Barış MUTLU
Oluşturulma Tarihi: Kasım 24, 2002 00:06
1957 yılının Şubat ayında başlayan müzikal serüvenleri, yirmi birinci yüzyıla uzandı. Hayranlarının ‘‘Denizciler’’ diye bildiği Somer Soyata Vokal Grubu'ndaki ihtiyar delikanlıların en genci 62 yaşında. Fakat sahnede sergiledikleri performans izleyenlere şok geçirtecek türden.
Kuruldukları tarihten 1962 yılına kadar Türkiye için yeni bir tarzın öncülüğünü yaptılar. Kendi deyimleriyle, ‘şimdinin sayıştay üyeleri, genel müdürleri ve emekli hakimleri’ konserlerinde rock’n roll yaptı. Fakat bir süre sonra yolları ayrıldı. Grubun Şefi Erkan Gürsal (Somer Soyata) ve gitaristi Ersin Yüce orduda kaldı. Erkut Taçkın, Güngör Yücel ve Durul Gence ise Deniz Kuvvetleri'ndeki görevlerinden ayrıldılar.
Gruba bu kadar ilgi varken ve müzikle bu kadar iç içeyken bu kararı almak Gürsal ve Yüce için oldukça zor olmuş. Konu bugün bile açıldığında üzüntülerini gizleyemiyorlar. Ersin Yüce, denizci olan dedesinin ölümünün o günlere denk geldiğini ve ailesinin kendisinden beklentileri nedeniyle içi kan ağlayarak müziği bırakma kararı aldığını söylüyor: ‘‘Dedem vefat ettiğinde, aile içinde bana başka bir misyon yüklendi. silahını bir tarafa koydular, sofrada onun oturduğu yeri bana verdiler.’’
Erkan Gürsal ise daha dertliydi: ‘‘Ersin Yüce'nin işi kolaydı, gitarını alıyordu yanına, açılıyordu denize. Benim fırkateyne piyano sokmak gibi bir şansım yoktu tabi.’’ Erkan Gürsal, nam-ı diğer Somer Soyata'nın son görevi Washington'da ataşelik olmuş.
Ankara'da olduğu için sohbetimize katılamayan Durul Gence ise, grubun bateristi. Hacettepe Üniversitesi'nde İnsan, Caz ve Müzik üzerine ders veriyor. Deniz Kuvvetleri'nden ayrıldıktan sonra çeşitli Avrupa ülkelerinde müzisyenlik yaptı. Erkut Taçkın, donanmaya çıkan arkadaşlarının aksine müziğe devam etti. O da, Gence gibi çeşitli Avrupa ülkelerinde müzisyenlik yaptı. Grubun vokalisti Güngör Yücel ise ordudan ayrıldıktan sonra ekonomi öğrenimi gördü ve çeşitli firmalarda üst düzey yöneticilik yaptı. Emekliye ayrıldıklarında ise herkesin içine aynı kurt düştü: Ekibi yeniden toplayamaz mıyız?
KOMUTAN GELİYOR DEDİLER SAHNEDEN NASIL TÜYDÜK
Erkut Taçkın bir gün konserde kendini kaptırmış şarkı söylerken, birden piyano sesinin eksildiğini farkediyor. Sonra diğer arkadaşları ortadan kayboluyor ve gitarıyla başbaşa kalıyor. Sonradan öğreniyor ki, izinsiz bir konser olduğu için Adalar İnzibat Komutanı'nın geleceği bilgisini alan grup üyeleri birer birer sahneden kaçmış. Yıllar sonra aynı komutan kendilerine rastladığında, methinizi duydum, bir kere dinleyeyim dedim, onda da kaçtınız, demiş.
33 yıl sonra buluşan grup yok, ilklerin grubuyuz ya, dedik ki, hadi yeniden
Yeniden bir araya gelme fikrini ilk kim ortaya attı?
- Erkan Gürsal: Çevreden özendirdiler. Hadi ne duruyorsunuz, bir engel de yok. Ulan, dedik, bu kadar ara verdikten sonra, bunun örneği yok. İlklerin grubuyuz ya, bu da bir ilk. 33 sene ara verip yeniden bir araya gelen grup yok. Evimde piyano vardı, başladık. Bir de vokal grup öyle bir şey ki, biri gitsin diğeri gelsin, olmuyor. Hepsi birbirine bağlı. Bir de birbirimize çok alıştık, don ve popo misali.
- Güngör Yücel: Hepimiz İstanbul'dayız, Durul hariç. Fakat Durul da çok istiyor. Denemelere başlayınca, adeta o talebelik yıllarına döndük, o da bize zevk verdi. Mesela Gürkan katılamadı, ona tenor bulduk, verdik, al bunu çalış, haftaya gel, dedik. Ertesi gün geldi, ‘‘vallahi 30 sene bıraktıktan sonra tenor kaz gibi ötüyor, ses çıkmıyor, ben yokum’’ dedi. Bu yüzden de sekiz yerine beş kişi kaldık. Enstrümantalist açığımızı kapamak için dışardan destek aldık. Mesela Neşet Ruacan bizim küçüğümüz, konserlerimize bilet bulamadığı için duvardan atlayıp girdiğini biliyoruz. Türkiye'deki en büyük caz orkestrasının şefidir Ruacan, bize gitar çalmaktan keyif alıyor. Kaldı ki, onun yaptığı caz müziği, biz onun kadar sofistike caz da yapmıyoruz.
- Erkut Taçkın: Mesela mikrofon başına geçtiğinde iyi para alıyorsun. Oysa konser başladığında ne para kalıyor kafada, ne dert. Kendimizden geçiyoruz, saatlerce dans ettiğimiz oluyor.
Bu, müziğe yakınlık denizcilere has bir şey midir? Karacılar ve havacılar müziğe bu kadar önem veriyor mu?
-GY: Yok. Bizde caz dersleri bile vardı. Zaten biz yarı kaçak konserler verirken, büyüklerimiz bize, ‘‘Eh, başarılısınız ama klasik müzik çalsanız daha iyi olur’’ derlerdi.
Kurumla ilgili büyük işler yapanlar taltif edilir. Sizle ilgili böyle bir durum yaşandı mı Deniz Harp Okulu'nda?
- Ersin Yüce: Deniz Harp Okulu'nun müzesinde var resimlerimiz. Zaten bizden sonra kırk yıl geçti, bizim gibi müzikle uğraşan bir topluluk çıkmadı.
Harp Okulu'nda okuyup, aynı zamanda konserler vermek imkansızmış gibi geliyor. Askeri disiplin altında nasıl oldu bu?
-EY: Tabi ki. Çok sıkıntılar çektik. Ama hepsi geride kaldı, yaşanmış şeyler. Üzerinde durmaya gerek yok.
Basın, konserlerinize yer verdiğinde sıkıntı olmuyor muydu?
-EG: O zamanın gazetecileri özel durumumuzu bilirlerdi, ve sorarlardı izinli mi, izinsiz mi, diye. Ona göre yazarlardı. Yalnız bir kez hiç unutmam HEY Dergisinde yazılmıştı, ona da yetişip, baskıya girmeden çıkarttık.
Somer Soyata ismi nasıl doğdu?
-EG: Avrupai bir isim olsun istedik, Somer'i uygun gördük. Nişanlımın soyadı Atasoy'du. Onu da ters çevirdik. Somer Soyata oldu, güzel bir sound çıktı. Bazı yerlere müsaade ediliyordu, oraya Deniz Harp Okulu Orkestrası olarak gidiyorduk.
Bu kadar sene sonra bir araya gelmek burukluk yarattı mı?
-GY: Burukluk var tabi. Fakat biz zamanında yapmaktan çekinmediğimiz şeyler sayesinde iç huzurumuzu sağlamış bulunuyoruz.
-EG: Fakat şunun özellikle iyi bilinmesini istiyoruz. Orduda da bize verilen her vazifeyi de eksiksiz yerine getirdik.
-ET: Ve ömrümüz vefa ettikçe bu birlikteliği sürdürmek istiyoruz. Çünkü müzik bırakılmaz sahne bırakılır.
Grubun yükselişini ve popülaritesini 27 Mayıs ihtilaline bağlayanlar var.
-EY: Kesinlikle ilgisi yok. Sadece ihtilal olunca hazine yararına konserler düzenlendi. Ve çok ilginçtir konser girişinde zıpkın gibi bahriye alayları sıraya dizilmiş. Ve dev afişte şu yazıyor: Deniz Harp Okulu Orkestrası Vokal Grubu Somer Soyata ve Arkadaşları. Yasakladıkları ismi kullanıyorlar yani. Her Cumartesi, İstanbul Radyosu'nda çıkardık. Ankara Radyosu bizden birkaç saatlik program aldı, bölmüş onları yirmişer dakikaya, altı ay bizi çaldı. Fakat o iş bitti, hepimiz bir yere tayin edildik. Dağıldık yani.
ELEKTRO GİTARI ERKİN KORAY DEĞİL BİZ GETİRDİK
Dışarıdan elektro gitarı getirdiğimizde bize sorarlardı, üzerinden kamyon mu geçti bunun'diye. Masif ya, diğerleri gibi içi oyuk değil. Türkiye'ye elektro gitarın Erkin Koray'la birlikte girdiği söylenir. Fakat işin aslı öyle değil. Erkin aslında piyano çalardı ve çok da güzel çalardı. Zaten iki kişidir, bizden sonra meşhur olan. Biri Erkin Koray, diğeri de Barış Manço.