Güncelleme Tarihi:
Deniz İnceoğlu - dinceoglu@hurriyet.com.tr
“46 yılda ‘bin’ eser”. Nasıl hissetiriyor size bu cümle? Neler geliyor gözünüzün önüne?
- 46 yıldır sadece inandığım şeyi yaptım. Yaşamı tanımlayabilmem, öneri getirmem, soru sormak ve yanıt alabilmemin olmazsa olmazıdır resim. Yaşadığım coğrafyadan hareketle, kültürel ve toplumsal değerlerin evrensel bir dille dışavurumu, biçimsel değişimler geçirmesine rağmen, şaşmaz biçimde başlangıçtan günümüze yaşama dair artı ve eksi değerlerin bir sunumudur yaptıklarım. Üreterek doğruyu bulmaya çalışıyorum. Açıkçası ne kadar sayıda ürettiğimi hiç hesaba katmadım. Başlangıçtan bugüne sanatımın tarihsel bir sıralamayla evreleri bilinçle incelendiğinde, bir biçimin dış görüntüsünü kaybederek özde, nasıl bir sonuca ulaşıldığı rahatlıkla görülür. Bugün geldiğim nokta, algılanabilir dış görüntünün daha ekonomik kullanılmasına karşın, ‘öz’ün daha ön planda vurgulandığı ve biçimi anlamın gerisinde bırakan bir yapının irdelendiği bir dilin kulvarıdır.
Sergi için 150 eseri seçme fikri nasıl geldi kulağınıza, zor olmuş olmalı? Neye göre ve nasıl yaptınız bu seçimi?
- Sergi salonunun fiziki koşulları, sınırlı sayıda yapıtın sergilenmesine olanak veriyor. Üstelik bu kadar büyüklükte bir sergi salonu İstanbul’da yok diyebilirim. Koleksiyonerlere ulaşmak ve resimleri alabilme konusunda da zorluklar yaşanabiliyor. Ulaşamadığımız koleksiyonerler de oldu. Son üç dört yıldır küçük boyutlu sergiler dışında ürettiğim eserleri aklımda hep olan retrospektif bir sergi için saklamıştım. Bu sergi ve kitap bahanesiyle her ikisi de gerçekleşmiş oldu. Ancak kitapta olabildiğince ayrıntılı olarak sunulan ve olabildiğince tarihsel sıralaması ön planda tutulan yaklaşım biçimini (zamanın da kısıtlı olması dolayısıyla) sergide gösterme şansı pek yok. Ona rağmen farklı dönemlerden sanatsal gelişimimi anlatan önemli eserler sergide görülebilir.
Sanat yaşamınızı belli bölümlere ayıracak olsanız, hangi yılları hangi durumlarla anlatırdınız?
- 1968’den 80’lere kadar süren toplumsal çalkantıların bir sanatçının tuvallerinde yer alması doğaldır. İşte bu dönemde, biçim ve içerik ilişkisinin tuvallerimde ısrarla vurgulandığı görülür. Sergide de örneklerini görebileceğiniz, Abdi İpekçi’ye Saygı, Çelişki, Ağıt-Sabra ve Şatilla, Memleketim gibi eserler bu dönemin tanıkları. Bugüne gelindiğinde, biçimsel dış görünüşün ekonomik kullanılmasına karşın, içeriğin daha ön planda tutulduğu, özellikle yaşadığım coğrafyanın kültürel birikimlerinin tuvallerime ilavesiyle görsel bir değişimden sözedilebilir. Başta sanatçının yapısal değerleri özne olmakla birlikte, edinilen bilgilerin ‘öz’le buluşmasıdır. Özellikle jest, kaligrafik değerler içerikle doğru orantılı olarak kullanılır. Resmimde hiç eksik olmayan biçimi renkle anlatmak sorunu resmimin temel enstrümanlarından birini oluşturur. 15 ve 17. yy. İznik çinileri, minyatürler başvurduğum kaynaklardan. Biçimsel deformasyonların renkle tarifi, bugün geldiğim noktada zamanın ‘an’la sınırlandırılarak jestin denetlenebilir bir dışavurumla sunulmasıdır.
Renkleriniz her zaman çok canlı. Hiç karamsarlık yaşadığınız dönemler, işler oldu mu?
- Renkçilik yapıyla ilişkili olmakla beraber, renge dair edinilen bilgiyle anlatımın daha gerçekçi bir düzeye geldiği söylenebilir. Psikolojik her durumun dışavurumu, kullanacağınız rengi de beraberinde getirir. Bütünüyle değil ama dramatik işlerimde zaman zaman koyu armonileri kullandığım oldu. Kaldı ki sanat tarihine bakıldığında Gauguen, Matisse ve Mondrian öklidyen bir espası kaldırarak resmi yüzeye çekmiş ve neredeyse renk, resmin temel ögesi olmuştur. Yüzyılın başlarında kuzeyli dışavurumcuların yapıtlarında rengin birinci derecede rol oynadığı açıkça görülür.
46 yıla baktığınızda, pişmanlıklarınız oldu mu?
- Hayır.
Peki, en çok hangi döneme geri dönmek isterdiniz?
- Hiçbirine. Çünkü gelecek var.
İlk dönemde ürettiğiniz işlerle şimdiyi karşılaştırmanız gerekse, teknik açıdan farklılıklar görüyor musunuz?
- Tuval karşısındaki ürkekliğim ve çekingenliğim hiç değişmedi. Ancak düne göre bugün savaştığım tuval yüzeyine nasıl davranmam gerektiğini biliyorum. Coğrafi ve evrensel kültürlere ve sanat tarihine daha bilinçli, kuş bakışı bakabiliyorum.
Peki, 46 yılda hayata bakışınızda, sanatınızla dışa vurduğunuz konularda değişiklikler oldu mu? Ya da olmadıysa bunlar 46 yıldır hangi konular?
- Nesnel gerçekle insan arasındaki estetik bir ilişki olarak tanımlayabileceğim sanat, zamanla doğru orantılı olarak bende de bir değişime uğramıştır. Her şeyin karşıt biçimine dönüşerek geliştiğine inanırım. Bugün ürettiklerim bu inancın somutlaştırılmasıdır.
67’den günümüze kadar tüm ürettiklerimin içinden çıkarımları ve ekleri kitapta tarihsel bir sıralamayla görülebilir. Çok farklı araştırmalar olmakla birlikte ana kulvardan ayrılmadığım rahatlıkla gözlemlenebilir.
‘Mustafa Ata – Retrospektif 2012’ sergisi, 30 Ocak 2013’e kadar MKM Beşiktaş Çağdaş Salonu’nda görülebilir.
(212) 351 93 90