Nuran ÇAKMAKÇI
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 10, 2008 00:00
Boğaziçi Üniversitesi’nin karizmatik kadın rektörü Prof. Dr. Ayşe Soysal’ı şimdi sakallı, ODTÜ’lü, öğrencileri arasında "Kadri Baba" diye bilinen yeni bir rektör aldı. Prof. Dr. Kadri Özçaldıran (52), 21 yıldır kesmediği sakalı ve derslerinde teatral yeteneğiyle öğrencilerin dikkatini çekmeyi başaran bir öğretim üyesi.
Üstelik, Boğaziçi Üniversitesi mezunu değil. İzmir Koleji’ni ve ODTÜ’yü bitirdikten sonra ABD’ye gitmiş, her zaman bursla okuduğu için kendisini "profesyonel öğrenci" olarak tanımlayan bir elektrik-elektronik mühendisi. Özçaldıran’la Boğaziçi ve İzmirliliği üzerine konuştuk.
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Liberal, muhafazakar, Atatürkçü, laik, solcu?
- Bizim kültürümüz şucu, bucu, faşist, komünist, Müslüman, gayrimüslim gibi etiketlerle kesinkes sınıflandırmayan bir kültürdür. Kişisel tarihimi soruyorsanız, tabii ki Türkiye sol hareketinin içinden geliyor. Ama bunun bugün itibarıyla ne kadar önemi olduğunu düşünüyorsunuz? Buradaki öğretim üyelerinin gerçekten Türkiye ortalamasının çok üzerinde insanlar olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu insanlar çok yönlü. Ürettikleri fikirler de öyle kolayca sağcı ve solcu gibi etiket yapıştırılacak şekilde değil. Kime sorarsanız sorun, bu değişik sınıflandırmaların dışında kalmayı tercih eder.
Peki ama fanatik Karşıyakalıymışsınız?
- Bizde fanatiklik yoktur. Biz Anglosakson geleneğinden yetişmiş insanlar olarak durumu ölçüp biçerek karar vermeyi tercih eden insanlarız. Fanatik değilim ama kesinkes Karşıyakalıyım.
İzmir sizin için ne ifade ediyor? Doğduğunuz, gençliğinizin geçtiği bu kent size ne kattı?
- Acı şekilde gözümüzün önünde kaybolan bir kültürü ifade ediyor. Hayatımın ilk 18 yılını İzmir’de geçirdim. Benim yaşadığım İzmir, şimdi geriye dönüp bakıyor, anlıyorum ki, standart güzel bir Akdeniz Avrupa şehriydi. İzmir ve Ege’nin çok katkısı var: İnsan ilişkilerindeki yumuşaklık, sevecenlik. Hayattan zevk almanın çekinecek değil, tam tersine övünülecek bir şey olduğunun, açıkça, bağıra bağıra ortaya konması. İşte bunlar Akdeniz kültürü.
Boğaziçi Üniversitesi’nde gelenek Robert ya da Boğaziçi mezunlarının rektörlük koltuğuna oturmasıydı. Ama, siz bir ODTÜ mezunu olarak en yüksek oyu aldınız. Bu bir engel oluşturmadı mı?
- Bir kişiyi dört yıl okuduğu okul mu, yoksa en az 20 yıldır çalışmakta olduğu kurum mu tanımlar? Ben acaba ODTÜ’lü mü, yoksa Boğaziçili miyim? Kesinkes, tartışmasız Boğaziçiliyim. Boğaziçi yine Boğaziçili rektör seçti. Boğaziçi, çok derin kültüre sahip bir kurum. Bu kurumda belirli zaman çalışan herkes, kendisi fark etmese bile bu kültürü alır.
Sakalınız çok dikkati çekiyor. İlk olarak ne zaman sakal bıraktınız?
- 1973 yazında bıraktım. Lise ikiden üçe geçmiştim, o zamanlar top sakaldı. Sonra liseyi bitirince 1974’te bıraktım. Arada sadece 2-3 kez yüzümün nasıl hale geldiğini merak ettiğim için kestim. Son olarak da askerdeyken kesmiştim. Ve 1987’den beri hiç kesmedim sakalımı. 1989’da evlendim, eşim sakalsız halimi bilmez. Okuldaki arkadaşlarımın çoğu beni hiç sakalsız görmemiş. Aslında kendim de görmedim, sakalın altındaki yüz şu sıralar ne hale geldi ben de bilmiyorum.
Sakalınız nedeniyle hiç tepki aldınız mı?
- Boğaziçi’nde böyle bir şey nasıl olur?
Peki 12 Eylül döneminde sakal yasaklandığında...
- 12 Eylül’ün en yoğun olduğu dönemde yurtdışındaydım. Bizim burada sakallıysanız, sakallısınızdır. Yaptıklarınız bana zarar vermediği sürece, sizin seçimlerinize saygılı olmak zorundayım. Ama, sakalımla ilgili şunu söyleyeyim. Köprü gişelerinden tutun, dükkandaki tezgahtara kadar "Ben sizi televizyonda gördüm" diye çok soran var. Sanıyorum, böyle sakallı, göbekli birisi var televizyonda, ve beni de ona benzetiyorlar.
Gecenin bir buçuğunda cebimden arayan çok öğrenci var
Öğrencileriniz size "Kadri Baba" diyor. Bu samimiyet nereden geliyor?
- Çocuklar beni sever. Nedenini gerçekten bilmiyorum. Öğrencilere yakın olmayı, onların ders dışındaki sorunlarını çözmeyi her zaman her şeyin önüne geçen bir iş olarak algıladığımı çok iyi bilirler. Gece saat 1.30’da arayan, yardım isteyen çok öğrencim var. Öğrenciler bana her şeyi sorar. Ukalalık olarak söylemiyorum ama iyi hocayımdır.
Dersiniz zor bir ders. Öğrencilerin ilgisi dağıldığı anda ne yaparsınız?
- Hocalık, eninde sonunda tiyatro yeteneğine dayanıyor, teatral bir olay. Eliniz, jestleriniz, mimikleriniz, öğrencide bir dağılma hissettiğiniz anda espriyle, belki hafifçe kızarak onları uyarmanız, dikkati toplar.
Evet, derste sık sık "halk diliyle" konuşuyormuşsunuz...
- Öğrencilerle bu dili konuşmak, bu iletişimi kurmak iyi oluyor. Öğrenciler her zaman ulaşabilecekleri, yardım isteyebilecekleri bir hoca olduğum için beni seviyor. Şimdi ders veremeyeceğim. Gençlerle iletişim kurmayan bir Kadri nasıl olur bilmiyorum.
Rektör olarak, öğrenciler camınızın önünde protesto gösterisi yaparsa, tepkiniz ne olur?
- Tabii ki çıkıp onlarla konuşurum. "Derdiniz nedir, ne oluyor?" derim. "Dağılın, dağıtın çocukları" tepkisini sadece ben değil, hiçbir hocam göstermez. Hiçbir arkadaşımı düşünemiyorum ki, bundan farklı müdahale etsin.
65 MİLYONUN BİRDEN NOBEL ÖDÜLÜNE SEVİNEMEMESİ BENCE ENTERESAN
Boğaziçi Üniversitesi’nin düzenlemeyi planladığı Ermeni Konferansı çok tartışıldı. Öğretim üyesiyken bu konuda ne düşünüyordunuz?
- Bir üniversitede her tür konferans yapılabilir. Bunun konusu Ermeni sorunu da, finans da, nükleer fizik de olabilir. Ama böyle bir konferansın o üniversitenin ağırlığını taşıyan şekilde yapılması önemli. Bu bilimsel ağırlığı taşıdığı sürece her etkinlik her üniversite yapılabilir.
Orhan Pamuk’a fahri doktora unvanı verilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? O törene katıldınız mı?
- Senato oybirliğiyle bu kararı verdi ve ben de "evet" oyu kullandım. Bir insanın düşünceleri, yaptıkları, söyledikleri size uyar, uymaz. Bu topraklardan, bu ülkeden bir yüz akı çıkıyor, Nobel Edebiyat Ödülü alıyor. O yazarın düşüncelerinden, söylediklerinden bağımsız olarak 65 milyonun birden buna sevinememesi bence enteresan.