Güncelleme Tarihi:
Depresyondaki kişilerin obeziteye daha yatkın olduğunu belirten Psikiyatrist Dr. Hakan Karaş, obez kişilerin yarısından fazlasının hafiften şiddetliye, çeşitli derecelerde depresyona girdiğini söyledi.
Obez bireylerin, popüler kültürün ideal beden ölçüsü pompalamasının da etkisiyle, beden imgelerini daha olumsuz biçimde algıladıklarını aktaran Karaş, “Ayrıca sosyal olarak damgalanma ve ayırımcılığa da maruz kaldıkları için izole biçimde yaşamaya başlarlar. Tüm bunların etkisiyle benlik saygıları daha düşük hale gelir ve bu durum da kişide depresyona yatkınlık oluşturur. Ayrıca obezitenin yol açtığı eklem hastalıkları, hareket güçlüğü, diyabet, hipertansiyon ve diğer kronik hastalıklar da depresyonun gelişmesine yol açabilir” dedi.
DEPRESYON VÜCUDUN METABOLİZMASINI YAVAŞLATIYOR
Enerji düşüklüğü, yorgunluk ve iştah değişiklikleri depresyonun temel belirtilerinden bazıları. Depresyonda olan kişilerin bir kısmında iştah kaybı gözleniyo, çoğunluğu ise kendisini normalden çok daha fazla yemek yerken buluyor. Depresyon vücudun metabolizmasını da yavaşlatıyor. Her türlü aktiviteye ilgisi azalmış olan depresyondaki kişi yeme konusunda da dozu kaçırdığı için kilo artışı bakımından ideal bir kombinasyon ortaya çıkıyor. Ayrıca depresyondaki kişi kararsız olması ve iradesinin de nispeten zayıflaması kişiyi sağlıksız beslenmeye itiyor. Özellikle tedavi edilmeyen depresyonda hareketsizlik ve aşırı yeme uzun süre devam ettiği zaman obezite kaçınılmaz oluyor.
FİZİKSEL AKVİTESİ DÜŞÜK OLANLAR RİSK ALTINDA
Depresyon ve obezitenin birlikte görülmesinin bir nedeni de bazı durumların her iki hastalığa da yol açması. Dr. Karaş’a göre, örneğin sosyoekonomik durumu düşük olanlar bu iki hastalık açısından daha çok risk altında. Düşük fiziksel aktivite hem depresyona hem obeziteye yol açıyor. Ayrıca hipotiroidi gibi bazı hastalıklar da depresyona ve kilo artışına neden oluyor.
STRESLE BAŞ ETMEK İÇİN ARTAN YEME İSTEĞİ ALIŞKANLIK YAPABİLİR
Duygusal yeme sendromunun stresli kişilerde daha sık görüldüğünü dile getiren Dr. Karaş, stresin yeme alışkanlığı üzerindeki etkisin hakkında şunları söyledi:
^”Depresyonda olan kişilerde yemek yiyerek stresle başa çıkmaya çalışmak oldukça sık görülmektedir. Yiyecekler insan için sadece doyurucu besin kaynakları değil aynı zamanda sıkıntı yatıştırıcı araçlardır. Yiyecekler, özellikle de karbonhidrat ağırlıklı yiyecekler beyindeki ödül sistemi üzerinde hem haz verici hem de olumsuz duyguları yatıştırıcı etki yaparlar. Bu yol hemen herkes tarafından zaman zaman tercih edilir. Fakat bu yolu kullanmak bir alışkanlık haline geldiğinde obezite kaçınılmaz olur. Araştırmalar depresyondaki kişilerin yiyeceklerle beyindeki ödül merkezini uyarma yoluna daha fazla başvurduklarını göstermiştir. Depresyondaki kişiler işte bu yüzden obeziteye daha yatkındır.”
TEDAVİDE İLK ADIM DEPRESYONDAN KURTULMAK
Depresyon-obezite-aşırı yeme döngüsünden kurtulmak için öncelikle klinik olarak depresyonun tedavi edilmesi gerekiyor. Hem depresyona hem de iştah artışına neden olan özellikle tiroid bozuklukları gibi tıbbi nedenler araştırılmalı. Duygusal yeme alışkanlığının, yaşamın erken dönemlerinde aile içinde edinilen bir alışkanlık olduğuna vurgu yapan Karaş’ın tedavi yaklaşımı ile ilgili görüşleri ise şu şekilde:
“Diyetin içeriği, öğün büyüklüğü ve sayısı yeme alışkanlığının en önemli bileşenleridir. Depresyon tedavi edildikten sonra, kişi yeme alışkanlığını ailesi ile de işbirliği yaparak değiştirmesi gerekir. Duygusal ihtiyaçlarla ilgili farkındalığın artırılması, yeme düzenine olumlu katkı sağlar. Ayrıca fiziksel aktivitenin de artırılarak günlük rutine dahil edilmesi serotonin seviyelerini düzenler ve beyindeki ödül merkezine uyarıcı etkiler yapar. Böylelikle kişi yeme üzerinden ödül merkezini uyarmaya daha az ihtiyaç duyar. Kişinin diyetindeki besin çeşidine daha çok yer verip karbonhidrat oranını azaltması da karbonhidratın ödül olarak kullanılma alışkanlığını azaltır. Tüm bunlarla birlikte kişinin yeme dışındaki haz ve ödül kaynaklarını diğer sosyal ve fiziksel faaliyetlerle zenginleştirmesi, ödül olarak yiyeceklere daha az ihtiyaç duymasını sağlar.”