Güncelleme Tarihi:
Rehberimiz Bronson’la Antigua’dan otobüsle hareket ediyoruz; hedefimiz 1.5-2 saat sonra, seyahatin başından beri merakla beklediğimiz Chichicastenango (Chi-Chi) pazarına varmak. Daracık yollardan, yaklaşık 2000 metre rakımdaki şehre doğru ilerliyoruz. Sağımızdan solumuzdan ‘piliç otobüsleri’ hızla geçiyor. Amerikan filmlerinden aşina olduğumuz sarı renkli, burunlu, okul servis otobüsleri bunlar. Guatemala’da rengârenk boyanıp toplu taşımada kullanılıyorlar. Guatemala, ABD’nin en büyük kullanılmış araç pazarı. Otobüslere bu ismin neden verildiğini bilen yok; herkes kucağında piliciyle bindiği için mi, tavuk çiftliklerindeki kadar sıkış tıkış oldukları için mi bilinmez. Her biri yarış arabası mübareklerin; bol virajlı, daracık yollarda, ön ya da arka tekerleri boşlukta, son hızla yol alıyorlar.
OMUZDA KUŞ, BELDE KEMER ERKEĞE MESAJ
Chi-Chi’ye yaklaştıkça, dünya çok daha renkli bir hale geliyor. Tüm kadınlar rengârenk yerli elbiseleriyle dolaşıyorlar burada; renkler ve desenler inanılmaz güzellikte. Mor, kırmızı, turuncular, mavinin en güzeli, yeşilin bin bir tonu, sarının en canlısı, çiçek ve kuş motiflerinde; çizgilerde, ekoselerde. Biz bu renk ve desen çeşitliliğinden adeta sarhoş olmuşken, bunların pek çok anlam taşıdığını öğreniyoruz. Giysinin renk ve deseninden, dokuma cinsinden kadınların köyü, medeni durumu, çocuklu, çocuksuz ya da dul oldukları anlaşılıyormuş! Gerçekten de dikkatli bakınca, kadınların grup grup, aynı renk ve desenlerde giyindiğini fark ediyoruz biz de. Bu eskiye dayanan bir gelenek; bir zamanlar buralarda 400 civarında çiftlik varmış, toprak sahipleri maiyetlerindeki Mayaları diğerlerinden ayırt etmek için özel kumaş dokuturlarmış. Bu inanılmaz güzellikteki giysilerin kökeninin bir tür üniforma olduğunu öğrenmek çok hoşumuza gitmese de keyfimizi bozamıyor.
Giysilerin üzerindeki ufak detaylar ise kadının medeni durumunu yansıtıyor; göğüste bir çiçek, omuzda bir kuş deseni, belde kalın ve sımsıkı bir kuşak, evlenmeye hazırım anlamına geliyor! Bu kıyafetler giyilip, Chi-Chi’nin sebze pazarına gidiyorlar kızlar aileleriyle birlikte. Pazar kapalı bir binanın giriş katında; çeşit çeşit meyve ve sebzeyle, kadınların giysileri tam bir renk cümbüşü oluşturuyor. Tavanı iki kat yüksekliğindeki dikdörtgen pazar yeri çepeçevre bir iç balkonla çevrili. İşte bu balkondan da bekâr delikanlılar alt katta alışveriş yapanlar arasında, göğsü çiçekli, omzu kuşlu, beli kuşaklı kızları gözlerine kestirip, babalarından istiyorlar!
KADIN OLMAK ZOR
Evlilik kızın babasının kararıyla gerçekleşiyor, köylerde genellikle çok genç yaşlarda, başlık parası da cabası! Evli çift 3 yıl damadın ailesiyle oturmak zorunda; erkek çocuk bu süre zarfında çalışıp, kazandığını aileye vererek borcunu ödüyor, kız ise damadın annesinin eğitiminden geçiyor! Sonuç olarak genelde orada kalıyorlar; babanın evinin yanına bir göz oda ilave ediliyor; ikinci erkek evlenince bir tane daha; böylece bir bahçe içinde, eften püften, birbirinden farklı ama birbirine bitişik bir binalar zinciri oluşuyor. Aslında neden tamamen ekonomik; Guatemala’da ekilebilir toprakların çoğu devlete ait. Ailenin büyüklüğüne göre köylüye veriliyor!
Sebze pazarını, birbirine göz süzen genç erkeklerle kızlara bırakıp, dalıyoruz rengârenk örtülerin, şapkaların, bilekliklerin, boncukların, dokumaların ve onlardan daha renkli insanların arasına! Etrafa bakınmaktan, alışveriş yapmaktan yorulunca atıyoruz kendimizi Santo Tomas Kilisesi’nin yüksek basamaklarına; Maya kadınları ve çocuklarını seyre koyuluyoruz. Kilisenin yanında, 1500’lerde yapılmış bir de Dominiken Manastırı var ki; Mayaların ünlü el yazması Popol Vuh 17’nci yüzyılın sonlarında, burada bulunmuş.
Vaktimizin dolmasına yakın, rehberimizin daha önce gösterdiği, patiosu harika tropik bitkiler ve yemyeşil papağanlarla dolu restorana gidip Sol biralarımızı yudumlayıp, takoları kemiriyoruz.
Tanrı Maximon’a ver sigarayı içkiyi, gönder düşmanına kötülüğü
Yine heyecan dolu bir otobüs yolculuğu! Yerel kıyafetli kadınların yanı sıra, yerel kıyafetli erkekleri de gördük ilk kez; genelde çizgili kumaştan diz altında biten bir tür anvelop etek, üstünde bol kollu beyaz gömlek, belde rengârenk bir kuşak ve pelerin, tabii başta da mutlaka bir şapka! Kadınlar çocuklarını vücutlarını çapraz bölen bir geniş atkı içinde taşıyor; çocuklar tam yanda, bacakların biri annenin önünde, biri arkasında. Bu nedenle, çarpık bacaklı çocuk çok fazla ama müthiş pratik bir taşıma yöntemi; acıkınca hemen memeye uzanabiliyor, anne bir yandan çocuğunu doyurup uyuturken, iki eli de serbest olduğu için bir yandan da her türlü işi yapabiliyor. Solola’dan geçtik; dünyanın herhalde en renkli, en neşeli mezarlığı burada! Sarılar, maviler, yeşiller, morlar; insanın içinden mezara gidesi geliyor, sonra bunun ne anlama geldiğini düşününce tabii hemen vazgeçiyor.
Yaklaşık iki saat süren bu keyifli yolculuktan sonra, 1968’de hippi gringoların çokça geldiği Panajachel’den, çocuk kaptanların kullandığı motorlarla Atitlan Gölü kıyısındaki otelimize gidiyoruz.
Atitlan, üç yanardağla çevrili, dünyanın en derin volkanik gölü. Denizden 1500 metre yükseklikte ve 320 metre derinlikte. Kıyılarındaki köylerde yerliler yaşıyor. Müthiş villalar da var tabii. Gölde yolculuk müthiş bir keyif, gidilen kasaba ve köylerse gerçekten otantik. Bunlardan en bozulmamış olanlarından biri, Santiago Atitlan.
Santiago Atitlan’ın daracık sokaklarında, müthiş bir yoksulluk içinde ilerliyoruz; hedefimiz kötü tanrı Maximon’a (Moşemon diye okunuyor) ulaşmak. Maximon, kökeni tam da bilinmeyen bir tanrı. Başında fötr şapkası, boynunda rengârenk fularları, ağzında yanan sigarası, önünde içki şişesiyle bir tanrıdan çok, gençliğimizin Gırgır dergisi tiplemesi İspati Necati’yi hatırlatıyor! Maximon, her yıl başka bir evde ikamet ediyor; onu misafir etmek tabii ki büyük şeref, galiba biraz da gelir. Maximon’un bulunduğu eve yerel rehber Bronson’un önderliğinde ilerliyoruz; tek kişinin geçebildiği daracık yollardan, tek odada 8-10 kişinin yaşadığı evimsi derme çatma yapıların arasından, tepemizde örümcek ağı gibi birbirine dolanmış elektrik tellerinin gölgesinde, kötü tanrının ikametgâhına geliyoruz. Tabii içeri girmeden hepimiz adına bir bağış yapılıyor ev sahibine. Sonra Maximon’un yanına gidip, dilek tutup, resim çektiriyoruz. Maximon’dan kötü dileklerde bulunuluyor; terk eden sevgilinin boyu posu devrilsin, zam isteyen ev sahibi gün yüzü görmesin gibi! Kimse için kötü dilekte bulunmak istemiyorum ama fırsatı da değerlendiriyorum: Barışa karşı çıkanlar Allahından bulsun!