Nur BATUR
Oluşturulma Tarihi: Kasım 06, 2005 00:00
Odaya girer girmez 2.5 yaşındaki kızı Fatma Dilara’yla 9 yaşındaki oğlu Kerem’in gülen fotoğrafları gözüme çarpıyor. Fotoğrafların hemen yanında da üç bilgisayar ekranı. Her sabah önce sağdaki ekrana baktığını söylüyor. Aklında hep aynı soru var: Faizler ne durumda? Döviz kurları oynadı mı?
Sonra da Bloomberg ve Reuters ekranlarından dünya borsalarını izliyor. Ali Babacan, eliyle sağ ekrandaki faiz oranını gösteriyor bana. ‘En önemli rakam bu’ diyor. Bakıyorum. Ekrandaki rakam 14.02. ‘Ben bu masaya oturduğum zaman bu rakam 66’ydı’ diyor. Sonra da Çıkrıkçılar Yokuşu’ndaki dükkanlarında dedesinden aldığı öğüdü anlatıyor: ‘Rahmetli dedem derdi ki, ilk kuruşu kazanmak son lirayı kazanmaktan daha zordur. Ekonomide ilk 3 yılımız zordu. Ama güveni sağladık. Şimdi işimiz daha kolay. Hele hele 3 Ekim’den sonra apayrı bir ortama girdik.’ Babacan’la, Başmüzakereci olduğu günden beri ne zaman bir yerde karşılaşsak, ’En kısa zamanda bir söyleşi yapalım’ diye konuştuk ama bir türlü olmadı. Sonunda Babacan bir cumartesi öğleden sonrasını söyleşimize ayırdı. Hazine’deki odasında buluştuk.
37 yaşındaki Türk ekonomisinin patronuyla ilk bakan olduğu günlerde Dünya Ekonomik Forumu’nun Atina’daki bir sabah kahvaltısında tanıştık.
O zaman son derece dikkatli hatta çekingendi. Aradan geçen zamanda köprülerin altından çok sular akmış. 3 Ekim’de AB’yle müzakerelerin başlamasından bu yana ilk kez konuşuyor Babacan. Önce masasındaki ekranlardan faizlere bakarken kulislerde çokça duyduğum iddiayı sordum:
‘
Ekonomi iyi gidiyor gibi görünüyor ama ya piyasadaki 40 milyar dolar sıcak para çekilirse ne olur? Yine 2001 krizi benzeri bir kriz yaşanmaz mı?’
Babacan kendisinden emin konuştu: ‘
Hayır bir daha Türkiye, 1994 ve 2001 krizlerini yaşamaz. Ekonomide güveni oluşturduk. Güven ancak uyguladığımız politikalara taban tabana zıt, hedeflerle alakasız bir adım atarsak ciddi biçimde sarsılabilir. Şeffaflık çok önemli, politikalarımızı açık açık ilan ediyoruz. Devlet İstatistik Enstitüsü, ilk defa hangi veriyi hangi gün ve saatte açıklayacağını ilan ediyor, o saatte hepimiz öğreniyoruz. Ben otuz saniye önce sormuyorum. Zaten sorsam da söylerler mi bilmiyorum. Denemedim.’
Babacan yerdeki halıyı gösterip konuşmaya devam ediyor: ‘
Yıllarca hazinenin borç stokunun gerçek rakamları tartışılmış; bir kısmı açıklanmamış bir kısmı gizlenmiş. Mesela kamu bankaları Türkiye’nin kamu borç stokunun gizlendiği yerler olmuş, halının altına süpürmek gibi. Bunlar tamamen tertemiz hale geldi. Dünya standartlarında veriler açıklanıyor.’
Babacan’ın bir omuzunda 2001 krizi sendorumundan hálá kurtulamayan Türk ekonomisi var. Diğer omuzunda ise Türkiye’yi bir türlü içine sindiremeyen Avrupa Birliği. Ama masası, ödevini yapmış bir öğrencininki gibi. Ne yığılmış dosyalar ne de orada buraya dağılmış kağıtlar var. Her şey öyle düzenli ki, şaşırıyorum.
‘Günde k
aç saat çalışıyorsunuz’ diye soruyorum.
‘
4-5 saatten fazla uyumuyorum’ diye gülümsüyor.
‘İyi de Polonya, Macaristan gibi ülkeler 300 kişilik müzakere heyetleri kurdu. Siz neden yapmıyorsunuz?‘ Çünkü Ankara kulislerindeki kuşkular hálá dağılmış değil. ‘
Hükümet AB’yle müzakereleri ciddiye almıyor. Gizli bir gündemi var’ diyenler hiç de az değil. Babacan bu bakışa katılmıyor. Onun AB’yle müzakere modeli çok farklı: ‘
AB’yle push (itmek) değil pull (çekmek) stratejisi uygulayacağız.’
MASAYI YALNIZ KALDIRAMAM
İyi de bu strateji dağınıklık yaratmaz mı? Babacan ‘
Hayır‘ diyor:
‘
AB’yi iyi bilen birisini getirip, reformları yapmasını beklemek yanlış. Bürokratlarımız işlerine hakim. Şimdi AB müktesebatını öğrenmeleri gerekiyor ki, bundan sonra ne yapacaklarını da öğrensinler. Biz Türkiye’yi bilen kadroları yok sayıp, hiç tanımayan birilerine hadi yap diyemeyiz. Bizim modelimiz biraz daha zaman alacak, sindire sindire gidecek. Ama olsun.’
Bir an duruyor
Atatürk tablosunun önündeki çalışma masasını gösteriyor:
‘
Bakın ben bu masayı tek başıma kaldırabilir miyim? Hayır. Ama herkes bir ucundan tutarsa kolayca kaldırırız. Ben sadece onları koordine edeceğim. Tek bir kuruluş yetkili olmayacak.‘
Nedir push-pull stratejisi
Türkiye farklı bir ülke. Daha önce yapıldı. Bürokrasi tepede alınan kararları uygulamıyor. Eskiden kuruluşlara, al bu reformları uygula, yani ‘push’ derlerdi. Şimdi tam tersine ‘pull’ yani reformun ihtiyacını anlayıp buna talep oluşturacak bir strateji uygulamamız gerekiyor ki o kurumlar bunu benimsesin, bunun kamuoyuna tanıtımını yapsınlar, kendileri savunup anlatsınlar, Türkiye’nin reformu olsun bu. AB’yle temasları yürütecek 3-5 kişi, reformları yapacak sonra da bizim bakanlıklarımıza verecek, alın yapın bu reformları diyecek. Belki bu demirperdeden çıkan ülkelerde olur ama bizde olmaz. Kamuda çalışanlarımızın sayısı pek çok Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla. 2 milyon 300 bin. Bunu görmezden gelemeyiz ve amacımız görüntü açısından bir şeyler yapıyor olmak değil. Uygulamada bir yerlere gidiyor muyuz? Bu önemli.
AB üyeliği bir tane tamı yarımı yok
3 Ekim’de AB ile müzakereler başlamasaydı ne olurdu? Kriz patlamasından korkmadı mı? Hayır, diyor Babacan: ‘
Piyasalar biraz olumsuz etkilenirdi ama 2001 gibi, 1994 gibi piyasaların tamamen çökmesini beklemedik. Çünkü aylar önce olumsuz bir senaryoya karşı hem zihnen hem teknik olarak hazırlandık. Türkiye ekonomik sonuçlarına katlanamaz, nasıl bir belge çıkarsa çıksın kabul etmek zorunda kalır, diye bir izlenime kesinlikle müsaade etmedik.’
‘Müzakerelerin bitmesi önemli değil. Yeter ki Türkiye bu süreçte kalsın’ diyenler de var. Genç Başmüzakereci, bu bakışa katılmıyor: ‘
Türkiye değişimi yaşayacak. Belki kısa vadede bazı güçlükler olacak ama önünde açık seçik bir hedef varsa bu süreçten geçebilir. Yoksa bu süreç başında tıkanır. Üyelik bir tane, tamı yarısı yok.’
HEM AVRUPALI’NIN HEM DE TÜRK’ÜN ÖNYARGILARI NASIL ÇÖZÜLECEKBabacan, AB sürecinin başarısını, hem Türk hem de Avrupa kamuoyuna ulaşmada görüyor
. Bu belki müzakerelerden bile önemli. Türklerin kafasındaki
‘AB bizi bölecek’ korkusu nasıl aşılacak? Avrupalının, 10 yıl sonra ‘Türkiye’ye evet‘ diye oy atması nasıl sağlanacak? Babacan itiraf ediyor: ‘
Daha yolun başındayız.‘ Henüz bir tanıtım stratejisi yok. Hem TED Ankara Koleji’ni hem de ODTÜ Endüstri Mühendisliği’ni birincilikle bitiren Başmüzakereci dersini iyi çalışmış ve geleceğe umutla bakıyor ama işi çok zor.
İKİ MAYINLI ALAN
KIBRIS
2006’ya kadar bu işin BM’de çözümü gerekiyor
Kıbrıs yüzünden müzakerelerin tıkanmasından korkuyor mu?
‘Kıbrıs hep gelecek, duracak gündemde. Başka konular da yavaşlatabilir süreci. Ama biz üyelik dedik ve yola çıktık. Bu yol rahat, çok şeritli bir otoban değil tabii ki, inişli-çıkışlı zor bir yol.‘
Rum yönetimiyle Gümrük Birliği’ni genişleten uyum protokolünü TBMM’nin onayına sunacak mısınız? Babacan ipe un seriyor:
’Meclis çok yoğun. Yıl sonuna kadar bütçeyle bloke durumda. Bugün için gündemimizde yok.’ İyi de AB, Rum gemilerine ve uçaklarına liman ve havaalanlarınızı açın, diye baskı yapıyor? Babacan’ın yanıtı çok açık:
‘Tüm taraflar tüm kısıtlamaları eşzamanlı kaldırsın, diyoruz. Bu bir açık çek.
Çerçeve Belgesi’ne göre 2006’da durum gözden geçirilecek. Bu işin BM sürecinde kapsamlı bir çözümü gerekiyor. Aksi halde bu konu önümüzdeki yıllarda hep karşımıza çıkacak. Onun için de Kıbrıs Rumlarını masaya oturtmamız gerekecek. Onlar ise kaçıyorlar.’KÜRTÇE
Geçmişte yapılamaz denilen şeylere bugün alıştık, yine böyle olacak
AB’nin anadilde yani Kürtçe’de eğitim talebi var. Babacan bunu
‘Bir talep gelmedi’ diye geçiştiriyor. Ya AB’ye karşı milliyetçi kesimin argümanları? Terörün tırmanması, AB Türkiye’yi bölecek korkusu? Babacan kararlı:
‘AB’den şüphe duyanlar her ülkede var. Ama 5 yıl önce korktuğumuz şeylerin ne kadar yersiz olduğunu bugün anlıyoruz. 1999’da aday statüsü aldığımız gün Türkiye’nin kendine has özellikleri vardı, bunlar yapılamaz denilen şeylere bugün alıştık bile ve gayet doğal geliyor. Yine böyle olacak. Önemli olan, uygulamadaki ince ayarlarla bu sorunları gidermek. Biz de neden yapıyoruz diye bol bol anlatacağız, eğitim programları çok önemli.‘