Güncelleme Tarihi:
Sakın bana kimse çıkıp ‘‘Ben belgesel seyrederim’’, ‘‘kültür ve sanat programlarına bayılırım’’ falan demesin, katiyen inanmam. Elimde kapı gibi ‘‘rating raporu’’ var. Evde kapalı kapılar ardında ne seyrettiğiniz herkes tarafından biliniyor.
Siz televizyon seyrederken, televizyon ölçüm şirketi de sizi izliyor, izlemekle kalmıyor bir de rapor ediyor. Belki bilmeyininiz vardır, televizyonlara takılan bir alet sayesinde (gerçi bu alet kimin evine takılıyor bilmiyorum. Bugüne kadar sordum soruşturdum, 'evet bizde var' ya da 'amcamın evinde takılı' diyen bir Allah'ın kuluna rastlamadım) hangi programı kaç dakika seyrettiğinizi şıp diye anlıyorlar. Neredeyse arada verdiğiniz ihtiyaç molasını ya da yediğinizin içtiğinizin nevi'ni bile tespit eder hale geldiler. Bunlardan korkulur; hareketlerinize, konuşmalarınıza dikkat edin, kibar kibar oturun, yarın öbür gün ‘‘size bir sürprizimiz var’’ deyip kapınıza bir video kasetle gelebilirler.
Laf nereden nereye geldi, diyeceğim şu ki; bu rating raporuna göre siz aslında kavgayı seviyorsunuz. Haberlerde, açık oturumlarda, spor programlarında, talk showlarda, her yerde kavga istiyorsunuz. Neredeyse müzik-eğlence programında bile şarkı söyleteceklerine iki sanatçıyı horoz dövüştürür gibi dövüştürseler hoşunuza gidecek. Sakın inkâr etmeyin, ratingler böyle söylüyor.
Diyelim televizyon seyretmiyorsunuz, içeride bir işle meşgulsünüz. O sırada televizyondan bir bağırış duydunuz, koşa koşa gelip karşısına oturmaz mısınız? Eğer oturmasanız Reha Muhtar hiç öyle etinden et koparıyorlar gibi bağırır mı? Kumkapı'da kaderleri çakışan hanımefendiler ya da kocasından korktuğu için Cumhurbaşkanı'na vücudunu göstermeye kalkan hanımefendi kanal kanal gezebilirler mi? Gezemezler! Her şey siz istediğiniz için oluyor. Televizyoncular sizin bir istediğinizi iki etmezler. ‘‘Gak’’ deyince savaş, ‘‘guk’’ deyince dövüş.
Açtınız kanalın birini, bakıyorsunuz kansız olduğunu iddia eden bir program. Dekor, iç savaşın yaşandığı ülkelerin sokaklarını andırıyor. Ya sunucu konukla, ya konuklar birbirleriyle, ya telefon bağlantısı yapılan kişiyle kıran kırana bir savaş var. Al takke ver külah birbirlerine girmişler. Programın sunucusu bu durumdan şikâyetçi gibi görünse de, hatta arada barıştan falan bahsedip, bir iki süslü laf etse de, aklı ertesi sabah rekor kıracak bilmemkaç nokta bilmem kaç rating puanında. O da ne yapsın? Bu işin kuralı bu. ‘‘Ratingini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’’ gibi bir durum var ortada. Programının yalnızca bir iki yakınının seyredeceği bir güne ve saate atılma ihtimali her zaman mevcut. Rating ile programın yayın saati arasında daima ters bir oran var. Rating düşük, programın yayın saati yüksek. Tercih program sahiplerinin.
Açıyorsunuz haberleri, bir gün önce ya da bir saat önce başka bir kanalda uzun uzun sorguya çekilen bir olay kahramanı benzer sorularla burada da sorgulanıyor. Tahrik ediliyor, yönlendirici sorularla hiç düşünmediği şeyler söyletiliyor. Bu arada birtakım insanlara cevap hakkı doğuyor. Ertesi gün de onlar gelip aynı durumları yaşıyorlar. Laf ya ağızlarına tıkanıyor, ya gereksiz yerlere kaydırılıyor. Bir bağırış bir kıyamet, bu böyle günlerce sürüp gidiyor. Yerine yeni bir suni olay ve suni kahramanlar çıktığında eskisi bir daha hatırlanmamak üzere hayatımızdan çıkıp gidiyor.
Bu arada sizler dünyada neler olup bittiğini öğrenemediniz, dağarcığınıza bir şeyler katamadınız ama falanca hanımın kocasıyla arasında geçenleri en ince ayrıntısına kadar defalarca dinlemek, canlı, cansız, görüntülü, görüntüsüz bağlantılarla bütün akrabalarıyla tanışmak mutluluğuna eriştiniz. Dünyada tek örnek olan, ‘‘her şer'den bir hayır doğar’’ misali, bir cinayetten üç sanatçı (!) doğuran Kumkapı olayı kahramanlarının ağız dalaşına şahit olmak onuruna eriştiniz. Zaten sizin istediğiniz de bu. Başka türlü ratingten patlama sesi gelmiyor çünkü.
Televizyonlar böyle de, gazeteler nasıl? Onlarda da tiraj savaşları yaşanıyor. Yalnız onlar biraz daha şanslı. Tirajı artırmak için verilen tencereler tavalar, bol çıplaklı ekler, kanlı üçüncü sayfalar ve sağ üst köşesi memeli arka sayfalar arasına aynı anda onlarca haber niteliğinde haber, onlarca değerli insandan yorum katabiliyorlar. Az şey mi bu?
Şimdi buradan şu Televizyon Ölçüm Şirketi'ne seslenmek istiyorum. Şu aletleri kimlerin evine taktıysanız, çıkartın onları oradan. Belki tesadüfen hep psikopatların televizyonuna taktınız, olamaz mı? Bu memlekette iyiden güzelden hoşlanan insanlar da var, biraz da onların beğenisini ölçün gözünüzü seveyim.
Mış muş köşesi
En vahşi gezegen MARS'mış.
O halde mutlaka orada insan vardır.
Clinton darbe üstüne darbe yedikçe, Amerikan halkından artı puan alıyormuş.
Bizimkilerin oy için yapmayacakları şey yoktur. Şimdi bunu duydularsa, hazırlığa girişmişlerdir:
1. Genel Kurul salonu oval hale getirilecek,
2. Dolgun bacaklı, kalın dudaklı kızlar işe alınacak.
3. Puro ithaline teşvik verilecek.
1998 Nobel Tıp Ödülü Viagra'yı bulanlara verilmiş.
Ölüme çare bulan olsaydı inanıyorum ki yine de ödül Viagra'yı bulana verilirdi.
Bir kadın ‘‘göğüslerin kültürel tarihteki yeri’’ni inceleme işine el atmış. Bu konuda kitap yazmış.
Göğüs möğüs hiç olmazsa bir yerimizin tarihte yeri varmış kızlar.
İnsanoğlunun fazla temizliğe alerjisi varmış.
Beni her zaman daha titiz olmaya teşvik eden anneme duyurulur.
En doğurgan kadın Türk kadınıymış.
Avrupa Konseyi'nin 1998 yılı raporuna göre 40 Avrupa ülkesi içinde ilk sıradaymışız.
Ey Türk kadınları! Sakın övünmeyin. Birinci sırada olmak iyi bir şey olsaydı, hiç bize kaptırırlar mıydı bunu?