Güncelleme Tarihi:
Afife Tiyatro Ödülleri’nde iki dalda ödül alarak adından daha da çok söz ettiren Tülay Günal’la hayatını ve oyunculuk serüvenini konuştuk.
Kastamonu doğumlusunuz. Orada mı büyüdünüz?
- Anne tarafım oralı. Babam Bitlisli ama Ankara’da büyüdüm. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde okudum. 1993’te zorunlu hizmet için Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda oyuncu olarak çalışmaya başladım. Bu süre zarfında orada yaşadım ama birkaç sezon sonra Ankara Devlet Tiyatrosu’na tayin olunca yolum yine aynı şehre düşmüş oldu. Şimdi Ankara-İstanbul arasında mekik dokuyorum.
Oyuncu olmak istediğinizi söyleyince ailenizin tepkisi nasıl oldu?
- Babam ilk günden destekledi. Ancak annem çok tepkiliydi. Hatta okulun ilk yılında başka bir bölümde okuduğumu söyleyerek gidip geldim. Annem hiç istemiyordu tiyatrocu olmamı ama şimdi gelip büyük bir keyif ve gururla izliyor beni sahnede. Ben de çok mutlu oluyorum.
SAHNEDE KENDİMİ KAYBEDİYORUM
Cüretkar sahnelerde, iddialı oyunlarda rol aldınız. Zorlanmıyor musunuz?
- Sahnede bambaşka bir insan oluyorum. Oraya çıktığım anda her şey bitiyor benim için. Sadece oynadığım karakter önemli, başka hiçbir şeyi düşünmüyorum. Sahne başka bir şey, değişik bir ruh haline sokuyor insanı. Cesur ve cüretkar hale getiriyor. Tiyatro çok doğal olabildiğim bir yer. Dizide kamera girince araya insan kaçınılmaz olarak biraz geriliyor.
Ben Bertold Brecht’te çok farklı kılıklarda izliyoruz sizi. Yaşlı bir kadın, bir asker, bir hayat kadını... Aynı oyunda bambaşka karakterleri canlandırmak zor mu?
- Herkes oyunculuğu farklı tanımlıyor. Bence oyunculuk, hiç olmadığınız ve olamayacağınız hallere ve karakterlere bürünmektir. Ben de bunu yapmaya, bu zor görevin hakkını vermeye çalışıyorum. Bütün bu karakterlerin içinde benden de parçalar var. Bu da o karakterleri özgün kılar ve özgünlük çok önemli bence sanatta. Bunu yapmak için oyun öncesi, provalar sırasında inanılmaz konsantre oluyorum. Oynarken de kendimi kaybediyorum. İlk sıradaki izleyicileri bile görmüyorum, sadece bakıyorum. Hatta geçenlerde komik bir olay meydana geldi. Oyunda hayat kadınını canlandırdığım bölümde sahneden iniyorum ve ilk sıradaki bir erkeğin yanına gidiyorum. İndim sahneden birinin yanına gittim, yakından bakınca farkettim ki o izleyici bir kadınmış. Hem çok konsantre oluyorum hem de gözüm uzağı iyi görmüyor. Orada nasıl toparladım hiç bilmiyorum.
CAZ SÖYLEYEREK OKUL HARÇLIĞIMI ÇIKARTTIM
Bir dönem şarkı da söylemiş, hatta Işın Karaca’yla sahne almışsınız. Biraz o yıllardan söz eder misiniz?
- Evet, üniversiteden sonra bir süre para kazanmak için Işın Karaca’yla şarkı söyledik. Ankara’da başladı aslında bu macera. Üniversitede okurken bir müzik grubumuz vardı. O yılları bir müzik kariyerinin başlangıcı olarak anlatacağım, 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Okurken ailemden para almıyordum. Şarkı söyleyerek kazandığım parayla geçindim. Zevk de alıyordum tabii. İstediğimiz şarkıları, istediğimiz şekilde yorumladığımız bir gruptu. Caz söylüyordum. O arkadaşlarımın hepsi şu an çok değerli müzisyenler. Şimdi birçok tiyatro oyunun müziklerine imza atan Tolga Çebi, çok iyi bir saksofoncu olan Meriç Demirkol, Bora Akyol ve ben sahne alıyorduk. Adı bile yoktu grubumuzun. Daha sonra iş büyüdü, adımız duyuldu. Sonra İstanbul’a geldim. Bir yıl boyunca şarkı söyleyerek hayatımı kazandım. Sonra tiyatro sınavını geçince sahne macerası sona erdi. Şimdi tiyatro sahnesinde şarkı söyleyerek içimdeki şarkıcıyı mutlu ediyorum.
Asi dizisinin jenerik şarkısının sözleri size aitti. Daha önce söz yazmış mıydınız?
- Hayır, hiç söz yazmamıştım. Nail Yurtsever, müzik geçmişimi duyup böyle bir teklifle geldi. “Bir bak bakalım yapabilir misin?” dedi. Biraz uğraşınca ortaya güzel bir iş çıktı. Herkes de beğendi. Jenerikte kullandık. Onun dışında bir de dizide kullanılan bir başka şarkıya da söz yazdım ve o şarkıyı da Çetin Tekindor’la birlikte seslendirdik.
Genco Erkal’la birlikte çalışmak nasıl bir duygu?
- Genco Erkal bir usta. Onu izlerken de, onunla sohbet ederken de çok şey öğreniyorum. Varlığı Türk tiyatrosu için çok önemli. Bu birlikte ilk çalışmamız değil. Genco Erkal beni ilk kez Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda Zengin Mutfağı adlı oyunda izledi. Bizi tanıştıran isim Mehmet Ulusoy. Onun yönettiği ‘Simyacı’da ilk kez birlikte oynadık. Erkal’ın önerisiyle, Brecht’le Kurt Weill’i buluşturan oyunda oynamak benim için bir ‘zevk’. Brecht zaten sevdiğim bir yazar ama Kurt Weill şarkılarını söylemek üniversiteden beri hayalimdi.
TAKINTILI VE MÜKEMMELLİYETÇİYİM
Tiyatro bedensel efor isteyen bir sanat dalı. Formunuzu nasıl koruyorsunuz?
- Spor yapmayı çok sevmesem de mecburum çünkü oyunculuk müthiş bir beden disiplini gerektiriyor. Ben de sıkılmamak için yaptığım sporları değiştiriyorum. Yüzüyorum, boks yapıyorum, bisiklete biniyorum. Sporu kendim için eğlenceli hale getiriyorum.
Başak burcusunuz. Titiz ve düzenli misiniz?
- Düzen ve temizlik hastası sayılacak kadar titiz değilim ama takıntılıyım. Özellikle iş konusunda takıntılarım var. Çalışırken, proje üretirken yaşadığım bir durum. Sizin fark bile etmeyeceğiniz bir şeye takıp, bunu büyütüp trajik hale getirebilirim. Bu çok kötü bir huy. Törpülemeye çalışıyorum. Oyunculukta yüzeysel olamazsınız ve bu derinlik de insanda bir takım kaygı ve takıntılara sebep oluyor. Mesela sahnede dilimin sürçmemesi için elimden gelen her şeyi yapar, gerekirse takıldığım yeri defalarca tekrar ederim. Hata kabul etmem. Çok mükemmelliyetçiyim.