Saint Laurent ile Dior’un Paris’te son tangosu

Paris moda haftası moda şovlarının gerçekleştiği New York, Londra, Milano, ve Paris’ten oluşan dört önemli merkezin son durağı olması sebebiyle, heyecanın ve yorgunluğun zirveye ulaştığı hafta aslında. Tüm dünyadan moda dergisi editörlerinin, moda yazarlarının, sektöre şekil veren fikir önderlerinin, trend avcılarının, blogger’ların ve en önemlisi de buyer’ların (satın almacıların) dört hafta boyunca bitmez tükenmez koşuşturmasının sonunda, inanılmaz bir zihinsel ve bedensel bitkinlik oluyor.
Tüm bu koşturmaca esnasında ışıklar şehri Paris’te sadece şovlar izlenmiyor. Şehir, tüm oyuncuların bir araya gelip fikir alışverişi yaptığı dev bir arenaya dönüşüyor.
Gün boyu yapılan şovları izlemek kadar geceleri ardı ardına verilen partilere katılmak da işin bir parçası. Sonu gelmeyen bu tempoya ayak uydurabilmek için, sayılı saatlerden oluşsa da sağlam bir uyku, kuvvetli bir kahvaltı ve birkaç vitamin hapı moda haftalarının vazgeçilmezleri.

ULTRAMODERN PARÇALAR

LVMH grubuna ait Dior markasının yeni tasarımcısı Raf Simmons’ın elinden çıkan 2012 koleksiyonu en çok beklenen ve konuşulan şovdu. John Galliano’dan boşalan koltuğu nasıl dolduracağı tüm kulislerin ilk başlığıydı. Ultramodern ve minimal parçalar Raf Simmons’un ayak seslerinin kolayca duyulabilmesini sağladı. Dior’un kodlarını yeniden yazdığı koleksiyonda yepyeni ve farklı bir yöne doğru ilerleyen tasarımcı, yüksek teknoloji kumaşlarda gösterdiği dikiş maharetini de tescillemiş oldu.

HEM MASKÜLEN HEM FEMİNEN

Haftaya damgasını vuran en önemli ikinci şovsa, fotoğraf sanatına vakit ayırmak için tasarımcılığa altı yıl ara veren, Dior’un eski tasarımcısı Hedi Slimane’in önderliğindeki PPR’a bağlı Saint Laurent defilesiydi. Dior’daki asil ve keskin çizgisiyle kendisine sağlam ve haklı bir hayran kitlesi oluşturan Slimane’ın, markanın istikametini hangi yöne çevireceği merak konusuydu. Saint Laurent ismiyle hayatına devam edecek markanın 2013 İlkbahar- Yaz koleksiyonu yaratıcılıktan uzak bulunsa da beni hayal kırıklığına uğratmadı.
Tasarımcı, defileye, dâhi modacı Yves Saint Laurent’in ve Paris modasının vazgeçilmez rengi siyahla başladı, renk bombardımanıyla da bitirdi. Kate Moss’un izlerken “Tam benlik” dediği parçaları, lüks hippie tarzını benimseyen bohem ruhlu kadınların seveceğinden eminim.
Paris moda haftasının son gününün en tatminkâr şovuysa yıllarını markaya veren ve artık emekliye ayrılacak olan Yves Carcelle’e atfedilen Louis Vuitton’du. Monogramın kullanılmadığı ilk LV defilesi olan şovda, canlı renkler, grafik desenler, damalar başroldeydi. Sarılar, yeşiller koleksiyona dinamizm katmıştı. Bilimkurgu filminden fırlamış gibi görünen parçalar, Marc Jacobs’un geleceğe dair manifestosu gibiydi.

TÜRK CEPHESİNDE BİR ALKIŞ, BİR DE İPTAL

Paris moda haftasında koleksiyonlarını sergileyen iki tasarımcımızdan Hakan Yıldırım’ın başına büyük bir şanssızlık geldi ve tüm parçalar kurye şirketi tarafından kaybedildiği için şov iptal edilmek zorunda kaldı. Kate Moss ve Carine Roitfeld tarafından teskin edilen tasarımcı, tüm parçaları hızla yaptırmaya başladı bile.
Arzu Kaprol’un yine dikişteki ustalığını gösterdiği, deri ve ipek şifonların zahmetsizce birbiriyle kaynaştığı parçalarla oluşturduğu koleksiyonu büyük alkış aldı. Desenlerde giderek ustalaşan Arzu Kaprol, bu konuda da bizleri hayal kırıklığına uğratmadı. Eşi Cem Kaprol, Türkiye’de büyümeyi hedeflediklerini, mağaza sayılarını artıracaklarını ve daha çok görünür bir marka olacaklarını söylüyor: “Şu anda sekiz mono-brand mağazamız var, 2013 sonuna kadar 12 mağaza olmayı hedefliyoruz. Harvey Nichols, Harrods, Montaige Market, Spiga Due, Barneys New York gibi dünyanın en prestijli mağazalarında da satışımız artsın istiyoruz. Arzu’nun marka evresinin başladığı noktadayız. Körfez ülkelerindeki önemli gruplardan başvuruları değerlendiriyoruz.”