Güncelleme Tarihi:
Elazığ Harputlu.. 500 yıllık Efendigil ailesinden. Dedelerin hepsi müftü. Babası Yusuf Kamil Paşa Medresesi’nden yetişmiş. Anne parasız yatılı okumuş, Gazi Terbiye Enstitüsü’nden mezun... Fizik ve Biyoloji Öğretmeni... “Cumhuriyet dönemi’’ diye anlatıyor, “Herkes, özellikle kadınlar çok okuyordu.’’ Baba ile anne arasındaki yaş farkı 20 küsur... İlk hanımdan dört, Karatay’ın annesinden 4 çocuk daha... Karatay büyük abiyi kaybetmiş. 2 kız kardeşinden biri avukat, diğeri ekonomist... Kime benziyorsunuz siz diyorum gülümsüyor mavi mavi... “Babam da renkli gözlüydü, ona benzerim...’’
YATAKLI VAGONDA BENİ İSTANBUL'A GETİRDİLER
Ailesine, özellikle de babasına çok düşkün bu küçük kız çocuğu 11 yaşında İstanbul’a okumaya gelmiş. Yatılı olarak Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ne yerleştiği günü unutamıyor. “Cümbür cemaat getirdiler beni. Yataklı vagonda 2 gece 3 gün seyahat ettik, çok eğlendik, sonra bıraktılar beni, arkalarından el salladım.’’Elazığ’da İngilizce ve piyano dersleri alan bu küçük kız çocuğu dört yıl okuduğu bu okulda halen görüştüğü nice arkadaşlıklar ediniyor, sadece okulda başarılı olmakla kalmıyor, okulun basketbol ve voleybol takımında da yer alıyor.
Pazartesi Sohbeti’nin bu haftaki konuğu Prof. Dr. Canan Karatay... Karatay’ın ezber bozan tavsiyelerine geçmeden önce hayatını bir okuyun istedim, çünkü bu kadar kişiyle söyleşi yaptım, biliyorum ki, bu ülkede kimse kolay kolay bir yere gelmiyor. Karatay da o bedeli ağır ödeyenlerden biri, ama hiç gocunmadan, çekinmeden, hep gülümseyerek...
-Siz nasıl doktor olmaya karar verdiniz?
Aslında önceleri mimar olacağım diye tutturmuştum. Yatılı okulda biz hafta sonu da çıkamadığımız için daimi yatılılar, bizi yetimhanelere götürürlerdi. Çocuklarla oynardık, öyle büyüdüm. Başkasına yardım, el atma, çok küçük yaşta başladı bende. Kardeşlerimiz vardı orada. Zeynep Kamil’e giderdik ve hasta çocuklara hikâyeler okurduk. Gönlümde doktorluğa karşı kıpırdamalar başlamıştı. Sonra babam hastalandı, hastaneye yattı, çıktı derken ben tıp okumaya karar verdim.
-Çok mu çalışkandınız okulda?
Hayır.
-Çok şaşırtıcı, tersine cevap beklerdim.
Yok, başarılıydım ama çok ihtirasım yoktu. Sosyal yönlerim daha fazlaydı.
-Tıp yılları?
Müthiş geçti, büyük keyif aldım. Yazları köylere gidip çalışırdık. Genel dahiliye stajı bittikten sonra insan hasta görmek istiyor. Ne kadar çok hasta görürseniz bilginiz o kadar artıyor. Binlerce hasta bakmışımdır, kurtarmışımdır.
-Ya kaybettikleriniz?
Bu soruyu soracaksınız diye çok korkuyordum... (Gözleri doluyor) İnşallah ağlamam.
-Var mı unutamadığınız?
Hiçbirini unutmadım. Bir çocuk vardı... Konya’dan gelmişti... Çok ağır kalp romatizması vardı, kalp artık isyan etmişti. O çocuğu kaybettik, 12 yaşındaydı... Nöbetçiydim. Hiç unutmuyorum, babası bana hücum etti ve “Siz öldürdünüz çocuğumu’’ diye bağırdı. Zaten perişanım.. Oturdum, başladım ağlamaya. Ama nasıl ağlıyorum, durdurmak mümkün değil. Sonra arkadaşlarım sakinleşeyim diye bana iğne yapmak zorunda kalıyorlar. Belki de bu yüzden insanlar hastalanmasın diye uğraşıyorum.
"CANAN KARATAY LAF EDİYOR DEYİN"
(O sırada masaya salatalar geliyor ve Canan Karatay başlıyor söylemeye... “Mısır istemiyoruz efendim. Nereden çıkmış bu mısır merakı? Türk mutfağında mısır mı var? Gaziantep mutfağında mısır mı var? İçeri seslenin, laf etti deyin, GDO’lu mısırları bize yedirmeyin...’’)
-Niye kalp?
Bizim zamanımızda mecburduk iç hastalıkları yapmaya. 5 yıl yaptım, arkasından tez yazdım, sonra jüri ile imtihan. Benim çalıştığım merkez tedavi kliniğiydi ve ben nur içinde yatsın Prof. Reşat Garan’ın yanında çalışıyordum, o Türk Kardiyoloji Derneği Başkanı’ydı. 1972’de ben iç hastalıkları uzmanı oldum. Aynı yıl ilk defa bizim hastanede koroner yoğun bakım kuruldu. Hocam Avrupa Kardiyoloji Derneği’nden “Gençleri bize yönlendirin’’ çağrısı alıyor ve ben İngiliz Hükümeti’nin bursuyla o merkezde 2 yıl çalıştım. Bir kardiyoloğun tek başına kalbe pil takmasını orada öğrendim, Türkiye’de ilk uygulayanlardanım. Sonra boyundan hastaya yoğun bakımda ilaç verilmesi... İlk defa orada öğrendim, uyguladım. Türkiye’de ilk mücadelem böyle başladı aslında. “Boyundan mı girilirmiş, hastaları mı boğazlıyoruz?’’ dediler. Şimdi bütün yoğun bakımlarda kullanılan teknik bu.
-Hayatınız hep mücadeleyle mi geçti?
Herhalde dünyaya bu yüzden gönderilmişim ben. (Gülüyor) Hep mücadele, bir şeyi yerleştirme, geliştirme... İngiltere’den sonra Türkiye’de “koroner yoğun bakım’’ın kuruluşu ve sonra koroner anjiyo öğrenmek istedim ve Güney Afrika, Capetown Üniversitesi’nde 2 yıl ileri kardiyoloji öğrendim. Orada da bacaktan koroner anjiyoyu öğrendim, burada etmediğim kavga kalmadı yerleştirmek için. Abilerimiz ablalarımız “Bacaktan anjiyo mu olurmuş?’’ diyorlardı. Bugün uçan sineğe bacaktan yapılıyor.
"NE DEDİYSEM 3 VAKTE KADAR ÇIKIYOR"
-Sürekli kavga ettiniz yani...
Evet. Ona programlanmışım. Rahat batıyor. Gençken daha serttim. İnandığımın arkasından giderdim. Bu daha yumuşamış halim, 70 yaşındayım artık. Ne dediysem 3 vakte kadar çıkıyor.
-Peki bütün bu kariyerin yanında, ne zaman evlendiniz?
1979 yılında, 36 yaşımda evlendim. Türkiye standartlarına göre son derece geç bir yaş, hele o zamanda. Bana göre hiç geç değildi. Sürekli “Hadi kızım’’ diyorlardı. Annemin bir sürü arkadaşı damat adayı getiriyor “Aman Canan evlensin’’ diye, ben “Hayır önce mesleğim’’ diyorum.
"36 YILLIK EVLİLİĞİN SIRRI, SEVGİ VE SAYGI. SİZ BECEREMİYORSUNUZ"
-Eşinizle nasıl tanıştınız?
Yine anneler kanalıyla. Görücü usulu yani. Eşimin annesiyle annem yolda karşılaşıyorlar, yıllardır görüşmemişler ve sohbette bizleri tanıştırmaya karar veriyorlar. Tanışıyoruz, kafamız uyuyor. O zamana kadar ben çok karşıydım görücü usulüne, ama bakın öyle evlendim. (Gülüyor) 36 yıldır evliyiz. 40 yaşında bir oğlan doğurdum.
-36 yıllık evliliğin sırrı ne?
Sevgi ve saygı, o kadar. Siz yeni nesil beceremiyorsunuz. (Gülüyor) (Sofraya taze peynir geliyor. “Taze peynir her daim masanızda bulunsun. Bu içliköfteyi de yiyebiliriz çünkü haşlama. Kızartmasından uzak durun... Bir de niye sos koydunuz buna? Ne gerek var? Sade ve basit en iyisidir, anlatamıyorum bu ülkede... İçliköfte çok sağlıklıdır. İçinde bulgur, kıyma, soğan ceviz ve ceviz yağı vardır. Çiğköfte de iyidir.’’ Canan Karatay anlatıyor, Develi Restoran’a gelen her müşteri bizim masaya uğrayıp “Hocam burada ne yemek lazım?’’ demeden geçmiyor.)
-Amerika’da eşinizle birlikte 12 yıl kaldınız. Orada çalışmalar yaptınız. Niye döndünüz?
Niye geldik? Bir kere insan özlüyor. İkincisi de kalın vatandaşlık verelim falan dediler ama hiç istemedik. Annem ziyarete geldi ve dedi ki “Ben seni Amerikalılara hizmet edesin diye büyütmedim dön memleketine hizmet et!’’ dedi. Odur! Döndük.
-Biz sizi ne zaman duyduk? Ne oldu da memleketin bir Canan Karatay gerçeği oldu birdenbire?
Haklısınız kendi hayatımı devam ettiriyordum ve sonra “Canan Karatay Diyeti’’ kitabını yazdım ve hayatım değişti. (Gülüyor) O zaman ilk sağlık üniversitesi rektörüyüm. “Kolesterol ilaçlarını boşverin, kolesterol gereklidir’’ dedim, kıyamet koptu. Herkes saldırdı. Bu arada kaç yayınevi “Bu kitap satmaz’’ diye beni reddetti biliyor musunuz? Hay Kitap’tan Nihal Hanım okudu ve bastılar. Satmaz dedikleri kitabın satışı 1 milyona yaklaştı.
‘SEVİLMEK ÇOK GÜZEL’
- Popüler olmak nasıl bir his?
Hayatım hiç değişmedi. Yaşım ilerledi. İşim yoğunlaştı. Rahat edeceğime. Günde en az 10 hasta bakıyorum. Çok sevildiğimi hissediyorum ve çok mutlu oluyorum, gülümsüyorum ilgiyi gördükçe..
- Çok ağır eleştiriler geliyor, davalar açılıyor.
Davaların hepsi takipsizlikle sonuçlandı, bunu buradan söyleyeyim de sevenlerim rahatlasınlar. Dava falan yok ortada.
- “Ekran Gülü” diyorlar, alınıyor musunuz?
Hiç alınmıyorum. Kardiyoloji Derneği Başkanı’na, uluslararası bir kongreden sonra kolesterol hakkında söylediklerimi soruyorlar. O da “Ne diyeyim, emekli bir öğretim üyesi, kitap yazdı, televizyon televizyon dolaşıyor. Ben ona televizyon gülü derim’’ diye cevap veriyor. 70 yaşında bir insana gül diyorsa ona teşekkür ederim, ne diyeyim. Herkes fikrini söyleyecek, ama belden aşağı vurmamak lazım. Benim için “O bunak, onu dinlemeyin’’ diyorlar. Üstelik bunu doktorlar söylüyor. Bilimsel olarak benimle mücadele edeceklerine “Onu akıl hastanesine kapamak lazım’’ diyorlar. Ayıp tabii.
-Hakkınızda yapılan “caps’’ler de çok ünlü. Bayılıyorum onlara çok komik, yaratıcı, gençler şahane... Bir tanesinde ‘Ne b.k yerseniz yeyin’ diyorsunuz.
Gerçek değil tabii ama komik. O ifadeyi yakalamışlar.
-Nebahat Çehre ile yan yana sizi koymuşlar ve hangisini dinleyeceğiz diye sormuşlar...
Yaratıcı her fikre gülüyorum, buna da güldüm.