Zeynep BİLGEHAN
Oluşturulma Tarihi: Ekim 17, 2010 00:00
Geçen hafta Ankara’da kutlanan Almanların geleneksel bira festivali Oktoberfest’te dans edip coşarak gündeme gelen Almanya Büyükelçisi Eckart Cuntz (60), Ankara diplomasisinin en sevilen simalarından. Dört yıldır Türkiye’de bulunan Cuntz, Oktoberfest dışında çok sayıda sosyal etkinlik düzenliyor, piyano çalıyor, yürüyüş yapıyor ve Ankara’da yalnızlığın tadını çıkarıyor
Ankara’da hayat nasıl gidiyor?- Çoğunlukla çalışarak... Büyükelçilikte ofisle rezidans aynı yerde; çalıştığım yerde yaşıyorum. Sabah uyanınca hemen ofise geçiyorum, çok pratik oluyor. Ofiste üşüdüğüm zamanlarda da hemen eve geçiyorum. İkisi birbirine çok bağlı.
Büyükelçilik binası dışındaki hayatınız nasıl? Nerelerde vakit geçiriyorsunuz?- Ankara’da yapacak çok şey var. Sokaklarda yürümekten çok hoşlanıyorum, özellikle de Tunalı Hilmi Caddesi, Ulus, Kale civarı gibi canlı yerlerde. Kültüre çok meraklıyım; operaları, sergileri, konserleri hiç kaçırmıyorum. Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve yeni açılan CerModern gibi çok ilginç müzeler var. Bunların dışında elbette diplomatik hayat da çok yoğun. Sürekli bir öğle yemeği, akşam yemeği veya brunch oluyor. Tabii bu tür etkinlikler de aslında iş. Sadece
yemek yemiyoruz, temaslarda bulunmuş oluyoruz. Diplomatik hayat dışarıdan kolay gibi görünüyor ama aslında çok zor bir iş. Sürekli bir temas halindeyiz; kendi hükümetinizle, sivil toplum örgütleriyle, bilim insanlarıyla... İnsanlar arasında iletişim sağlıyoruz.
Geçen hafta büyükelçiliğin bahçesinde düzenlediğiniz Oktoberfest büyük ilgi topladı. Almanya Büyükelçiliği, alışık olduğumuz kısıtlı bir topluluğa hitap eden ‘diplomatik kokteyller’den farklı olarak çok sayıda sosyal etkinlik düzenliyor... - Çok aktif bir ekiple çalışıyoruz ve hep iyi organizasyonlar yapıyoruz. Örneğin geçenlerde milli günümüz vardı. Sadece kokteyl yapmadık; hareketli bir müzik grubu ve havai fişekler de vardı. Bu tür etkinliklere sadece diplomatları ve hükümet görevlilerini değil, Almanya’yla bağlantılı çok sayıda insanı davet ediyoruz; çünkü hep birlikte kutlamak istiyoruz. Geçen haziranda da
Dünya Kupası için Güney Afrika ve Meksika Büyükelçiliği’yle ortaklaşa bir etkinlik düzenlemiştik. Harika bir ortam vardı; Türkler, Almanlar, Güney Afrikalılar ve Meksikalılar hep birlikte yağmurun altında dans ettik.
Üç yıldır daha önce kutlanmayan Oktoberfest’i düzenliyorsunuz. Nereden aklınıza geldi halka açık bira festivali düzenlemek? - Fikir, hep vardı. Oktoberfest her yerde geleneksel olarak düzenlenir. Türkiye’de bu etkinlikten zevk alacak büyük bir potansiyel olduğun düşündük. Almanya’da yaşamış, Oktoberfest’i bilen ve bundan hoşlanan çok insan var. Diğer diplomatlardan da talep geldi, yapmamız kaçınılmaz oldu! Dans ve bretzeller (bir çeşit çörek) vardı, çok eğlenceliydi. Müzik, yemek ve içkiler masraflı olduğundan bir giriş ücreti alıyoruz. Ancak eğlencenin dışında hayır amaçlı etkinliklerimiz de oluyor. Örneğin Unicef yararına bir organizasyonumuz oldu, 30 bin lira elde ettik. Sadece politik dünyayla değil, sivil toplum örgütleri ve halkla da iç içe olmaya çalışıyoruz.
TARKAN VE SERTAB DİNLİYORUM
Yalnız mı yaşıyorsunuz?
- Evet, yalnız yaşıyorum. Eşim İsviçre’de. Çocuklarım büyüdü, hepsi başka yerlerde. Büyük oğlum Berlin’de, kızım, Boston’da, küçük oğlumsa burada okula gitti şimdi Brüksel’de yaşıyor. Çocuklarım da Türkiye’yi çok seviyor. Özellikle burada okuyan küçük oğlum, “Kendimi en çok Ankara’dayken evde hissediyorum” diyor.
Diplomat ailelerinin işleri zor olur, hiçbir yere yerleşemezler. Sıkıntı çektiniz mi ailenizi bir arada tutmak için?
- Hayır, çocuklar küçükken gittiğim yerlere geldiler. Almanya Dışişleri Bakanlığı’nda Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü için çalışırken Brüksel’de çok vakit geçirdik. Sadece Endonezya ve Malezya civarlarında Brunei Darussalem diye bir saltanatta görev yaparken çocuklar daha doğmamıştı.
Ailenizin yokluğunda burada en çok kimlerle vakit geçiriyorsunuz?- Avrupa Birliği Büyükelçileriyle çok sık görüşüyoruz. Aslında işten dolayı tanışıp sonra arkadaş oluyoruz. Profesyonel hayatla kişisel hayatla bir zaman sonra birbirine karışıyor. Sosyal etkinliklerde Güney Afrikalılar ve Belçikalılarla çok sık birlikte oluyoruz.
Bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?
- Sabah uyandıktan sonra biraz köpeğimle vakit geçiriyorum. Sonra ofise geçiyorum, Türk gazetelerini okuyorum; neler olup bittiğiyle ilgili fikir sahibi oluyorum. Sonra kültürel, ekonomik, sosyal ve politik konularla ilgili bitmeyen toplantılar yapıyoruz. Zamanım son dakikasına kadar planlı oluyor. Hiçbir zaman kendi planımı yapamıyorum, her zaman başkalarının programlarıyla yaşıyorum. Aslında resmi çalışma saatleri sabah sekizle akşam beş arası ama benim gece yarısına kadar çalıştığım da oluyor.
KOKOREÇTEN HOŞLANMIYORUM
Boş vakitlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?- Televizyon seyrediyorum, internette vakit geçiriyorum, yürümeyi, seyahat etmeyi seviyorum. Türkiye seyahat etmek için çok harika bir yer. Arabaya binip tek başıma yeni yerler keşfediyorum. Her türlü müziği dinlemekten keyif alıyorum. Klasik müzik üstüne eğitim aldım, altı yaşımdan beri piyano çalıyorum. İyi çaldığımı söyleyemem, sadece beni tolere edebilenlere çocuk şarkıları çalıyorum! Ama dinlemekten çok keyif alırım; özellikle de Bach ve Chopin... Türklerden de son zamanlarda bir Sertab Erener konseri izledim, çok iyiydi. Sevdiğim başka sanatçılar da var; örneğin Almanya kökenli Tarkan.
Bu kadar sosyal olup Ankara’da sıkılmıyor musunuz?- Ankara’da vakit geçirmeyi seviyorum. Burası aslında çok eski bir şehir, sadece önem kaybetmiş. Cumhuriyet’in ilanından sonra bir anda yeniden başkent oldu. Gururla söyleyebilirim ki yeni başkentin inşasına çok sayıda Alman katkıda bulundu. Mimarlar, bilim insanları, hukukçular yeni cumhuriyetin yasalarının hazırlanmasına yardım ettiler, Nazilerden kaçanlar da hep Türkiye’ye sığındılar. Tarih boyunca Ankara’da yaşayan Almanların ayak izlerini takip ederek haftalar geçirebilirsiniz. Tek sıkıntım, Ankara’nın yollarının bisiklete uygun olmaması. Bunun dışında güzel yemekler yiyorum; balık, deniz mahsulleri, meze... Sadece kokoreçten çok hoşlanmıyorum!
İRAN’DAN SONRA BURASI ÇOK RAHAT
Türkiye’den önce Alman Dışişleri Bakanlığı’da Avrupa işlerinden sorumluydunuz. Ondan önceyse Tahran Büyükelçiliği’ndeydiniz. İki ülke arasında bir karşılaştırma yapabilir misiniz?
- Türkiye ve İran çok zengin kültürlere sahip iki farklı ülke. İran’da 1993-1994 yıllarında bulundum. Zor zamanlara rağmen orada olmaktan çok hoşlanmıştım. İnsanlar, Almanlara karşı çok sıcaktı. Tek sıkıntı, fazla sosyal etkinliklerde bulunamıyorduk. Etkinlikleri İran hükümetine çok teşhir edemiyorduk. Alman Büyükelçiliği’nin bahçesinden çıkar çıkmaz çok sıkı kurallar vardı. Oradaki en büyük eğlencem sahip olduğum üç attı. Selahaddin adındaki beyaz atıma biner, dağlarda dolaşırdım. İki ülkeyi kıyaslayınca burası daha rahat. İran da Türkiye gibi dünyaya açık olsaydı şu anda çok daha iyi bir durumda olurdu.
Türk insanıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
- Çok arkadaş canlısı ve yardımseverler. Özellikle yabancı olduğumu görünce hep yanıma geliyorlar, “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye soruyorlar. Bu ev sahipliği benim için çok büyük bir deneyim. İnsanlar değişik kültürlere açık. Karşılaştırma yapınca değişik bir kültürler tabii ama şunu anladım; bir yerde ne kadar uzun kalırsanız o değişik kültürden insanlarla aslında ne kadar benzer olduğumuzu daha iyi görüyorsunuz. Başka ülkelerden gelsek de hep aynı sorunları yaşıyoruz. Birlikte çok daha fazla çalışmalıyız.