Murat BARDAKÇI
Oluşturulma Tarihi: Ekim 12, 2005 00:00
Bazı şairlerimiz vardır, mısraları deyim haline gelmiştir. Meselá bugün atasözü olduğunu zannettiğimiz ‘Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’ yahut ‘Yumuşak huylu atın çiftesi pektir’ gibisinden ifadeler Ziya Paşa’nın ‘Terkib-i bend’inin mısralarıdır. Önceki gece kaybettiğimiz Attilá İlhan, mısraları deyimleşmiş şairlerin sonuncusuydu.
‘Cenaze suratlı adam’, ‘feláketim olur’, ‘uğrunda asılırız’ yahut ‘ben sana mecburum’ gibisinden günlük konuşmamızın sıradan ifadeleri hálini alan daha birçok sözün Attilá İlhan’ın mısralarında geçtiğini artık kaçımız hatırlıyoruz ki? Şimdi, lütfen, hem Türk şiirine, hem de şiirimizin bu büyük evládına, sizler de birer Fatiha okuyun. Zira şair gitti ve meydan artık ‘müteşáirler’e kaldı.
Ramazan ayı boyunca bu sayfada her gün kültür ağırlıklı konuları yayınlıyoruz. Sayfanın manşetinde tarihle, şiirle, musiki ile ilgili mevzular yeralıyor.
Bugün bu sayfanın ana konusunu yine edebiyata ama gayet hüzünlü bir konuya ayırıyorum: Attilá İlhan’ın vefatına, yahut kendi mısralarıyla ‘ölmek hakkını kullanıp, bir boşluktan başka bir boşluğa düşmesine’...
Bazı şairlerimiz vardır, mısraları deyim haline gelmiştir. Nábi, Neşáti, Şeyh Galip, Ziya Paşa ve Mehmed Ákif gibi isimler böyledir. Meselá bugün atasözü olduğunu zannettiğimiz ‘Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’ yahut ‘Yumuşak huylu atın çiftesi pektir’ gibisinden ifadeler Ziya Paşa’nın ‘Terkib-i bend’inin mısralarıdır.
Mısraları böylesine deyimleşmiş şairlerimizin sonuncusu, Attilá İlhan’dı. ‘Feláketim olur’, ‘cenaze suratlı adam’, ‘uğrunda asılırız’ yahut ‘ben sana mecburum’ gibisinden günlük konuşmamızın artık sıradan ifadeleri olan daha birçok sözün Attilá İlhan’ın şiir başlıkları veya mısraları olduğunun şimdi kaçımız farkındayız ki? ‘Ne olur, kim olduğunu bilsem Pia’ diye başlayan şiirini yayınlamasından sonra Boğaz’daki sandalların neredeyse tamamının isminin birdenbire ‘Pia’ oluverdiğini hatırlayanımız acaba kaldı mı?
Attilá İlhan’ın 1970’lerde hiçbir yerde bulamayıp kendisinden tedarik edebildiğim ‘Zenciler Birbirine Benzemez’ini okuyup 17 yaşında Paris yollarına düşmemin, Montrmartre’ın dar sokaklarında şiirlerindeki Margot’sunu aramamın üzerinden 30 seneden fazla zaman geçti ve Attilá İlhan, benim için Türk şiirinin yaşayan ‘tek’ şairi olarak kaldı. ‘En büyük’ yahut ‘en iyi’ şairlerinden biri değil, ‘yaşayan tek şairi’.
Eski edebiyatta ‘sehl-i mümteni’ diye bir kavram vardır ve ‘kolay, basit gibi görünen ama söylenmesi aslında son derece güç olan ifade’ demektir.
Edebiyatçılar, ‘sehl-i mümteni’yi anlatırlarken, genellikle Süleyman Çelebi’nin Mevlid’indeki ‘Bir acib (acayip) nur kim güneş pervánesi’ yani ‘öylesine güçlü bir ışık ki, güneş bile onun etrafında pervane gibi dönmekte’ mısraını örnek gösterirler. Mısrada ‘ışık’ olarak tasvir edilen, Hazreti Muhammed’dir; şair güneşin bile ufak bir pervane misáli peygamberin etrafında dönmekte olduğunu söylemektedir. Mehmed Ákif’in Çanakkale Şehidleri’ndeki ‘Bir hilál uğruna yá Rab ne güneşler batıyor’ mısraı ve Necip Fazıl’ın ‘Ne hasta bekler sabahı / Ne taze ölüyü mezar / Ne de şeytan bir günahı / Seni beklediğim kadar’ dediği kıt’ası da işte, aslında basit gibi görünen ama son derece güçlü bir anlam veren, ifade edilmesi de gayet zor olan ‘sehl-i mümteni’nin örnekleridir. Şairi şair yapan da budur ve hatırda kalan mısralarıdır.
Şiire biraz meraklı iseniz, Rahmetli Attilá İlhan’ı okuduğunuzda, bu gibi mısralarını hemen farkedersiniz: ‘Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular’, ‘Ayrılık sevdaya dahil’ veya ‘Elde var hüzün’ misáli sehl-i mümteniler yaratabilmek sadece bugünün değil, geçmişin de çok az şairine nasip olabilmiştir ve son 50-60 seneden buyana, Türkçe’yi geniş hayal gücünün yaratıcılığıyla böyle şık bir dantel gergef gibi işlemiş başka bir şair, yoktur.
Attilá İlhan, sonbaharın hüznünü nesillerin kalbine mısraları vasıtasıyla damla damla akıtmıştı ve onu hüzünlü bir sonbaharda kaybettik. Şimdi, lutfen, hem Türk şiirine, hem de Türk şiirinin bu büyük evládına sizler de birer fatiha okuyun. Zira şair gitti ve meydan artık ‘müteşáirler’e kaldı.
Müziğe saygısızlık edenin üzerine küçük abdestini yaptı
Ben, ilk gençlik yıllarımı Kastamonu’da geçirdim ve müziğe de orada başladım.
Okul çıkışında, müziğe meraklı arkadaşlarımla beraber Hasan Ağa’nın kahvesine giderdik. Kahvenin duvarlarında bağlama, ud, cümbüş, def ve darbuka gibi çok sayıda saz asılı dururdu. Hemen müziğe başlardık ve bir kısmımız istediği sazı çalar, çalamayanlarımız ise okurlardı.
Benim asıl merakım ise, bağlamacı Ahmed Çavuş’u dinleyebilmekti. Şimdiki tecrübemle söylüyorum: Ahmed Çavuş, bağlamanın Tanburi Cemil Bey’i olabilecek derecede büyük bir virtüozuydu. Ahmed Çavuş’un 40 dakika kadar devam eden ve ardarda makamlarda dolaştığı taksimleri hálá hatırımdadır ve tanburilikte, özellikle de taksimlerimde hep onu örnek almışımdır.
O günlerin Kastamonu’sunda, ‘Börtük Ahmet’ dediğimiz bir de kabadayı vardı. Gerçi tam bir külhanbeyi idi ama fakirlerin ve çaresizlerin yanında olurdu.
Bir Ramazan akşamı, teraviden sonra Hasan Ağa’nın kahvesine, Ahmed Çavuş’u dinlemeye gittik. Börtük Ahmet de oradaydı.
Israrımıza dayanamayan Ahmet Çavuş bağlamasını aldı ve unutulmaz taksimlerinden birini daha yapmaya başladı. Hepimiz gözlerimiz kapalı vaziyette, huşu içerisinde dinliyorduk.
Ama birdenbire, ilerideki masalardan birinden sesler yükselmeye başladı ve hepimizin birden yaptığı kaş-göz işaretleri, gürültünün yükselmesine engel olamadı. Tam o sırada, müziği gözleri kapalı vaziyette dinleyen Börtük Ahmet birdenbire ayağa kalktı, Ahmet Çavuş’un elinden nazikçe tutarak ‘Bir dakika duruver, sonra devam edersin usta’ deyip konuşmaya hiçbirşeyin farkında olmadan hálá devam eden masaya doğru ilerledi, sonra da hepimizi hayrete düşüren bir iş etti, müziğe saygısızlık edenlerin üzerine bir anda küçük abdestini yapıverdi! Sonra, masadakileri enselerinden tuttu, sürüklercesine kapıya kadar götürdü ve birer tekme ile sokağa attı. Derken hiçbirşey olmamış gibi döndü ve Ahmet Çavuş’a hitaben ‘Kusura bakma çavuşum, sana ve sazına saygısızlık yaptırmam’ deyip yerine oturdu.
Bir dinleyicinin gösterdiği böyle bir tepkinin, müzik tarihinde zannedersem bir eşi daha yoktur!
Sorular ve cevaplar (Mehmet Nuri YILMAZ)
Namaz kılarken rekátlarda bazen tereddüt ediyorum, ne yapmalıyım?
Aydın YILDIZ/ANKARA
- Namazda şüphelenip kaç rekát kıldığı hususunda kesin bir kanaate varamayan kimse en az rekátı esas alarak namazına devam eder. Buna göre 4 rekátlı bir namaza başlayan kimse, kıldığı rekátın birinci rekát mı yoksa ikinci rekát mı olduğundan şüpheye düşüp bir tarafı tercih edemezse kendisini bir rekát kılmış sayar ve birinci sayılan rekátın ikinci, üçüncü sayılan rekátın da dördüncü rekát olma ihtimali bulunduğu için her bir rekátın sonunda ihtiyaten teşehhüd miktarı oturur. Böylece dört oturuş yapmış olur ve sonunda sehiv (düzeltme) secdesi yaparak namazını tamamlar.
Bir ilahiyatçı, cemaatle kılınan namazdan sonra topluca tespih çekmenin bidat olduğunu söyledi, doğru mudur?
Adnan AYDIN/İSTANBUL
- Namazlardan sonra sürekli yaptığımız şekliyle tespihleri ve zikirleri çekmek, sahih hadislerde tavsiye edilmiştir. Bu tespihler topluca çekilebileceği gibi herkes tek başına da camide veya cami dışında çekebilir. Bu nedenle cemaatle namaz kılındıktan sonra topluca tespih çekilmesi bidat (İslam’a sonradan ekleme) sayılmaz.
Kaza namazı borcu olan nafile namazı kılabilir mi?
Berrin BUMİN/ANKARA
- Kazaya kalmış namazların kazasıyla meşgul olmak, nafile namaz kılmaktan önemli ve önceliklidir. Ancak, vakit namazları ile birlikte kılınan düzenli nafileler (revatip sünnetler) ve teravih namazı imkánlar ölçüsünde kılınmalıdır.
Bazıları ‘Bana ilham geliyor, ilhamla bildim’ şeklinde sözler kullanarak kendilerine paye veriyorlar. İlhamın dinimizdeki yeri nedir?
Alev SARMAŞIK/İZMİR
- Allah’ın doğrudan veya melek aracılığıyla iyilik telkin eden bilgileri insanın kalbine ulaştırması, feyz yoluyla kalbe gelen özel bir anlam ve bilgi, kalbe konulan iyilik hissi, hayır duygusu demektir. İlhamın kaynağı Allah veya melektir. Veliler, ilhamı Peygambere vahiy getiren meleğin aldığı kaynaktan alırlar. İlham, bilgi kaynaklarını kullanmadan insanın zihninde (kalbinde) aniden ortaya çıkar. Bir ayette, Allah’ın insan benliğine hem takvayı hem de fücuru ilham ettiği belirtilmektedir. Hz. Musa’nın annesine yapılan vahyin doğrudan Allah tarafından kalbine ulaştırılan ilham anlamına geldiği genellikle müfessirlerce kabul görmüştür. Hz. Peygamber, Allah’ın, kendisine ilham ettiği övgülerle O’na hamdettiğini açıklamış, bir sahabiye ‘Allah’ım! Bana gerçeği bulma yeteneğini ilham et’ şeklinde dua etmesini öğretmiş, ‘Sizden önceki ümmetler içinde ilham olunan kimseler vardı. Eğer ümmetimin arasında böyle birisi varsa o Ömer’dir’ buyurmuştur. İnsan kalbine bazı bilgilerin ilham edilmesi mümkün olmakla birlikte bunlar genel geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı teşkil etmez ve dini konularda delil olarak kullanılamaz. Zira ilhama dayalı bilgiler, kontrolü mümkün olmayan sübjektif bir nitelik taşır.