Güncelleme Tarihi:
1) Genişletilmiş öznenin bir parçası
İnsan yavrusu ilk doğduğundan yaklaşık 2 yaşına kadar kendini bakıcısıyla bir zanneder. İkisi aynı beden gibi, annenin memesi kendi memesi, kolu kendi koludur. Zamanla bu geniş ben bakıcıdan nesnelere doğru hareket eder. Örneğin küçük çocukların uyku oyuncakları buna iyi bir örnektir.
20’nci yüzyılın önde gelen isimlerinden Amerikalı psikolog William James, genişletilmiş özneyle alakalı ilk argümanı ortaya koydu. James, “Psikolojinin Prensipleri”nde, benliği bir insanın yalnızca bedeni ve ruhsal güçleri değil çamaşırları ve evi, karısı ve çocukları, “benim” diyebileceği her şeyin toplamı olarak tanımladı.
Açıklandığı gibi para veya başka bir kıymetli nesneyi içerebilen bu genişletilmiş öznenin sahip olduğu şeylerden birini kaybetmesi büyük bir kayıp hissine yol açabilir. Örneğin, erken çocukluk döneminde kullanılan uyku oyuncağının kaybedilmesi evde büyük kriz sebebi olabilir, çocuk büyük tepkiler verebilir.
Tartışmalı olarak, telefonlar da benzer bir rol oynamaktadır. Telefonumuzu düşürsek veya bulamasak ani bir kaygı hissetmek çoğu insan için nadir değildir. Benim tecrübelerime göre, birçok kişi aynı şekilde düşünüyor. Bu çoğumuzun cihazlarımızı ne sıklıkta kontrol ettiğimize de yansıyor.
Psikolog Larry Rosen ve California State Üniversitesi'ndeki meslektaşları, 1980'li ve 1990'lı yıllarda doğan bireylerin yüzde 51'inde cihazları ile 15 dakikadan fazla bir süre boyunca ayrı kaldıklarında orta dereceden yüksek kaygı düzeyine ulaşıldığını tespit ettiler.
İlginçtir, 1965 ile 1979 yılları arasında doğanlar için bu durum yüzde 42'ye düşüyor. Bunun temel nedeni, bu yaş grubundakilerin elde taşınan teknolojilerin hayatımıza yalnızca giriş yapmaya başlamış olduğu bir dönemde ortaya çıkmalarıdır. Bu grup için, telefonlar yalnızca geç gençler veya genç yetişkinler olarak uzatılmış özlerinin parçası haline geldi.
2) Bağımlı ilişkileri hatırlayın
Sadece genişletilmiş özne olarak değil, akıllı telefonlar, içindeki oyunlar, uygulamalar ve bildirimlerle kendi benlik duygumuzu hissetmemizde bir araç haline gelmiştir.
Bakın nasıl:
Psikodinamik teori çerçevesinde, bu cihazlarla olan ilişkimizin, yetiştiğimiz ortamın dinamiklerini yansıttığını iddia ediyorum. İngiliz psikiyatrları Donald W. Winnicott'ın yazdığı gibi bu ortam dokunuş etrafında şekillenir ve en önemli işlevi bebeğin neye ihtiyacının olduğunun anlaşılmasına yönelik keskin bir farkındalığın olması, göz teması kurulması ve sürdürülmesidir.
Aynı şekilde, yetişkinler olarak, telefonlarımızı kullanarak dokunarak ve aidiyet duyarak bu deneyime devam ediyoruz. Teknoloji, benliğin kendisini tatmin edebileceği, oynayabileceği ve yaşayabileceği bir alan oluşturur; daha önce anne tarafından sağlanan bir alan.
Telefonlarımızı tuttuğumuzda, ister çocukluğumuzdan, ister yetişkinlik hayatımız olsun, bize yakınlık anılarımızı hatırlatıyor. Bağımlılıkta "yüksek" rol oynayan beyin kimyasalı dopamin ve aşk hormonu oksitosin patlama yapıyor. Bu kimyasallar ayrıca aidiyet ve bağlanma duygusu yaratır.
Telefonumuzu elinde tutmak, ebeveynin çocuğuna sevgiyle baktığı zaman ya da iki sevgili birbirinizin gözlerine baktığında olduğu gibi aynı etkiye sahiptir.
3) Üretmek ve üretmek zorunda hissetmek.
Antropolog Michael Taussig, daha iyi ya da farklı bir ben olmaya çalıştığımız halde "kopyalama, taklit etme, model yapma, fark yaratmanın" ikinci doğamızda olduğunu hatırlatıyor.
Telefonlar bunu yapmamızda bize yardımcı olur. Fotoğraf çeker, resimlerde değişiklik yapar, tartışmalara katılır, bir laf yazar ve başkalarına ulaşırız. Geçmiş ve gelecekle ilgili mesaj atarak, bir konuşmayı birlikte öreriz. İnternet araştırmalarıyla bilgelikten yoksun olsak bile bilgili oluruz.
Akıllı telefonların şu anda tüm internet kullanımının yüzde 46'sını oluşturduğu sürpriz olmamalı. Bu oranın, 2021 yılına kadar yüzde 75'e ulaşması bekleniyor.