Güncelleme Tarihi:
Hazır aldığımız tüm yiyeceklerin ambalajını okumak ve ona göre tüketmek, doğru beslenmenin ilk adımı mıdır?
- Ambalaj okumak lazım, evet. Kalorileri nerelerden aldığınızı, o kalorilerin içinde neler olduğunuzu inceleyin; beslenirken mümkün olduğu kadar katkısız, glüteni, früktozu olmayan doğal şeyler tüketmeye çalışın. Her ihtiyacınızı tabii olarak karşılamanız da önemli.
O ne demek?
- Elmayı elma olarak yiyin. Bir gıdayı ne kadar çok pişirirseniz, içindeki doğal enzimleri o kadar kaybedeceğinizi de bilin. Ama pişirmemek de doğru değil, çünkü çiğ gıda gaz yapar ve rahatsız eder. Üstelik karnınızı doyurmaz. Pişirmek, gıdaları hazmedilir hale getirir. Mühim olan az pişirmektir. Dünyanın en sağlıklı etini kömür gibi pişirirseniz kanserojene çevirirsiniz. Karnabaharı, lahanayı haşlayıp suyunu dökerseniz içindeki tüm anti-kanser maddelerden mahrum kalırsınız.
Hastalarınıza un, şeker, nişasta tüketme yasağı koyuyor musunuz?
- Evet, bunlar en büyük yasaklar.
Peki içinde bunların olduğu bir yiyeceği çok seviyorlarsa?
- Çikolata gibi mi? Kişi, zararlı olduğunu bildiği bir şeyi ya tamamen kesecek ya da çok az tüketecek. Sağlıklı olmanın başka yolu yok. Çikolatanın ancak bitter olanını, küçük bir parça şeklinde tüketebilirler.
Kendinizi kaç yaşında hissediyorsunuz?
- Ölçmedim ama açıkçası 60 yaşında hissetmiyorum. Genel prensiplere her zaman dikkat ederim ama benim de çok daraltılmış bir beslenme metodum yok. Egzersizimi ihmal etmem, zaman zaman ılımlı ölçüde alkol almamın dışında sağlıksız hiçbir şeyle aram yoktur. Hep böyle değildim tabii. 90’lı yıllardan sonra böyle bir tavır geliştirdim.
Ne oldu o dönemde?
- 1988’de Süleyman Demirel’e tıbbi takip programı oluşturdum, üç yıl sonra da Numune Hastanesi’nin başhekimi oldum. Başhekim olduğum dönemde kiloluydum. 1997’de, Demirel’i sağlıklı kılma çabasıyla beraber ben de kilo verdim.
Sizin bir vakitler kilolu olduğunuza inanmak güç...
- Çocukluğumdan itibaren kiloluydum. Sanıyorum yetişkinliğimde bu nedenle kilo meselesine takıntılı oldum. Süleyman Bey, Numune Hastanesi’ni yenilerken, Amerikan hastaneleriyle görüşmeler yapıp onlardan bazı konseptler almamı istemişti. Amerika’daki yabancı kliniklere gittiğimde, ömrün uzadığını ve insanların kalan ömürlerini sağlıklı geçirmeye çabaladıklarını gördüm. O süreci erken fark etmiş olmam benim için bir avantaj oldu.
BEL-KALÇA ORANI ÖNEMLİ
Yazılarınızdan şu çıkıyor: Tartıdaki sayı, sanılanın aksine, sağlıklı olup olmadığımız konusunda hiçbir şey söylemiyor.
- Evet, kilonun problem yaratıp yaratmayacağını tartı göstermez. 1.78 boyunda, 70 kg ağırlığında ama kocaman göbeği olan biri, tartıya bakarsanız normaldir ama eğer göbeği varsa gizli obezdir. Çünkü karnındaki kilo, insülin direnci kilosudur; karaciğeri ve pankreası da yağlıdır. Yani geleceğin tansiyon, kalp damar veya karaciğer yağlanması hastasıdır. Ama bel çevresinden daha da önemli bir şey var.
Nedir?
- Bel-kalça oranı... Diyelim ki bir kadının beli 92 cm., kalça çevresiyse 120 cm. Fakat tartıda çok kilolu çıkıyor. Biz buna Akdeniz tipi kilo diyoruz. Aşırı kalça kilosu nedeniyle dizleri veya beli ağrıyabilir ama kolay kolay tansiyonu, şekeri çıkmaz. Yalnız, bel-kalça oranından da önemli bir şey var. O da yağ-kas oranı... Yağ miktarının artıp kas miktarının azalması, vücudun daha az enerji üretmesi, dolayısıyla daha az kalori tüketmesi anlamına gelir. Son dönemde yeni bir beslenme modeli yaygınlaşmaya başladı. Adı, 5:2 orucu. Bu, beş gün normal beslenilen, iki gün ise oruç tutulan bir metot. Ben bunu daha çok 6:1 şeklinde uyguluyorum. Bir diğer oruç metodu da 16/8. Yiyecekleri sekiz saatlik bir dilim içinde yiyip sonra bir şey yemiyorsunuz. Yakın zamanda bilim dünyası “Hayat boyunca aralıklı oruç tutmak sağlığa daha faydalı” sonucuna ulaşırsa şaşırmayın. Bundan 200 yıl önce insanlar günde iki öğün yiyordu. Sabah sıkı bir yemekten sonra tarlaya çalışmaya gidiyor, 16.00 suları evlerine gelip yemek yiyor, 20.00 sularında da uyuyorlardı. Geleneksel beslenme modeli budur.
“Günde üç kere ana, bir de ara öğün yapmalı” diyenlere katılmıyor musunuz?
- Katılmıyorum ama “Kimse ara öğün yemesin” diyemem. Çünkü hipoglisemikler ara öğün almadan yaşamlarını sürdüremezler.
Hiç baklava filan yer misiniz?
- Yemem. İkram edilmişse ucundan tadarım. Beni restoranda risotto yerken görürsünüz ama bir tabak risottoyu dörde böler, sadece bir parçasını yerim. Tamamen sıkıştırılmış bir hayat insanı strese sokar. Zaman zaman yapmamanız gereken şeyleri dozunda ve sık olmayacak şekilde yapabilirsiniz.
Elmayı elma olarak yiyin. Gıdaları az pişirin.
Çikolatayı bitter ve küçük bir parça tüketin.
Bel-kalça oranı, bel çevresine kıyasla daha önemli.
Haşlanmış karnabaharın suyunu dökmeyin.
FRÜKTOZ BİZİ ZEHİRLİYOR
Bizi zehirleyen bir diğer şey ise früktoz. Bu, mısır unundan elde edilen nişasta bazlı fabrikasyon bir madde. Yani plastik bir ürünle karşı karşıyayız. Baklava dahil bütün tatlılarda, gazlı içeceklerde ucuz olduğu için früktoz kullanılır. Kimi bal üreticileri de kovanların önüne früktoz şurubu koyuyor. Arılar çiçeklerin özlerini toplamak yerine o şurubu yiyerek bal yapıyor. O da doğal bir bal olmaz. Ayrıca früktozun, bilinen en güçlü mitokondri zehri olduğunu unutmayın. Mitokondri, hücrelerimizdeki enerji üreten ve enerji tüketen istasyonlardır. Ve mitokondri zehirlendiğinde şekeri yağa çevirip depolar, böylelikle kilo alırız.
BAZILARI KİLOSUNU HAK ETMİYOR
Çocuklar, bundan 20 yıl öncesine göre daha yağlı doğuyor. Annelerinin karnında hamburger yemediklerine göre, neden bebekler yağlanmaya bu kadar eğilimli olabilir?
Gerçek şu ki, meseleyi sadece burgerle, unla, şekerle veya kalorisel hesaplamalarla açıklamaya çalışmak saflık olur. Evet, bazı kişiler çok yedikleri ve/veya yanlış şeyler yedikleri için kilolu. Bazıları da normal besleniyor ama hiç hareket etmediği için yağlanıyor. Ama bazı insanlar da hak etmedikleri şekilde kilo alıyor. Bunun nedeni yiyeceklerimizin içine karışmış olan toksinler. Bisfenol, plastik sanayiinin kullandığı bir madde ve su içtiğimiz pet şişelerin hepsinde var. Üstelik obezite nedeni! Çünkü hormonal sistemde yaptığı değişikliklerle yağlanmayı tetikleyen sistemleri aktive ediyor. Bisfenol gibi cıva, arsenik ve kadmiyum ağır metal zehirlenmeleri de kilo yapıyor. Vücudumuza giren toksinlerin sayısı pek fazla. Böcek ilaçları meyve-sebzelerle, hormonlar ve antibiyotikler etlerle vücudumuza giriyor. Öyle anlaşılıyor ki, yeni neslin daha yağlı olmasından ve yaşadığımız obezite salgınından yediklerimiz ve hareketsizliğimiz kadar bu kimyasal toksinler de sorumlu.
TÜM HAFTA SEBZE SUYU İÇMEK DOĞRU DEĞİL
‘Detoks’ ve ‘toksik kilolarla mücadele etme’ kavramları şu anda iç içe geçmiş durumda. Ama madem detoks yapıyoruz, bunu toksin atmayı gerçekleştirecek tıbbi bir detoks haline çevirmemiz lazım. Bunun için bir hafta boyunca sebze suyu içmek doğru bir adım değil. Vücudumuzda asit birikmesine yol açan bir beslenme modeli yaygınlaştı. Bu durumun altında kırmızı et çılgınlığı yatıyor. Tavsiyem, 300 gram et yemektense 100 gram etin yanına haşlanmış bezelye koyup tüketmek. Böylelikle vücudumuz asit havuzuna dönmez, metabolizmamız da yavaşlamaz.
GLÜTEN İNTOLERANSI BEYAZ EKMEK YÜZÜNDEN ARTTI
İnsanoğlu tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar ciddi bir glüten hücumuyla karşı karşıya kalmadı. İnsanlar eskiden de tahıl yiyordu ama tahılı beyaz un şeklinde değil, tam buğday unu olarak tüketiyorlardı. Ekmeği de bir probiyotik olan ekşi mayayla mayalıyorlardı. Ekşi maya bakterileri, hamurun içindeki proteinin çok büyük bir kısmını yediği için glüteni minimuma inmiş bir ekmek elde ediyorduk. Şu an fırınlarda yapılan beyaz ekmeklerin glüteni çok yüksek. Bu, pek çok kişinin glüten intoleransından mustarip olmasının nedenidir.