Güncelleme Tarihi:
Çünkü beden ve ruh bir bütün.
Ona göre şifa, Himalayalar’daki mistik ritüellerde, Uzakdoğu’nun mucize bitkilerinde, Afrika’nın her derde deva meyvelerinde değil, bu topraklarda. Yani şifa yanı başımızdaki doğal yiyeceklerde, Belgrad Ormanı’ndaki tempolu yürüyüşte, o güzelim akşamüstü güneşinde, üst komşumuzun bir bakışında, annemizin duasında...
Ömrünüzü uzatmak istiyorsanız, Osman Müftüoğlu’na kulak verin, bu kitabı da mutlak bir yerlerden edinin.
Bugün bu sayfada okuyacaklarınız ‘tadımlık bilgiler’, ordövr yani. ‘Ana yemek’, Osman Hoca’nın kendi kaleminden önümüzdeki günlerde Hürriyet’te...
Bu kitabı okuduktan sonra, biraz daha uzun yaşayalım diye hayatın birtakım zevklerinden vazgeçmek zorunda mı kalacağız?
- Aynen öyle! Hayatın aşırılıklarından vazgeçeceğiz. Hayatımızı biraz törpüleceğiz. İfrat-tefrit ölçüsü çok önemli. Her şeyde doz önemli...
- İki türlü uzatıyoruz hayatı: Biri boyuna, biri enine. Ben enine büyütmeyi anlatmaya çalışıyorum. Enine büyütmek de, içini doldurmak demek. İçini doldurduğunuz hayat anlamlı ve uzun oluyor.
Ailede erken ölüm varsa ne kadar dikkat edersek edelim, uzun yaşayabilmemiz mümkün değil mi?
- Genetiğin rolü, yüzde 30’u geçmez. Yediklerimizle genlerimizi azdırabiliyoruz. Ama azmış genleri yediklerimizle durdurabiliyoruz da. Aynı şekilde düşüncelerimiz de genlerimizle konuşuyor...
Yaş aldıkça daha sık duyuyoruz, “Metabolizmam yavaş çalışıyor!” Hızlanınca, kilo kaybı garanti mi? Hızlandırmak için ne yapmak lazım?
- Hızlı metabolizma, daha az kilo demek. Metabolizma şu anlama geliyor... İki otomobil düşünün, biri iki silindirli, diğeri sekiz... Aynı benzini koydunuz, iki silindirli olan benzini yakamıyor. Silindir sayımızı arttırmanın yolu, daha çok kas kazanmak. Yani daha fazla aktivite...
Eskiden “Meyve yiyin” deniyordu, şimdi “Yemeyin!” deniyor. Ne oluyor?
- Meyveyi sınırlayın. Meyve şekerinin fazlası da tehlikeli. Meyvenin içindeki antioksidanlar önemli ama o antioksidanları almak için kilolarca meyve yemek gerekmiyor. Günde bir su bardağının dörtte biri kadar nar suyu içtiğimizde, bir günlük antioksidan ihtiyacımızın yarısını karşılamış oluyorsunuz. O zaman niye bir bardak nar suyu içelim? Tatlı meyvelerden ve meyve sularından uzak durun. Meyveleri olduğu gibi kabuklu olarak yemeye çalışın ve az yiyin.
ÖMÜR UZATAN FORMÜLLER
* Eviniz, kaleniz olmalı. Eve bağlı olmak, ömrü uzatıyor. Evinizin bahçesi varsa, ömrünüz daha da uzuyor. Köpeğiniz, petiniz varsa oh ne âlâ! Çünkü hayvanlara dokunmak, onlarla konuşmak erken yaşlandıran hormon miktarını azaltırken, beyindeki endorfin ve serotonini arttırıyor. Onlar da ömrü uzatıyor.
* Çocuk sahibi olmak ömrü uzatıyor. Kız çocuğa sahibi olmak daha da uzatıyor. Kız torun sahibi olmak daha da! Çünkü kız çocukları, bulundukları ortama neşe ve keyif katıyor. Bir de ebevyn farkında olmadan, bilinçaltında kız çocuğuna daha çok güveniyor. Erkeklerden daha sorumlu olduklarını biliyor. Erkek çocuğu, kızlara oranla daha çok endişe kaynağı.
* “Kadınlar neden uzun yaşıyor?” sorusunun cevabını bulduğunuz zaman, uzun ömrün cevabını da buluyorsunuz. Samimiyseniz uzun yaşıyorsunuz. Kendinize iyi bakıyorsanız uzun yaşıyorsunuz. Stresinizi daha iyi yönetebiliyorsanız, daha üretkenseniz, daha paylaşımcıysanız daha uzun yaşıyorsunuz. Bunların çoğu da kadınlarda daha fazla var. Sağlıkları konusunda kadınlar, gizlileri saklıları olmayan varlıklar. Bir erkek, prostatı büyüdüğünü öğrenince, “Hocam, sakın söyleme kimseye!” diyor. Bir kadına yumurtalığında kist olduğunu söylediğimdeyse buradan çıkıp Beymen Brasserie’ye gidiyor, ilk rastladığı kadına, “Osman Bey’den geliyorum, biliyor musun bende şu varmış” diyor, paylaşıyor. Bu da ona avantaj sağlıyor. Çünkü söylediği kişi, “Şunu yap, şuna git” diye mutlaka çözüm üretiyor. Bu da kadınları ömrünü uzatıyor.
EŞİ ÖLEN ERKEK DAHA ERKEN GİDİYOR
* Ruh- beden işbirliği gittikçe önem kazanıyor. Bedeni beslemek kadar ruhu beslemek, eğitmek ve aktiviteye yöneltmek gerek. Bir kere artık ruhun, bizi derinden etkilediğini kesinlikle kabul etmemiz lazım. Ruh detoksu, yapılması gereken çok önemli bir şey. ‘Stres yönetimi’ gibi şeylere geçiştiremeyeceğimiz kadar derin bir mesele.
* ‘Uzun hayat’ deyince, insanlar hep mucize bir hap, mucize bir ilaç bekliyor. Aslında uzun hayatın temel belirleyicisi, hayatı bizim nasıl algıladığımız. Kısa bir hayat çok uzun, uzun bir hayat da, çok kısa gibi gelebilir bize. İçine ne kadar iyimserlik, ne kadar bağışlayıcılık, ne kadar yardımseverlik, ne kadar hoşgörü, ne kadar yaratıcılık doldurduğumuzla ilgili. Hayat, biz ona ne anlam veriyorsak o. Hayat, bizim ondan yaptığımız şey. Hayatı biz kurgulayabiliyoruz aslında. Burada vurguladığımız şey de, uzun hayattan çok kaliteli ve iyi bir hayat.
* “Ne yiyoruz?” sorusunun cevabı hayatı uzatabilmek açısından önemli. Fakat bir başka önemli soru daha var: “Ne kadar yiyoruz?” İyi bir şeyi çok yediğimiz zaman, zararlı hale getirebiliriz. Zeytinyağı çok faydalıdır mesela, en iyi yağdır ama kaşık kaşık zeytinyağı yerseniz, çok yüksek kalori alırsınız ve çok fazla doymuş yağ aldığınız için zarar görürsünüz. En kötü şey şekerse mesela, ama bazen hayatınızı tatlandırmak gerçekten hayatınıza tat katabilir. Geldik “Nasıl pişiriyorsun?”a. Bu da önemli. Bir şey karamelize olunca, kavrulunca, yakılınca, ateşle doğrudan temas edince, kanserojen bir kaynak haline geliyor.
* Mangal keyfinden de uzak duracağız maalesef. Ya da etlerin yanmış kısımları bir kenara ayıracağız. Mangalı daha az zararlı hale getirmek için, etin en az üç-dört katı sebzeyle birlikte yiyeceğiz. Adana kebabı yaparken, yanında bir sürü biber domates olmasının da bir sebebi var. Deneyerek yalnızca et yemenin zararlı olduğunu görmüşler. Mantıyı, yoğurtlamayı ve içine kıyma koymayı keşfetmişler. Aslında protein ve karbonhidratı karıştırarak yemeğin glisemik yükünü azaltıyorlar. Aynı şekilde bir şeyin üzerine limon sıkmayı ya da sirke dökmeyi bulmuşlar, sonuç yine glisemik yük azalıyor. Ya da makarnayı bolonez yapmayı öğrenmişler. Neden İtalyanlar makarna yiyip kilo almıyor? Çünkü İtalyan makarnası bizim yediğimiz makarna değil. Onlar, gerçek makarna yiyorlar. Tabii ‘andante’ yemelerinin de etkisi var. Bir yiyeceği ne kadar pişirirseniz, o yiyeceğin kilo yapma etkisi, insülin direnci yaratma etkisi o kadar fazla oluyor. Yani “Ne kadar pişiriyorsanız?” da uzun ömür için belirleyici bir soru. Ya da “Pişiyor muyuz, pişirmiyor muyuz?” Diyet listelerinde havuç zararlı denir. Ama zararlı olan pişmiş havuç, pişmemiş havucun nişantası ortaya çıkmaz. Ya da zayıflatıcı olduğunu zannettiğimiz lahanayı, haşlayıp yediğimiz zaman, hele kapuskasını yaptığınız zaman, lahananın kilo yapıcı etkisini ortaya çıkarırız.
* Bir yiyecek ne kadar ezilir, büzülür, haşlanır, parçalanır, kıyılır, doğranır, yani ne kadar işleme tabii tutulursa, o yiyeceğin bize iyi gelme ihtimali o kadar azalır; kilo yapma, zarar verme ihtimali de o kadar artar.
* Ne zaman ve ne sıklıkta yediğimiz de önemli. Nişastalı yiyecekleri, akşam 23.00’le, sabah 11.00’de yemek farklı. Akşam yediğiniz nişasta, bize yağ olarak geri döner! Karbondihdatlar da öyle. “Akşam yemeğini erken yiyin” dememizin sebebi de bu. “Ne sıklıkla ve ne miktarda?” yiyorsunuz, bu da önemli. Kırmızı eti, haftada üç gün, öğle-akşam yiyorsanız zararlı. Ama genç bir kadın, hafta üç gün, üç köfte kadar kırmızı et yemezse, demir eksikliği anemisine yakalanacağı kesin.
ET YEMEDEN YAŞAMAK PEK MÜMKÜN DEĞİL
* Kuzu eti mi, dana eti mi, inek eti mi, keçi eti mi? Keçi sütü mü, inek sütü mü? Süt mü, yoğurt mu? Keçi sütü, inek sütüne göre daha az alerjik ve daha besleyici. Çünkü içindeki B vitamini ve kalsiyum miktarı daha fazla. Bir de keçiler, inekler gibi fabrikasyon işlemlere girmedikleri için daha kaliteli süt veriyorlar.
“Koşmak hem dize zararlı hem de nefes nefes kaldığımız egzersizler, bizi daha fazla oksijenle baş başa bıraktığı için daha hızlı yaşlandırıyor”
* Aktivite ama hangi aktivite? Bu da önemli. İnsan doğasına en uygun aktivite, yürüyüş. Her insan, günde minimum 7 bin 500 adım atmalı. 45 dakika yürümemiz gerekiyor yani. Koşu bandı da, koşmak için değil, yürümek içindir. Çünkü koşmak hem dize zararlı hem de nefes nefes kaldığımız egzersizler, bizi daha fazla oksijenle baş başa bıraktığı için daha hızlı yaşlandırıyor. Bugünkü insan vücuduyla, bin yıl önceki insan vücudu aslında aynı genlere sahip. İnsan genetiği şöyle diyor: “Tehlike varsa kaç!” “Aslan seni kovalıyorsa kaç!” ya da “Tavuğu yakalamak istiyorsan koş”. Biz koşmaya başlayınca böbrek üstü bezimiz, “Koşmaya başladı, bir şeyden kaçıyor!” ya da “Bir şeyi kovalıyor” diye daha çok kortizon hormonu salgılıyor. Bu da yaşlandıran bir hormon. Vücut bunu bir nevi stres olarak algılıyor. Beynimiz endorfinle mutlu oluyor ama hücrelerimiz mutsuz oluyor, onun için daha çabuk kırışıp yaşlanıyoruz.
* Uzun ömrün sırlarından biri de ‘genetik miras’. “Ben kimin? Annem-babam ne gibi hastalıklarla karşılaşmış. Ailemde hangi hastalıklar yaygın?” Bunu bilmek o kadar önemli ki.
* 40 yaşından sonra her yıl, 150 gram kas kaybetmeye başlıyoruz. Bu ne demek? Vücuda yağ ekleniyor demek. Bu da motor gücümüzün yani metabolizmamızın yavaşlaması anlamına geliyor. O yüzden yaş ilerledikçe “Az yiyin!” diyoruz. Biz yaşlandıkça, sadece saçımız, cildimiz, eklemlerimiz, kaslarımız değil, beynimiz de buruşuyor, yaşlanıyor. Tıpkı cildimiz gibi korteks inceliyor, unutkanlık başlıyor. Karaciğerimiz eski detoksu yapamıyor. O zaman ne yapmalıyız? Yaşlandıkça daha az toksin üreten makinelere dönüşmeliyiz.
“Kısa bir hayat çok uzun, uzun bir hayat da, çok kısa gibi gelebilir bize. Hayat, biz ona ne anlam veriyorsak o. Hayat, bizim ondan yaptığımız şey”
HANGİSİ DAHA İYİ?
Hangi su?
- Alkali oranı, minerali yüksek su. Bir suyun içimi ne kadar kolaysa, o su o kadar kalitesizdir. Biz mineralli su sevmiyoruz ama bedenimizin hoşlandığı su o!
Hangi içecek?
- Ayran. Mümkün olduğu az yağlı ayran. İkinci içecek çay. Yeşil çay, siyah çay fark etmez. Tamam yeşil çayda daha fazla antioksidan var ama yeşilden iki tane içiyoruz, öbüründen on tane, dengeleniyor.
Hangi meyve?
Hangi yağ?
- Zeytinyağı, az miktarda hayvansalsa tereyağı. Ama ölçülü olmak koşuluyla.
Hangi ekmek?
- Hiçbir ekmek! Bana göre ekmek fikir gıdası değil, sağlık gıdası değil, fakir gıdası. Doymak için yenmesi gereken bir gıda. Ama mutlaka yiyeceksek, tam tahıldan yapılan ekmek... Esmer olan şeyleri, biz sağlıklı zannediyoruz. Doğru değil, çoğu boya. İlla yiyeceksek ‘esmer ekmek’ yerine, tam tahıllı ve kepekli ekmek...
Hangi balık?
- En yağlı balık. En soğuk denizde yetişen balık. Çok yaşlı olmayan balık. Ama bu, bebek balık anlamına gelmiyor. Uzun ömürlü olan balıklardan uzak durmak gerek, örneğin kılıçbalığı. Vücutlarında daha fazla toksit madde birikme ihtimali var.
Hangi et?
- Bence kuzu eti, ikinci sırada keçi eti. Üçüncü sıraya dana etini koyarım. Hangi sütün cevabı da kesinlikle keçi sütü.
Süt mü, yoğurt mu?
- Yoğurt. Süt, çocuklara bilemedin 10 yaşına kadar lazım. Başkalarının sütünü içen çok az canlı var, bir kediler bir biz. Bu da sağlıklı değil. 10 yaşından sonra süt yerine, süt ürünü kullanmak, ayran, yoğurt daha sağlıklı.
Hangi şeker?
- Hiçbir şeker. Hayatımızdan tatlıyı, şekeri çıkarttığımız oranda, ömrümüz uzuyor. Üflediğimiz doğum günü pastasının sayısını arttırmak istiyorsak, yediğimiz pasta sayısını azaltmamız gerekiyor! İleride ürünlerin üzerinde, sigaradaki gibi, “Şeker öldürür” ibaresi olacak.
Hangi bakliyat?
- En iyisi fasülye. Sonra mercimek. Bizim tencere kültürü olağanüstü. Ne kadar az haşlarsanız o kadar iyi.
Hangi kuruyemiş?
- Birincisi ceviz, sonra badem, sonra fındık. Benim sağlık sıralamam bu. Miktarını da söyleyeyim: Bir porsiyon 30 gramdır, o da eşittir 150 kalori. Üç-dört ceviz, 10 fındık, 10 badem, 20 civarında yer fıstığı.
“ÜFLEDİĞİMİZ DOĞUM GÜNÜ PASTASININ SAYISINI ARTIRMAK İSTİYORSAK, YEDİĞİMİZ PASTA SAYISINI AZALTMAMIZ GEREK"
Günümüzün insanının en büyük sorunu:
LİBİDO ÖLÜMÜ
Seks hayatımızı yakından ilgilendiren afrodizyak yiyecekler gerçekten işe yarıyor mu? Yoksa şehir efsanesi mi?
- Çoğu şehir efsanesi! Mesela istiridyeyi beyaz şarapla, güzel bir sofrada, biraz seromoniyle, vakit ayırarak yiyoruz. Ardından bir şey yaşanıyorsa, bu yüzden. Yoksa içindeki çinko, sperm üretimini arttırır, testesteronu değil. O da 10 dakikada olmaz zaten. Çikolataya sokulmuş çilek afrodizyaktır çünkü fikri afrodizyaktır. Daha çok cinsellik çağrıştırır. Spontan sekstir esası. Libido ölüyor. Bunun sebebi de spontan seksin bitmesi. Bana gelen 40 yaşındaki her 10 hastanın 8’inin testerteronu yarı yarıya aşağı inmiş durumda. Libido ölmesi günümüz insanını en büyük sorunu. Kirli hava, şehir, stres, alkol, sigara, depresyon, aklınıza ne gelirse alt alta yazın... Hepsi libidoyu öldürüyor!
DÜŞMAN OLMAYIN, DÜŞMAN YARATMAYIN!
* Kanser sorunu çok önemli bir sorun hale gelecek. Önümüzdeki 20 yılda kalp damar hastalıklarından çok kanser konuşacağız. Kanserli hastalar için daha çok üzüleceğiz. Kanserli hastalar için daha çok çaba harcamamız gerektiğini fark edeceğiz. Evet erken teşhis hayat kurtarır ama önemli olan kanser olmamak. Kanser olmamak için dünyayı kirletmemek gerekiyor.
* İyi hayat, huzurdur. Mutluluğa değil, huzura yaslanın. Mutluluk andır, huzur daha geniş bir süreçtir. Size yük olan her şeyi atın, detokslayın. Kötü düşüncelerizi atın, kötü ilişkilerinizi, size yük olan arkadaşlıklarınızı da.
* Düşman olmayın, düşman yaratmayın. Düşman olduğunuzda erken ölüyorsunuz, kalp damar hastalıkları çoğalıyor, düşman yarattığınızda da size yaşam alanını daraltıyorlar, strese giriyorsunuz. Bu da ömrünüzü kısaltıyor.
İYİMSERLER DAHA UZUN YAŞIYOR
* Bel çevreniz, kaç kilo olduğunuzdan daha önemli. 88’inin altındaysa endişe etmeyin.
* Zaman zaman hem duygusal hem de bedensel açıdan şımarmalara izin vermek lazım. Kaçamaklara yani.
* Bütün araştırmalar gösteriyor ki, iyimser insanlar kötümserlerden, ortalama 9-10 yıl fazla yaşıyor.
* Hiçbirimiz bilge ya da guru değiliz. Hiçbirimiz yeni bir şeyler bulmuyoruz. İmbiğimizden süzdüklerimizi, öğrendiklerimizi, okuduklarımızı, duyduklarımızı, aslında başkasının fikirlerini ve üretimlerini pazarlıyoruz. Benim Osman Müftüoğlu olarak, insanlara çok özel bir şey sunmam söz konusu değil. Bana Demirel’in de katkısı var, Dalay Lama’nın da, Halil Cibran’ın da, Mehmet Öz’ün de, Fettullah Gülen’in de...
ALTI AYDA ÜÇ KERE PENSİLVANYAA
Kitabınızın önsözünde, Fettullah Gülen’in de sizin için yazdıkları var...
- Evet, altı ay önce tanıştım. Ve altı ay içerisinde, üç defa kendisini ziyaret ettim. Tıbbi tecrübelerimle ona bir fayda sağlayabilir miyim diye bir gayret içindeyim. Benim alakam yok aslında, içki içiyorum, gece hayatım var ama itiraf ediyorum çok etkilendim. İnsanları kategorize etmeyen, onlara sadece insan gözüyle bakan, derinliği olan biri. Bir insanın Bangladeş’te okul açıyor olması beni heyecanlandırıyor. Türk kültürünü yaymaya çalışıyor, bunu yaparken de arkaya İslam kültürünü ekliyor. Bence böyle bir şey örgütleyebilmek çok zor. Kendisi pozitif bir enerji deposu. Bana göre Dalay Lama hafif kalır onun yanında.
Önsözde, Nilüfer Göle’den de, Ertuğrul Özkök’ten de, Can Dündar’dan da alıntılar var. Ama Fettulah Gülen’i koyunca bu konuda çok yorum yapılacağını da biliyorsunuz...
NE DEDİLER?
* CAN DÜNDAR: 20’li yaşlarımızda aşktan söz ederiz. 30’larımızda çocuklarımızdan, 40’larda sağlıktan, 50’lerde hastalıktan... Oysa 20’lerden itibaren sağlıktan söz etmemiz gerek, 60’larda hâlâ aşktan dem vurabilmek için.
* FETTULLAH GÜLEN: Geç tanıdığım -tanımamış olma kabahati bana ait- aydınlık sima, mümtüz şahsiyet, kıymetli hekim, Prof. Dr. Osman Müftüoğlu beyefendiye en içten hürmet ve saygılarımla...
* SEZEN AKSU: “... Sayın hocam, bana bir kez daha iyi geldiğiniz için tekrar teşekkür ederim.”
* ERTUĞRUL ÖZKÖK: İnsan vücudu sadece organlarımızdan ibaret bir kütle değil. O aynı zamanda ruhumuzu taşıyan beden. İnsanın, her ikisinin iyi bakımına da ihtiyacı var. Her ikisi de en büyük saygıyı hak ediyor. Zaten mutluluk dediğimiz şey de ancak bu harmoni üzerine inşa edilebilir. Osman Müftüoğlu bize bu harmoniyi nasıl inşa edebileceğimizi anlatıyor. Bu, tababetin klasik sınırlarını aşan bir şey. Bir hayat koçluğu, bir yaşam guruluğu da diyebilirsiniz.
* NİL KARAİBRAHİMGİL: Osman Müftüoğlu “Yiyin” dedi, yedik. “Yemeyin” dedi, yemedik. “Dikkat” dedi, dikildik. “Rahat” dedi, rahatladık. “Bu vitamin!” dedi, yuttuk. “Biriktirmeyin” dedi, unuttuk. “Yürüyün” dedi, yorulduk. Ama en çok da “Gülün” dedi... Güldüm. Çünkü ne olursa olsun: Yaşasın Hayat!