Güncelleme Tarihi:
Önce, iki yıl önce Oscar Töreni’nde yaptığınız o tek kişilik muhteşem şovu sormak istiyorum. O şovla adınızı Hollywood’a farklı yazdırdınız. Milyonlarca insanın önünde böylesine geniş kapsamlı bir şov yapmak, nasıldı?
- Aslında tam bir çılgınlıkta. Düşünsene, onca kişinin önünde bir düşseydim, kariyerimin sonu olurdu! Zaten eşim başta olmak üzere tüm yakın çevrem bu şovun çok riskli olduğunu söyledi. Beni “Aman o işi kabul etme” diye uyardılar. Ama gözükara biriyim. Çoğu kişiye çılgınlık gibi gelen şey bana normal gelir. Cesaretimi topladım, şovu en iyi şekilde çıkarmak için gece gündüz çalıştım. Kendime inandım ve yaptım.
Gözükara olduğunuzu söylediniz. Eminim bu özelliğiniz nedeniyle sayısız ilginç olay yaşamışsınızdır. Özeli sormayacağım ama kariyerinizdeki en “gözükara” anınızı bizimle paylaşır mısınız?
- İlk aklıma gelen, kariyerimin belki de dönüm noktası olan “X-Men” filmi... O filmde Wolverine’i canlandıracaktım ve kesinlikle dublör kullanmak istemiyordum. Karaktere hazırlanmak için yoğun bir şekilde Uzakdoğu sporları yaptım. Durmadan Clint Eastwood ve Mike Tyson seyrettim. Sonra çekimlere başladı. Bu ilk önemli işimdi ve ben nedense ilk üç-dört hafta kovulacağımı hissettim. Hatta kovulmayı bekledim! Yine de ısrarla dublör kullanmayıp kendi stilimi geliştirdim. Sonuç: Kovulmadım! Projeler öncesi korkarım, gerilirim. Sonra kendimi toplayıp, savaşmaya başlarım ben...
ŞÖHRET HAVASINA GİRMEK TEHLİKELİ
Sizi “X-Men”, “Swordfish”, “The Prestige”, “Scoop”, “Australia” gibi önemli filmlerde, çok farklı rollerde izledik. Ama şöhreti geç yakaladığınızı söylüyorsunuz. Artık tadını çıkarmaya başladınız mı bari?
- şöhretli olmak bende hiçbir değişiklik yaratmadı ki... ınsanın ayakları yere basıyorsa, şöhret ona zarar vermez. Ama, kendinizi “baş aktör” hissedip, bunun havasına girerseniz, tehlikeli olabilir. Size olan ilgi zamanla azalırsa, ruh haliniz değişebilir. Mutsuz olup kendinize ve çevrenize zarar verebilirsiniz. Tüm psikolojiniz alt üst olur. Ben o hataya düşmemeye dikkat ediyorum.
Bir aktör olarak kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Ben sadece metod aktörü değilim. Oynadığım karakteri inceleyip, o karakteri inşa etmeyi severim. Karakterimi araştırırım. Bana söylenenlere uymaktan çok içimden geldiğim gibi oynarım. Sana bir anımı anlatayım mı?
Anlatın, lütfen...
- Kariyerimin başlarında bir televizyon programına çıkmıştım. Bence iyi de geçmişti. Ancak program bitince öyle eleştiriler aldım ki... Çok mimik yapıyor, ellerimi çok kullanıyormuşum. Hemen dedim ki “Ben nasılsam öyleyim. Bu saatten sonra konuşma şeklimi, el kol hareketlerimi değiştiremem. O zaman ben Hollywood’da kalmam, başka bir iş yaparım”... Ama, sonra şunu fark ettim, samimiyseniz izleyici kitleniz bunu hemen anlıyor. Ve sizi bağrına basıyor. Her zaman olduğum gibi kaldım ben...
HERKESİN İKİNCİ ŞANSA İHTİYACI VAR
Peki “Real Steel” filmindeki Charlie Kenton karakterinde sizi çeken neydi?
- Shawn Levy, “Müze’de Bir Gece” filmini çok beğendiğim bir yönetmendi. Ondan gelen teklif üzerine senaryoyu okudum. Charlie Kenton karakteri hayattan umudunu kesmiş bir karakterdi. ıkinci bir şansa ihtiyacı vardı. Ben de hayatta mücadeleye inanırım. Bu nedenle Charlie Kenton gibi ikinci bir şansa ihtiyacı olan adamı oynamak bana cazip geldi. Ama şunu da söyleyeyim, biraz da kötü bir karakterdi Charlie... O yönünü yansıtmak için elimden geleni yaptım.
Ya filmin çocuk oyuncusu Dakota Goyo? Onunla aranızda müthiş bir elektrik var gibi görünüyor.
- Dakota, 11 yaşında. Benim de o yaşta bir oğlum var. ınan, o yaşta çocuklar çoğu zaman insanın sinirine dokunacak birçok şey yapabilir. Dakota ile üç ay birlikteydik. Bir kere bile beni sinirlendirmedi. Müthiş bir çocuk. Çok iyi bir terbiye almış. Onunla aile gibi olduk.
Filmde robotlarla oynamak nasıl bir duyguydu?
- Film için birçok robot hazırlandı ve bu robotlar sürekli bizimle birlikte setteydi. Özellikle, Dakota onlara aşık oldu. Düşünsene, filmin hem insani bir yönü var hem de fantastik... Aslında, robotlarla birebir sahnemiz yoktu. Bilgisayar destekli sahneler çoğunluktaydı.
TÜRK YEMEKLERİNE BAYILIYORUM
Bu arada sizin Türkiye’ye geldiğinizi biliyorum. Nasıl buldunuz ülkemizi?
- Türkiye’ye 1999 yılında geldim. Tam 12 yıl oldu. ıstanbul ve Fethiye’ye gittim. Müthiş bir ülke. O yıllardan bu yana çok geliştiğini de biliyorum. ınanılmaz bir tarihiniz var. Ayrıca Türk yemeklerine de bayılıyorum. Türk hayranlarıma sevgilerimi ilet lütfen. Türkiye’ye tekrar gelmem gerek.