Güncelleme Tarihi:
Bir devrin putlarını yıkıp çığır açan şair, zamanla kurduğu devrin sembolü halinde putlaşıyor ve onun putunu da, bayrağı kendisinden devralan yenilikçi bir başka şair yıkıyordu.
Benzerlikleri çoktu:
Serbest nazmı ilk kez Nâzım’ın tatbik ettiği söyleniyor, bazıları ise Hâmid’in “Nesteren”de kullandığı serbest nazma yakın hece veznini hatırlatıyordu.
İkisi de eserlerinde konuşma lisanına dönmüş, bir hikayeci edasına bürünmüştü.
Şimdi genç olanı, yaşlıyı “yıkılması gereken bir put” olarak görüyordu.
Üstelik o genç, Hâmid’inkinden çok farklı, herkesin anlayacağı bir dille ve keskin bir kalemle yazıyordu:
‘Kalbimizin ensesinde kıvrılan
yağlı, uzun saçlarımız yok.
güle, bülbüle, ruha, mehtaba, falan filân
karnımız tok.
Ve şimdilik
gönül işlerine vermiyoruz metelik...’
ATA'YI REDDETMİŞTİ
Diğer “put”lar öfkeyle ayağa kalkarken herkes “Şair-i Âzam”ın ne tepki vereceğini merak ediyordu.
Hâmid, herkesi şaşırtan ama kendisine yaraşan bir hamle yaptı:
LÜSYEN KARŞILADI
Ve Maçka Palas’a gelip Hâmid’e misafir oldu.
Kendisini kapıda Lüsyen karşıladı. Onu önce salona, sonra itina ile hazırladığı sofraya buyur etti.
Gidenle gelenin tarihi buluşmasıydı bu...
Hâmid, kendisine kafa tutan kabiliyetli gence anlayışla yaklaştı:
“Putları kırmakta haklısınız” dedi: “Ben de edebiyat hayatına atıldığım zaman sizin gibi putlara savaş açmıştım. Divan edebiyatını yıktık; Tanzimat edebiyatını getirdik. Türk edebiyatında yeni hamleler yaptık. Biz onları yıktık; siz de bizi yıkacaksınız.”
Nâzım hayretler içindeydi.
Hâmid ona yazmakta olduğu büyük piyesten parçalar okudu. Ama daha da etkileyici bir jest sıradaydı.
Hâmid, Nâzım’ın bir şiirini ezberden okudu.
Nâzım, ezberinde Hâmid’in tek şiirinin bile olmamasından utandı.
Karşısındaki adamın, devrilmesi gereken bir put değil, açık fikirli bir devrimci olduğuna inandı.
Dönüşte merakla bekleyen arkadaşlarına, “Hâmid büyük adam” dedi:
MAHCUP BİR ÇOCUK GİBİ
“Burjuva... ama büyük şair. Uzun boylu olduğu için redingotla adeta bir İngiliz lorduna benziyordu. Hele gözündeki monoklu ha düştü ha düşecek diye ödüm patlıyordu. Beni mükemmel bir salona götürdüler. Avizeler XIV. Louis stili bir salon takımı... Kendimi sarayda sanıyordum. Bir sofra... bir sofra... Londra’dan getirtilmiş İskoç viskileri, çeşitli içkiler... Masanın bir ucundan öbür ucuna kadar çeşitli mezeler... Ben sofrada mahcup bir çocuk gibiydim. Abdülhak Hâmid sanat sohbeti açtı. Sanat tarihini, çeşitli edebiyat mekteplerini, şiirde, edebiyatta, tiyatroda meydana gelen değişmeleri öyle bir anlattı ki, karşısında cehaletimi hissettim. Fakat ben de ona, onun bilmediklerini, realist sanatı anlattım. Büyük bir ilgiyle dinledi. Toleransına hayran oldum. Oysa ben çetin tartışmalar yapacağız sanmıştım.” Hâmid, hiç eskimeyen yenilikçiliği ile en yenilerden dahi yeni olmayı, her dem taze kalmayı başarmıştı.
27 yaşındaki Nâzım, ayrılırken hürmetle Hâmid’in elini öptü...