Güncelleme Tarihi:
Sarayın İmgeleri, 16. yüzyılda yazılmış resimli kitaplar üzerinden bir Osmanlı tarihi okuması yapıyor. Bunun genişletilmesi ne kadar mümkün?
- Resimli Osmanlı tarih kitapları, üzerinde çalıştığım 1566-1603 tarihlerinden önce ve sonra da yapılmış ama sayıları bu dönemde özellikle çok. Önceki ve sonraki dönemleri daha iyi anlamak için bu diğer kitaplara tabii ki bakılabilir, bakan sanat tarihçileri de var. Ama 16. yüzyılın ikinci yarısı bu açıdan özellikle zengin bir dönem, elimizde başka dönemlerden olmadığı kadar çok malzeme var. İkinci Osman döneminden sonra resimli tarih pek yapılmamış. Ama 18. yüzyılın başında yeniden kısa süreli bir hareketlenme var. Diğer dönemleri anlamak için resimli tarih kitapları değil başka sanat eserlerine, mesela murakkalara ve edebi eserlere bakmak gerek.
Giriş bölümünde, saray içinde bir kitap okuma/dinleme sürecinden söz ediyorsunuz. Eskiden her evde akşamları tertip edilen bir okuma saati geleneğine saray ve çevresinde gerçekleşen bu okuma-dinlemenin etkisi var mı sizce?
- 16. yüzyılda saray ötesindeki çevrelerde de kitap okunduğunu hareketli kitap pazarından biliyoruz. Ayrıca sarayda yetişen devşirmeler ve Harem’de eğitilen kızlar kendi evlerini kurduklarında sarayda edindikleri kültürü imparatorluğun çeşitli köşelerine yayıyorlar, dolayısıyla kitap kültürü de onlarla beraber dolaşıyor. Ama hatırlamak gereken bir diğer nokta da bu dönemlerde çok kuvvetli sözlü edebiyat geleneği olduğu. Dolayısıyla evlerde ya da kahvelerde hikâyeler anlatılır, toplu halde dinlenirmiş. Belki de ‘okuma-dinleme’den daha da yaygın olan bir ‘anlatma-dinleme’ geleneği olduğunu belirtmek gerek... Ama etkisinin olmadığını da söyleyemeyiz elbette.
Osmanlı döneminde yazılan/yazdırılan resimli tarihlerin ‘emperyal kimlik’ oluşmasında ve bu anlayışın yaygınlık kazanmasında etkisi nedir sizce?
- 16. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı sarayında daha önce benzeri görülmemiş bir yoğunlukta resimli Osmanlı tarihi kitapları üretiliyordu. Hazinedeki diğer kitaplar gibi bunlar da hem padişah ve yakınları tarafından hem de sarayda eğitilen acemioğlanlar (devşirmeler) tarafından okunuyordu. Bu kitaplar Osmanlı saray halkının yakın geçmişini idealize edilmiş bir şekilde anlatıyordu. Dolayısıyla saraydaki çokkültürlü çevrenin eserleri olarak görmeliyiz bunları. Neresinden baksanız sarayda iki bin insan yaşıyordu, hepsi tarafından okunmasa da hepsi tarafından bu kitaplar ve anlattıkları özetle imparatorluğun hikâyesi biliniyordu, konuşuluyordu. Bu devşirme gençler ileride imparatorluğun çeşitli yerlerinde görevlere atandıklarında sarayda öğrendikleri bu kültürü ve tarih bilgisini de yanlarında götürüyorlardı. Ayrıca bu kitapların yapımı için bir Osmanlı görsel üslubu gelişti zamanla. Aynı zamanda tarih yazımı dili olarak Farsçadan Osmanlıcaya geçildi. Yani bu kitaplar hem ‘emperyal kimlik’le birlikte oluştu hem de onun pekişmesine ve yayılmasına katkıda bulundu.
Kitapta görüyoruz ki hamiler değiştikçe kitapların da içeriği değişiyor...
- Evet, kesinlikle öyle. Mesela 1570’lerde Sokollu desteğiyle yapılan projeler imparatorluğun ve sarayın ideal düzenini ve sadrazamın o düzen içindeki yerini ele alıyor, özellikle de Süleyman dönemine yer veriyorlar. O dönemi ideal olarak gösteriyorlar. 1578-90 Safevi-Osmanlı savaşları sırasında yaptırılan kitaplar hamileri olan askeri sınıfın etkisi altında Osmanlı’nın askeri kuvvetini öne çıkarıp hem padişahı askeriyenin bir parçası olarak gösterip hem de askeriyeyi sarayın en önemli kuvvet grubu olarak tanıtıyorlar. Mehmet ve Gazanfer ağaların kitaplarıysa padişahın İstanbul’daki yerleşik hayatına daha fazla yer verip ya Sûrname gibi kutlamaları ele alıyor ya edebi konulara eğiliyor ya da Miftah-i Cifr ul Cami gibi kıyamet alametleri ve batıni ilimleri de kapsayan dinsel konuları ele alıyorlar. Eserlerin dili de değişiyor. Sokollu için yapılan kitapların bir kısmı Farsça. Gazanfer Ağa ise Osmanlıcaya tercüme ettiriyor birçok eseri. Görsel dil de yavaş yavaş değişiyor. 1570’lerde yapılan eserlerdeki ihtişam 1590’larda yerini daha sade, daha samimi ya da kişisel bir görsel dile bırakıyor.
Sokollu’nun propaganda amacı güden kitaplara hamilik ettiğini söylüyorsunuz. Benzer şekilde kişisel çıkar, manipülasyon amacı güdenler var mıydı?
- Sokollu için yapılmış eserlerde kendi ‘kariyeri’ kadar devletin iyiliği gayesi de etkili. Bunları birbirinden ayırmak zor, başarılı olmalarının sebebi de bu bence. Bilhassa özgünlük açısından değerlendirecek olursak hepsi için yapılmış çok ilginç eserler var. Aslına bakarsanız üçü de çok farklı tipler ve hamilikleri de geniş bir yelpazeye yayılıyor. Sokollu’nun ciddi bir entelektüel olduğu yadsınamaz, Gazanfer Ağa’nınsa edebiyata olan ilgisi kuvvetli. Onların kitaplarını Mehmet Ağa’ninkilerden daha özgün buluyorum. Ama gelgelelim Mehmet Ağa’nın önayak olmasıyla yapılmış Sûrname var tabii, o da çok değişik bir sanat eseri.
Ele aldığınız resimli tarihlerin minyatürlerini mukayese ettiğiniz zaman, sizce en başarılı olanı hangisi? Neden?
- En başarılı olanlar Hünernâme’nin ikinci cildi yani Süleyman’ı ele alan cilt ve Nusretnâme. Hem görsel olarak kuvvetli eserler hem de mesajlarını çok etkili vermişler. Mesela Hünernâme’deki unutulmaz bir resim Sokollu ile ilgili bizim bugün düşündüğümüz pozitif şeylerin kaynağı gibi neredeyse: Varak 276a’da Zigetvar seferine giderken Süleyman’ı gösteriyor, atının üzerinde ve Sokollu hemen onun yanında yürüyor, padişaha resmen destek oluyor! Atın üzerinde durmasına yardım ediyor. Süleyman bir eliyle Sokollu’nun omzuna dayanmış, Sokollu ise bir eliyle uzanıp padişahı tutmuş. Bir resim bin kelimeye bedel derler ya, bu da öyle. Etraflarındaysa tüm ihtişam ve düzeniyle Osmanlı ordusu var. Nusretnâmeyse biraz Özdemiroğlu Osman Paşa’nın kariyerine destek olmak için yapılmış. Padişaha sunulmasından kısa bir süre sonra Osman Paşa sadrazam oluyor, kitap da amaçlarından birine erişmiş oluyor böylece. Ama bunun da ötesinde, hem görsel hem de sözel olarak çok kuvvetli bir eser, göz kamaştırıcı güzellikte.