Güncelleme Tarihi:
Kuruçeşme Arena’daki konserinize gelecek dinleyicilerinizi neler bekliyor?
- Şarkıları senfoni orkestrasının yaylılarıyla çalacağız. 26 tane yaylı enstrümanla sahnede olacağız. Bizim davullu, baslı standart grubumuz da olacak tabii. Son albümüm “Sen”deki şarkılar, konserin yarısını oluşturacak. Diğer yarısı ise eski Ortaçgil şarkılarından oluşacak. Yıllarca birlikte çaldığımız ama son birkaç senedir bir araya gelemediğimiz Erkan Oğur ile benim şarkılarımı en güzel söyleyen isimlerden biri olan Birsen Tezer de sahnede konuğum olacak.
Daha önce hiç bu kadar geniş bir kadroyla sahne almış mıydınız?
- Bir önceki Açıkhava konserimde 12 keman eşliğinde sahneye çıktım ama bu kadar büyük bir kadroyla ilk kez konser vereceğim.
Bu konsept kimin fikriydi?
- Menajerimle oturup konuştuk, birlikte karar verdik. 26 kişiyle çalmak bir lüks. “Sen” albümüm 14 kemanla kaydedildi. Bu konserde ise hemen hemen iki katı enstrüman kullanacağız.
Peki bu konseri tekrarlamayı düşünüyor musunuz?
- 26 kişiyi diğer konserlere taşımak, benim boyutumdaki bir sahneci için zor. Çünkü işin ekonomisi yok. Ama çok seyircinin geldiği büyük konserlerde yapabiliriz.
ÇALMAKTAN SIKILDIĞIM ŞARKILARIM VAR
Unutulmayan şarkılara imza atıyorsunuz. Yıllar önce söylediğiniz “Benimle Oynar mısın?”, “Sensiz Olmaz”, “Bu Su Hiç Durmaz” gibi pek çok şarkınız hâlâ dillerde. Bunun sırrı ne sizce?
- Bunun cevabını vermek bana düşmez aslında. Çünkü ben “Neden bu iş böyle?” diye düşünmüyorum. Ama birkaç ipucu var sanırım... Birincisi, kendi yazdığı sözle müziği paralel olarak bu kadar uzun zamandır üreten az kişi var. Zamana, modaya, politik konulara, hükümetlere çok az bağımlı olarak şarkı yapan kişi sayısı zaten az. Belirli bir müzikal ve sözel seviyede şarkı yapan kişi de fazla yok. Bu kriterlere göre eleme yaptığınızda zaten üç-beş kişi kalıyor geriye. Bunlardan biri de benim. İlk şarkılarımı yapalı neredeyse 40 yıl oldu. Üzerlerinden çok sular aktı geçti ama o şarkılar hâlâ tazeliğini koruyor.
Eski şarkılarınızı dinlediğinizde ne hissediyorsunuz? Aralarında beğenmedikleriniz ya da “O zamana göre ne kadar güzel şarkı yapmışım” dedikleriniz var mı?
- Oturup da “Ben bu şarkıyı nasıl yaptım!” deyip dövündüğüm, kötü bulduğum bir şarkım yok ama çalmaktan sıkıldığım şarkılarım var. Mesela bir Ortaçgil konserinde “Sensiz Olmaz” çalınmadan olmaz. Bazı şarkılar her konserde çalınınca heyecanını yitiriyor. Şarkıya yabancılaşmaya başlıyorsun. Sıkıldığım zaman da söylemiyorum. Dokuz ay sonra yeniden söylediğimde “Aa ne güzelmiş” diyorum.
Ünlü şarkıcıların sizin eserlerinizi seslendirdiği bir albüm yapılmış, çok da ilgi görmüştü. Siz, başka sanatçılarla ortak bir çalışma yapmayı düşünür müsünüz?
- O projede güzel olan şey, bütün sanatçıların benim şarkılarımı kendi süzgeçlerinden geçirip söylemeleriydi. Bu tarz projelerin doğru mantığı da o. Kimse sesini ve yorumunu bana benzeterek söylemedi şarkıyı, o yüzden orijinal bir çalışma oldu. Saygı albümü gibi bir proje olursa, ben de tanıdık bildik bir şarkıyı kendi üslubumca söylemeyi isterim.
ŞARKILARIMIN FONDA ÇALINMASINA GICIK OLURUM
Son albümünüz “Sen”i nasıl tanımlarsınız? Bu albümde hangi duygu daha baskın?
- “Sen” albümümdeki ana öğelerden biri deniz ve denize yakın olmak. Ben son yıllarda yaşamımı deniz kenarında yaşayarak geçirdim. İnsan dünyayı tarif ederken etrafındaki öğeleri kullanır. Bir maden işçisiysen deniz şarkısı yazmazsın mesela ya da hep denizi görüyorsan kar şarkısı yazmazsın... Beni en çok uğraştıran şey ise son zamanlarda yazdığım sözlerin, eskileri gibi olmaması için gösterdiğim çabanın en az iki-üç katını harcamak zorunda kalmam.
Çok severek dinlediğiniz, takip ettiğiniz müzisyenler var mı?
- Takip ettiğim, aynı zamanda arkadaşım olan bir-iki kişi var. Ama arkadaşız diye yaptıkları her şeyi beğeneceğim diye bir şey yok... Birinin ‘fan’ı olmak çok başka bir şey. Fan olmak genç işi. Ben kimsenin fanı değilim. Sadece beğendiğim isimler var. Bir de ben müziği sadece dinlemek için dinlerim. Bir şey yaparken müzik dinlemem. Denize bakarken, araba kullanırken dinlemem mesela. Müziği fon olsun diye dinlemiyorum. Teknik olarak dinliyorum, ruh olarak dinliyorum, gitarının akordu doğru mu diye dinliyorum, “Vay anasını ne kadar güzel aranjman” diyerek dinliyorum. Yani o kadar fazla şeye dikkat ediyorum ki, o sırada zaten başka bir şey yapmaya vaktim olmuyor. O nedenle yaptığım şarkıların kitap okurken fonda çalınmasına gıcık olurum.
BÜYÜK KONSERLER BENİ ÜRKÜTÜYOR
Sizin için büyük açık hava konserleri mi yoksa bar gibi küçük mekânlarda sahneye çıkmak mı daha keyifli?
- Ben büyük mekânlardan, 10 binlerce kişinin önünde konser vermekten ürküyorum açıkçası. Hem heyecanlanıyorum hem de seslerin teknolojik olarak çok büyük olması beni korkutuyor. O kadar büyük sese teknik olarak müdahale etmek de zor oluyor. Bir de küçük mekânlarda seni dinleyen birinin gözlerine bakarak, o şarkıyı sevip sevmediğini anlıyorsun. Ama büyük konserlerde bu mümkün olmuyor. Her iyi müzisyen iyi bir sahne adamı değildir. Ben kendimi son derece kötü bir sahne adamı olarak görüyorum. Çünkü iyi bir sahne adamı demek, insanları yönetebilen ve kışkırtabilen biridir. Ben öyle bir adam değilim, onu beceremiyorum. Ama dediğim gibi müzisyenlik başka şey, sahne adamı olmak başka şey.
Bunca yıl sonra sahne üzerinde heyecanınızın hâlâ bitmemiş olması güzel değil mi?
- Rolling Stones’a da sorsan, onlar da sana hâlâ heyecanlandıklarını söylerler. O heyecan güzel bir şey ama büyük bir kitlenin önünde oluşan bir korku var. Ben sadece şarkımı çalıyorum. Şarkı çalarken de insanları komuta edemem.
TEOMAN’A LAF SÖYLEYEMEM AMA BEN MÜZİĞİ BIRAKMAM
Teoman’la birçok kez aynı sahneyi paylaştınız. Onun müziği bırakma kararı hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Teoman için laf söylemeyeyim. Çünkü henüz bu konuyu onunla konuşmadım. Ne olduğunu da bilmiyorum. Bence bir şarkıcının müzik yapma ihtiyacı bitebilir ama ünlü olmak, konser vermek, canlı performans sergilemek başka bir şey. Ben ilk albümümü 1974, ikincisini ise 1990 yılında çıkardım. O dönem “Neden müziğe 16 yıl ara verdiniz?” diye sorarlardı. Ama ben müziğe ara vermemiştim, hâlâ şarkı yapıyordum. Bu, bizim gibi insanlar için bir ihtiyaç. Eğer bu ihtiyacı başka şekillerde dengeleyebiliyorsan, o zaman başka bir şey yaparsın. Roman yazarsın mesela. O açıdan Teoman’ın özel durumunu bilmiyorum. “Tövbe vallahi elime bir daha gitar mitar almam, ben Hawaii’ye gidiyorum” diyorsa, ona diyecek lafımız yok. Benim açımdan şarkı yazmak bir dünya görüşü. Ondan vazgeçmem. Haliyle müziği de bırakamam. Ancak musluk kapanır da bir şey akmazsa ya da akan su eskisi kadar temiz değilse, o zaman bırakmayı düşünürüm.