Oluşturulma Tarihi: Haziran 08, 2002 20:54
Yalan yanlış işler üzerine yaptığım girizgah beni bir başka konudaki düşüncelerimi de yazmaya mecbur etti.
Reklamların hayatımızdaki önemi yadsınamaz. Ayrıca iyi bir reklamın her anlamda büyük önemi olduğunu düşünenlerdenim. Ama ‘‘reklamın kötüsü olmaz’’ palavrasına da katılmıyorum. Reklamın da pekala kötüsü olabiliyor. Üstelik bu -hadi kötü demeyeyim ama yanlış- reklamlar, tüketiciyi yanlış bilgilendirmekte.
Bir aralar ünlü bir markaya ait fırının reklamı yapılmaktaydı. O reklamdaki balığı hiç unutmuyorum. Fırından çıkan tepsideki balığın gözleri öylesine canlıydı ki, sanki denizden yeni tutulup gelmiş gibiydi. Reklamı hazırlayanlar arasında kimse pişmiş
balık görmemiş olmalı ki, pişen bir balıkta gözün saydamlaşmış olması gerektiğini bilememiş. Aslında hatanın kökenini tahminde zorlanmıyorum. Çoğu reklamcı, gerçek anlamda pişmiş yiyeceklerin çiği gibi albenili durmadığını bilir. Balık da bu nedenle çok az pişirilmiş olmalıydı. Nasıl olsa, tüketici televizyonun içine elini uzatıp balığı tadacak değildi. Ama bunun basit hilesi kimsenin aklına gelmemiş: Balığın gözünü iğneyle patlacak olursanız donuklaşır ve balığa pişmiş izlenimi kolayca verilebilir!
Son günlerde ise bir 'taze sıkma' zeytinyağı reklamını yine televizyonda sık sık görmekteyim. İşin bildiğim bazı ticari ayrıntılarına girmeyeceğim. Sadece şunu hatırlatayım. Reklam filminde bir çocuk, yerde bulduğu bir zeytini alıyor ve bir maratoncu gibi koşarak zeytini sıkılmak üzere bekleyen yığının üzerine bırakıyor. Mesaj ilk bakışta çok etkileyici görünmekte. Yalnız unutulan bir nokta var ki bence çok önemli. Toprakla temas etmiş olan zeytin, daha o anda kalitesini büyük ölçüde yitirir. Çünkü önce yere düşme sırasında zeytin zedelenir ve hemen fermantasyon başlar. İkinci olarak da toprağa temasla birlikte zeytin topraksı bir tat edinir ve bu tat yağda da devam eder. Bu nedrenle 'dip zeytini'nin yağı değersizdir.
Garip bulduğum böylesine büyük bütçelerle yapılan işlerde denizin aşılıp derede boğulunması...