Çağımızın en önemli hastalığı depresyon… 2020 yılından depresyon salgınından bahsediyor bu konuda ki örgütler… Günlük dilde sıkça kullanılmasına rağmen depresyon yeterince tanınmıyor. Çoğu defa hüzünle karıştırılıyor ve basit görülüyor. O nedenle "Takma kafana geçer" sözü en çok depresyon konusunda kullanılıyor. Herkesin bildiğini sandığı ama aslında tam olarak bilmediği depresyon konusunda artık derli toplu bir kitap var. 'Takıntılar' ve 'Kokuyorum' kitaplarının yazarı Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan uzun bir aradan sonra depresyon kitabıyla tekrar okuyucularının karşısına çıktı. Kitap bugüne kadar yazılan kitapları aşan, bu alanda dünyada yapılan çalışmaları tarayarak kaleme alınmış. Kitapta yeni tedavi yöntemleri konusunda da açıklayıcı bilgilere yer veriliyor. Yıllarca tedavi imkanlarını bulmak için arayışta olanlar bu kitaptan çok yararlanacaklar. Dokuz bölümden oluşan kitapta depresyon yaşayan hasta öykülerine de yer verilmiş. İşte kitapta en çok dikkat çeken Ömer'in öyküsü:
Ağır depresyon hastası Ömer
Ömer 48 yaşındaydı. Muayenehaneme sedyeyle getirilmişti.
İlk dikkat çeken özelliği, son derece zayıf olmasıydı. 1.70 boylarındaydı, ama 40 kilo bile yoktu. Kemikleri derisine yapışmıştı adeta.
Bırakın ayağa kalkmayı, kolunu bile kıpırdatamıyordu. Başını da kaldıramıyor, hatta sağdan sola, soldan sağa çeviremiyordu. Bazen göz kapaklarını açıyordu, ama kimseyle göz göze gelemiyordu. "Gözlerinin feri" sönmüştü.
Konuşamıyordu da. Ağzından çıkan tek şey, nefes alıp verirken duyulan sesti.
Karşımda adeta yatağa çakılmış, eriyip bitmiş bir hasta vardı.
Ömer, Sivas'ın bir köyünde bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak doğmuştu. Henüz 16 yaşına gelmeden evlenmiş, evlendikten iki yıl sonra karısını karnında çocuğuyla köyde bırakarak Almanya'ya gitmiş ve 25 yıl gurbette işçi olarak çalışmıştı. Beş altı yıl önce de çalışmayı bırakmış, "Vatanı özledim" diyerek İstanbul'da hemşerilerinin bolca bulunduğu bir mahalleye yerleşmişti. Altı çocuğundan bazıları Türkiye'de, bazıları Almanya'daydı.
Sağlıklı ve mutlu bir hayat sürüyordu. Gurbette yıllar yılı döktüğü alın teri neticesinde maddi durumunu düzeltmişti. Torunlarıyla şakalaşıyor, beş vakit namaza camiye gidiyor, arkadaşlarıyla kahvede oturup sohbet ediyor, yaz aylarını köyünde geçiriyordu.
Üç ay önce durgunlaşmaya başlamıştı. Keyifsizdi. İştahı azalmıştı. Zayıflıyordu. Az konuşur olmuştu. Vaktini daha çok yatarak geçiriyordu. Cemaati hiç kaçırmazken, artık bazı vakit namazlarını evde kılıyordu. Camiye veya kahveye gittiğinde ise nefes nefese kalıyordu. Ailesi "Neyin var?" diye sorduğu zaman "Midem ağrıyor" cevabını veriyordu.
Mide ağrısı için bir dâhiliye uzmanına gitti. Doktor bir şeyi olmadığını söyledi. Sindirim sisteminin rahat çalışmasını sağlayacak bazı ilaçlar yazdı. Şikâyetler geçmeyince, midesine hortum soktu, yine bir hastalık belirtisi göremedi. Bağırsaklar, karaciğer, pankreas, safra kesesi… Hepsi sağlamdı.
Ömer giderek zayıflayıp bitkin düşüyordu. Evden hiç çıkamıyordu artık. Camiye gidemediği gibi evde dahi namaz kılamıyordu. Nefesi tuvalete gitmeye bile zar zor yetiyordu. Geceleri uyuyamıyor, oflayıp pufluyor, "Soluk alamıyorum" diyerek karısına camları açtırıyordu.
Ailesi "Akciğerlerinde bir hastalık olmasın" düşüncesiyle bir göğüs hastalıkları uzmanına götürdü Ömer'i.
Filmler çekildi, borulara nefes üflendi. Akciğerler sağlamdı. Soluk yetmezliğinin kalpten kaynaklanabileceği dikkate alınarak kalbi incelendi. Elektrolar, ekolar… Kalbi de iyiydi.
Artık yataktan hiç çıkmaz olmuştu. Bazen idrarını bile altına kaçırıyordu. Bevliyeciye gidildi. Prostat, böbrek, mesane… Hepsi sağlam…
80 kiloluk adam bir ayda 60 kiloya düşmüştü. Yediği
yemek günde 8-10 kaşığı geçmiyordu. Her tarafının ağrıdığından yakınıyor, hatta ağrıdan ağlıyordu.
Romatizmacılar, fizik tedaviciler, guatr testleri, kansızlık tetkikleri… Hiçbir hastalık yok!
Ailesi "Köy havası iyi gelir" dedi, zaten yaz da yaklaşmıştı. Ömer'i alıp memleketine götürdüler. Fakat köyde iyice kötüleşti. Ağzına bir lokma yemek girmiyordu. Tuvalete gitmek için bile yataktan çıkmıyor, küçük abdestini de büyük abdestini de altına bırakıyordu. Kendisine sorulan sorulara cevap vermiyordu.
Ömer'in hayatından ümidini kesen aile, onu İstanbul'a getirip bir hastaneye yatırdı. Hastanede Ömer'e serumlar takıldı, serumların içine vitaminler koyuldu. Ömer'in tedavisini üstlenen dâhiliye uzmanı, birkaç gün sonra "Siz babanızı bir sinir doktoruna götürün" dedi.
İşte o gün Ömer'i ben gördüm. Depresyon teşhisi koyarak psikiyatri servisine yatırdım. Hemen elektroşok tedavisine başladık. İlaç bile yutmadığı için iğneler yapıyor, hayatını sürdürmesi için gerekli olan gıdayı serumların içinde damardan veriyorduk.
Ömer, birinci haftanın sonunda, hemşirelerin gözlerine gülümsemeye çalışarak bakmaya başladı. İkinci hafta biterken, sorulara "Evet, hayır, iyiyim…" gibi tek kelimelik cevaplar veriyor, yatakta zor da olsa doğruluyor, kaşıkla ağzına beslenen çorbayı içiyordu. Üçüncü haftanın sonunda cümle kuruyor, çok sert olmayan gıdaları çiğneyebiliyor, tuvaleti geldiğinde görevlinin koluna girerek yürüyordu. Dördüncü hafta ise herkesle keyifli keyifli sohbet ediyor, rahatlıkla yürüyor ve her şeyi yiyordu.
Bir ayda depresyonu tamamen düzelmiş, hayata dönmüştü. Ancak uzun süre hareket etmediği için elleri yarı kapalı vaziyette kasılı kalmış, katılaşmıştı. Ellerini tam olarak açamıyor, yumruk da yapamıyordu. Tıraş olabiliyor, yemek yiyebiliyor, ama mesela düğme ilikleyemiyordu. Fizik tedavi uzmanının verdiği egzersizlerle elleri yavaş yavaş açıldı. Sol elini hâlâ eskisi gibi kullanamasa da artık bunda da büyük bir zorluk çekmiyor.
Ömer eski hayatına geri dönmüştü. Yine torunlarıyla şakalaşıyor, günde beş vakit camiye gidiyor, arkadaşlarıyla sohbet ediyordu.
Dokuz bölümden oluşan 'Depresyon' kitabının ilk bölümünde depresyon nedir?
Ddepresyonun belirtileri, maskeli depresyon ve distimik bozukluk, depresyonun biyolojik ve psikolojik sebepleri anlatılıyor. İkinci bölümde üç vaka örneği veriliyor. Üçüncü bölümde depresyonun sonuçları, depresyon tedavisi, psikoterapi, antidepresan ilaçlar, elektroşok tedavisi, manyetik uyarım tedavisi, ışık tedavisi, pille beyin uyarımı tedavisi anlatılıyor. Dördüncü belimde manik defresif bozukluk beşinci bölümde kadınlarında yaşanan depresyondan bahsediliyor ve neden kadınların daha çok depresyona girdiğinin cevabı atanıyor. Loğusalık hüznü veya annelik hüznü olarak bilinen loğusalık depresyonu ve tedavisi ve adet öncesi gerginlik sendromu anlatılıyor.
Depresyon kitabının altıncı bölümü çocuk ve ergenlere ayrılmış. Bu bölümde çocuk ve ergen depresyonunun sebepleri çocuk ve ergen depresyonunun belirtileri ve tedavisine yer veriliyor. Yedinci bölüm yaşlılara ayrılmış. Yaşlılarda depresyonun sebepleri, ne gibi sonuçları olduğu ve yine tedavisindeki farklılıklara temas ediliyor. Sekizinci bölümde depresyondan kurtulmak için ne yapabilirsiniz soru sorulmuş ve cevabı verilmiş. Son bölümde ise bu konudaki ölçeklere yer verilerek okuyucunun kendini test etmesi ve kendi ruhsal durumu hakkında fikir edinmesi sağlanmış.
Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan çok güzel bir Türkçe ile kaleme aldığı kitabı 300 sayfadan meydana geliyor. Okuyucunun dilinde kitabın devamını ister bir tat bırakan yazar kendisinden yeni kitaplar beklenilmesini haklı kılıyor.