Güncelleme Tarihi:
Güllüoğlu, yaptığı yazılı açıklamada, son zamanlarda medyatik kişilerde ve bu kişilerin yakın çevrelerinde meme kanseri görülmesinin toplumda meme kanserinin daha sık görüldüğü konusunda kaygı yarattığını belirtti.
Son 10 yılda kanser sıklığının yavaş yavaş arttığını, buna bağlı olarak meme kanseri görülme oranının da yükseldiğini ifade eden Güllüoğlu, “Ülkemizde kadınlarda görülen kanserlerin dörtte biri meme kanseridir. Ancak toplamda kanser sayısı batıdaki gelişmiş ülkelerdeki kadar fazla değildir ve batı için söz konusu olan '8 kadında bir' söyleminin ülkemiz için geçerliliği yoktur. Batıda meme kanseri, tüm yaş gruplarında her 100 bin kadının 200-250'sinde görülüyor. Bu rakam ülkemizde Sağlık Bakanlığı kayıt sistemindeki verilere göre 40-45'dir” görüşlerini bildirdi.
Güllüoğlu, Türkiye'de genç hastalarda daha sık meme kanseri görüldüğü söyleminin de doğru verilere dayanmadığını ifade ederek, “Ülkemizde meme kanseri olan kadınların yaklaşık yarısı 50 yaş altındadır. Ancak 50 yaş altındaki kadınlarda meme kanseri görülme sıklığı 100 bin kadında en fazla 100'dür. Bu rakam karşılaştırma yapılan batıda 300'ün üstündedir. Bu rakamlardan da açıkça anlaşılabileceği üzere meme kanserinin Türkiye'de gençlerin hastalığı olduğunu söylemek güçtür” ifadelerini kullandı.
"AİLESİNDE MEME KANSERİ OLAN HER KADININ MEME KANSERİ RİSKİ ARTMIYOR"
Güllüoğlu, meme kanseri riski yüksek olan kadınlarda hastalığın görülme olasılığının diğer kadınlara göre daha yüksek olduğunu, ancak Türkiye'de kadınların bu riskler konusunda yanlış bilgiye sahip olmalarından dolayı gereğinden fazla kaygıya kapıldığını bildirdi.
Kadınlardaki gereksiz kaygının meme kanseri için risk analizi ve danışmanlığı yapılarak azaltılabileceğine dikkati çeken Güllüoğlu, bunun Türkiye için yabancı bir kavram olduğunu ancak özellikle gelişmiş ülkelerde bu hizmeti veren ünitelerin her hastanede yer aldığını ifade etti.
Güllüoğlu, “Bu ünitelerin esas amacı kadınların meme kanseri risklerini rasyonel olarak analiz etmeleri, gerekirse testlerin yapılması ve riski yüksek olan kadınlara uygun klinik yaklaşımın sunulması, riski normal olan kadınların da kaygılarını giderici telkinin verilmesidir. Risk analizinin asli amaçlarından birisi kadınların kaygılarını azaltmaktır” dedi.
Meme kanserindeki risk faktörlerini de Güllüoğlu, “Daha önce kendisinde ya da birinci derece bir akrabasında meme kanseri için yatkınlık oluşturan gen değişikliği (mutasyon) saptanmış olması, daha önce kendisine yapılan bir meme biyopsisinde lobuler karsinoma in situ denilen bir lezyonun bulunması, daha önce (en az 7-8 yıl öncesinde) göğüs duvarı bölgesine başka hastalıklar nedeniyle radyasyon tedavisi (radyoterapi) uygulanmış olması, en az bir adet birinci derecede akrabasına (50 yaş altı) meme kanseri ve/veya over (yumurtalık) kanseri tanısı konmuş olması, daha önce kendisine yapılan bir meme biyopsisinde atipik duktal ve/veya lobuler hiperplazi saptanmış olması, bunların dışında, hiç doğum yapmamış olmak ya da ilk doğumunu 35 yaşından sonra yapmış olmak, 11 yaşından önce adet görmeye başlamış olmak, 55 yaşından sonra menopoza girmek, hiç emzirmemek ya da az emzirmek, düşük fizik aktivitede bulunmak, obez olmak, alkol tüketmek” olarak sıraladı.
Bu faktörlerden tek bir tanesinin bir kişide olmasının klinik olarak çok önemli bir risk artışı getirmediğini vurgulayan Güllüoğlu, ailede meme kanseri olan kadının akrabalık derecesinin, kanserin görüldüğü yaşın ve ailede ek başka kanserin görülüp görülmemesinin riski belirleyen faktörler olduğunu kaydetti.