Güncelleme Tarihi:
Tam da meselenin önemine istinaden son derece uygun bir çalışma olmuş. Önce tebrikler, sonra da şunu sormak istiyorum, bu seçkide yer alan filmlere ilişkin eleştirilerin çoğunu vizyon zamanı yazmıştınız. Sanırım bazıları için ya yeniden ya da sıfırdan metinler kaleme aldınız. Nasıl bir ruh durumu içinde yazdınız?
- Sinemamız üzerine 1970’te yazmaya başladığıma göre tüm önceki filmleri izledim ve seçtiklerimi yazdım. 20 küsur yazı ama bunun için iki misli film izledim. Ayrıca 70 sonrası tüm yazıları elden geçirip güncelledim, günümüzden bakış getirdim. Örneğin ‘Arkadaş’ filmine kimi ekler dışında koyduğum Melike Demirağ bölümünü çok seviyorum, umarım Melike de sever!.. Ayrıca daha yeni filmlerden yetersiz bulduğum eleştirileri, o filmleri izleyip yeniden yazdım. ‘Kızgın Toprak’tan ‘Masumiyet’e, ‘Arabesk’ten ‘Fetih 1453’e... Ve en son yazı ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ bu kitap için kaleme alındı.
Ruh halime gelince, kitabı zamanında teslim etmek için çok yoğun çaba ama aynı ölçüde keyif ve de mutluluk. Gerçekten de çocukluk-ilkgençlik yıllarımda izlediğim ‘Sürgün’, ‘Kanun Namına’, ‘Beklenen Şarkı’, ‘Üç Arkadaş’ vb. filmleri yeniden keşfetmek, Lütfi Hoca’dan Atıf ağabeye tüm ustaların biraz unutulmuş filmlerini yeniden değerlendirmek, Metin Erksan, Memduh Ün ve Halit Refiğ’i hatırlarken örneğin Ertem Göreç’in ‘Karanlıkta Uyananlar’la nasıl emekçi sineması başyapıtı, Erdoğan Tokatlı’nınsa ‘Son Kuşlar’la nasıl Fransızlar’ın ‘Yeni-Dalga’sına en yaklaşan filmimizi yaptığını fark etmek heyecan vericiydi.
Sinemamızın başlangıç tarihi 1914 kabul ediliyor. Seçkide yer alan ilk film kronolojik açıdan ‘Bataklı Damın Kızı Aysel’ ve yapım yılı 1934. Yani arada 20 yıllık bir boşluk var. Bu sürede kayda değer bir filmimiz olmadı mı?
- Tüm sinemaların ilk dönemleri biraz kayıp, biraz ilkeldir. Sinema sanatının oluşum yıllarıdır. 1995’teki ‘100 Yılın 100 Filmi’ adlı ‘Dünya sineması’na adanmış kitabımda da öyleydi. 10’lu, 20’li yıllar haydi haydi öyledir. 30’ların toplam 18 filminiyse zaten dönemin tek yönetmeni olan Muhsin Ertuğrul’un ‘Bataklı Damın Kızı Aysel’ yeterince temsil eder. 40’lardan en azından Faruk Kenç, Şadan Kâmil, Baha Gelenbevi, Şakir Sırmalı filmlerini düşündüm. Ama bulup izlemek mümkün olmadı. 50’ler ve sonrası bulunabiliyor. Ayrıca gerçek sinemamız da o yıllarda başlıyor. Artık bulmak değil seçmek zor oluyor.
Eleştirmenliğe başladığınız yıllarda sinema yazarlığının asıl ilgi alanı yabancı filmler gibiydi. Uzun yıllar da böyle oldu. Ama şimdi dengeler değişti. Bu dönemin en önemli yazınsal tanıklarından biri olarak dönüşümü nasıl yorumluyorsunuz?
- Çünkü müthiş gelişim yaşandı. Kitabın sunuşunda uzunca anlattığım 10’ar yıllık dönüşümler, 90’ların ortalarından başlayarak sinemamızda patlama sağladı. Türk halkının o yıllarda, tüm dünyada da imparatorlukların ve komünizmin çöküşüyle yaşanan milliyetçilik patlaması paralelinde kendi kimlik arayışını hızlandırması, tarihimize ve kültürümüze ilgiyi getirdi. Benzer patlama dizilerden ‘Türk popu’na, edebiyattan resme her alanda yaşandı, yaşanıyor. Ve her hafta birkaç yerli film çıkarken dünya da usta sinemacılarımızı tanıyor, izliyor, ödüllendiriyor.
Hepsinin ayrı tadı var
Uluslararası sinema çevrelerinde kabul gören ve yarına kalması muhtemel yapıtlarımız, ne yazık ki burada pek itibar görmüyor. Bunu sanat sineması-popüler sinema ayrışmasının ötesinde nasıl yorumlamak lazım?
- Ama bu ayrım dünyada da var!..Orada da ‘sanatsal’ filmler, büyük kitleye kolay kolay inmiyor. Bunu dert edinmeyelim. Sinema karmaşık yapısı nedeniyle (hem sanat hem sanayi hem ticaret hem kitle ileşitim aracı) çok yönlü olmak, çok farklı filmler üretmek zorunda. Bırakın çok izlenen Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Ata Demirer, Şahan Gökbakar filmleri de olsun, az izlenen Nuri Bilge, Reha Erdem, Semih Kaplanoğlu filmleri de... Hepsinin bir yeri, bir işlevi var.
Yerli sinemaya ilişkin yazmak eleştirmen için özellikle olumsuz yazı kaleme alındığında her daim düşman kazanmaktır da. Sizin de uzun yazı uğraşınız boyunca yıldızınızın barışmadığı, barışmayacağı ya da arada bir barışın bozulduğu isimler olmuştur. Bu ‘Ezeli rekabet’ konusunda neler söylersiniz, ilginç hatıralarınız var mı?
- Genelde belli bir nesnelliği ve yansızlığı kabul ettirdiğimden, çok düşmanım yok. Ama olanlar var. Ve de gayet haşinler!...Örneğin Şerif Gören’in benim bir TV söyleşisinde “Yol aslında Yılmaz Güney’in filmidir” dememden sonra, kafayı çekmiş halde telefonu açıp “Göreceksin, seni öldüreceğim!” diye tehdit etmesini unutabilir miyim? Ya da Ezel Akay’ın bir Antalya şenliğindeki inanılmaz kalabalık jüriler oluşturmasını eleştirdiğimden beri bana düşman kesilmesini? Ya da Mustafa Altıoklar’ın yapımcısı olduğu komediyi eleştirmemden sonra beni görünce kafasını çevirmesini?
Ama bakınız ne oluyor? Bu kitapta Şerif Gören var; hem de üç filmiyle...Ezel Akay ‘Neredesin Firuze’, Altıoklar ise ‘Ağır Roman’la var. Çünkü bu konularda nesnelliğe inanırım. Duygularımızı bir yana koyup öyle davranmalıyız.
Aynı şey, oyuncular için de geçerli. Örneğin Ediz Hun, ne zaman eski Yeşilçam’ı eleştirsem, aleyhimde bir kampanya başlatır. Ama onun da o enfes ‘Son Kuşlar’ını aldım. Ayrıca gerek Mehmet Ali Erbil, gerekse Şahan Gökbakar da benden nefret eder. Erbil bir filmini eleştirdiğimde “O artık bunadı” diye tweet atmıştı. Sahi, nerede bu Erbil, ne oldu? İvedik ise ben Sabah’ı bıraktığımda “iyi oldu, artık çok yaşlandı” demişti. Ama o Recep İvedik’tir, ne yapsa yakışır!..
Popüleri itmedim...
100 filmi seçerken sanatsal ve popüler ayrımı yaptınız mı?
- Aslında kriterlerim elbette sanatsal. Ama popüler olanı da itmeyen ve itilmemesi gerektiğine inanan bir eleştirmenim. Öyle bakmayanlara da saygım var ama ben böyle bakıyorum. Böylece Zeki Müren’li ‘Beklenen Şarkı’dan ‘Hababam Sınıfı’ filmlerine, Zeki Ökten’in Kemal Sunal’lı ‘Kıral ikilemesi’nden ‘Arabesk’e, Yılmaz Erdoğan’ın ‘Vizontele’ ikilemesinden ‘Nefes: Vatan Sağolsun’a, ‘Entelköy’den ‘Fetih 1453’e bir avuç filmi de aldım. Popülerliklerinin kökenine inmeyi deneyerek... Bunlardan da alacağımız dersler var. Örneğin Kemal Sunal’ı irdelemeden Yeşilçam’ı tam olarak kavrayamazsınız.
Dorsay’a göre sinemamızın ‘En iyi 10 film’i
1. Kanun Namına
2. Üç Arkadaş
3. Susuz Yaz
4. Umut
5. Sürü
6. Yol
7. Adı Vasfiye
8. Anayurt Oteli
9. Üç Maymun
10. Yusuf Üçlemesi: Yumurta/ Süt/ Bal
‘100’lük liste’ye giremeyen
‘En iyi 10 film’
1. Öldüren Şehir- Lütfi Akad
2. Beyaz Mendil- Lütfi Akad
3. Bir Şoförün Gizli Defteri- Atıf Yılmaz
4. Karacaoğlan’ın Kara Sevdası- Atıf Yılmaz
5. İkimize Bir Dünya- Nevzat Pesen
6. Ağıt- Yılmaz Güney
7. İpekçe- Bilge Olgaç
8. Sekiz Gün Üçlemesi: Zeynep’in 8 Günü/ Dilber’in 8 Günü/ Ali’nin 8 Günü- Cemal Şan
9. Ölüm ve Vicdan Üçlemesi: Rıza/ Pus/ Saç- Tayfun Pirselimoğlu
10. Gönül Yarası- Yavuz Turgul
Sizce sinema tarihimizin gelmiş geçmiş en önemli yönetmeni kimdir? Bir de ‘En iyi’ kadın ve erkek oyuncu isimleri istesem...
Her şeyi başlatan Ömer Lütfi Akad. Türkân Şoray ve de Şener Şen...
Taşra kültürü ve rant mantığı
Gişe filmlerine ve bu filmlerin yükselişe geçtiği AKP dönemine göz atarsak ‘Recep Tayyip Erdoğan iktidarı’nın en çok gişe yapan serisi ‘Recep İvedik’. Bu konuda bir kıyaslama ya da döneme ilişkin söyleyecekleriniz nelerdir?
- Valla bir anımı anlatarak bunu yanıtlayayım. Başbakan yıllar önce Dolmabahçe Sarayı’ndaki bir davetinde sinemacıları ağırladı. Upuzun bir masanın etrafında, kader beni Şahan Gökbakar’la yan yana getirdi. Konuştuk ettik. Sonra Başbakan bir tura çıktı ve bize de uğradı. Ben elimi uzattım, sıktı ve hemen Recep İvedik’e, pardon, Şahan Gökbakar’a döndü. Göbeğine filan vurarak gayet samimi konuştular. Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: “Birbirlerine ne kadar yakıştılar!”
Bir önceki soruya paralel AKP döneminde yitip giden kültürel yapılarımız AKM, Emek Sineması, aileye dönük oyunların dışında devlet desteğinden yoksun tiyatromuz, mesela TRT’nin Eurovision’a katılmaması, ‘Nemfomanyak’ örneğinde olduğu gibi sansür meselesi türü yan unsurlar var. Genel bir çerçevede konuya ilişkin neler söylersiniz?
- Her iktidar kendi kültür politikasını oluşturur ve bunu yaparken kendi kültürünü korur, farklı olanlara cephe alır. Tüm olup bitenler bu iktidarın taşralı kültürünü ve de rant mantığını yansıtıyor. Yoksa ne o şahane Emek, onca aydın ve gençlik protestosuna karşın AVM olsun diye yıktırılırdı. Ne AKM’den Devlet Tiyatrosu’na, özgürlüğü kısıtlanan sanattan ‘Aileye dönük destek’e, o çağdışı garabetler yaşanırdı.