlar. Nalan Barbarosoğlu, Onur Caymaz, Jale Sancak, Hürriyet Yaşar ve Jaklin Çelik. Eleştirmenlerden ise Sadık Aslankarış’ı beğeniyorum.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!